18 Eylül 2012 Salı

İKİ KİŞİNİN BİLDİĞİ SIR DEĞİL



Hep söylerler ya üç kişinin bildiği sır değildir diye. Benimde bugün aklım bu söze takıldı. Niye üç kişinin bildiği sır değildir. Peki, iki kişi bilirse sır olur mu diye düşündüm kendimce biraz. Düşündüm taşındım, birazda kaşınsam da, iki kişinin bildiği de sır değil kanaatine vardım. Sahi atalarımız "anlatma sırrını dostuna o da söyler dostuna" dememişler mi? Dostunun dostu, onunda dostunun dostu, sonrası kısır döngü; sonsuz döngü demek daha yerin de olur herhalde…

"Üç kişinin bildiği sır değildir" sözü nerden çıktı o zaman diye biraz üzerinde duracak olursak. Bir sırrı iki kişi bilirse sır açığa çıktığında sırrın sahibi diğer kişinin onu ifşa ettiğini anlayabilir. Üç kişi bilirse diğer iki kişiden hangisinin sırrı ifşa ettiğini anlaması zorlaşır. Sırrını iki kişiye birden söyleyerek, ben değil öteki söylemiştir diye yalan söyleme hakkı vermiş olur.

Bir sırrı üç kişi bilirse, o sır ifşa edildiğinde, diğer iki kişi kimin ifşacı olduğunu bilemez ve boşboğaz olan kişi hala hiçbir sırrı açığa vurmamış gibi davranabilir, hatta diğerlerinin üzerine gidebilir. Benjamin Franklin şöyle diyor: "Üç kişi bir sırrı saklayabilir, eğer ikisi ölmüşse". Sadi Şirazi de şöyle diyor: "En zor üç şey vardır: Bir sırrı saklamak, bir yarayı unutmak, boş zamanı iyi kullanmaktır".

İşin başka bir boyutu da bugün bizim yanımızda görünenler yarın en ufak bir meselede karşımıza geçebilir. Aramız açılabilir ve güvenip de söylediğimiz sırrımızı bize kızgınlıklarında dolayı ifşa edebilirler. O yüzden kimsenin yanımızda görünmesine aldanmamak gerekir.  Dost bildiklerimizin karşımıza geçmesi için bir adım, düşmanın olup kuyunu kamaya başlaması için bir lafın yeter.

Birde kendini her dostum dediğimizi dost, her arkadaş dediğimizi arkadaş bellememek lazım. Herkesle iyi geçinmek başka şey, herkesin huyuna ve ahlakına göre farklı muamele etme gereğinin başka şey olduğunu unutmamak lazım. Birde "Söyle bana arkadaşını söyleyeyim sana kim olduğunu," "üzüm üzüme baka kararır" "Dost sanma şanlı vaktinde dost olanı, dost bil gamlı vaktinde elinden tutanı..." gibi atasözlerini hatırımızda tutup dostlarımızı ve arkadaşlarımızı öyle seçmek lazımdır.

Montaigne: "Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayabilecek kadar uzundur". Napolyon: "Gerçek dostlar yıldızlara benzerler. Karanlık çökünce ilk onlar
gözükürler". Nietzsche: "Güller, laleler, bütün çiçekler solar. Çelik ve demir kırılır ama sağlam dostluk ne solar ne de kırılır. Tam dostluk ise benzer arkadaşlar arasında olur." Balzac: "İyi dostluklar temiz hesaplarla kurulur. Bencillik ise dostluğun zehridir..."

Shakspeare dostluk konusunda şunları söylüyor: "Aklın bağlamadığı dostluğu, akılsızlık kolayca çözebilir". "Denendikten sonra dost edindiklerini bağrına bas, ama her ilk tanıştığınla, hemen el sıkışıp dost olma". "Dost yarası yaraların en derinidir". "Felaket, dost sayısını sıfıra indirir". Felaketler kötü günlerde dost bildiklerimiz yanımızdan uzaklaşabilir. Gerçek dostlar işte böyle zamanlarda kendini belli eder. Dostumuzun ve sevenimizin çok olmasını istememiz doğaldır. Ancak çok dost olmasını istemek bir yana, gerçek dostumuz ve gerçek arkadaşımız olsunlar da sayıları az olsun varsın demek daha yerindedir.

Etrafımızda çok dost olmazsa olmasın,
Yanımızdaki dostlar insan olsun yeter…
Dostum deyip de kuyun kazanlar dolmasın
Dost yarası yaraların hepsinden beter…

Yakınlardan bahsederken eş dost denir ya hani… İşte bu kullanımda bir de dost teriminden önce kullanılan eş tanımı vardır ki;

İşte o eşim dediğin koluna değil,
Göze hoş gelse de, özüne yakışmalı
Öyle geçici bir heves buluna değil,
Hem birlikte nice engelleri aşmalı…

Aşmalı da öyle eşleri her zaman bulmak kolay olmayabilir. En ufak bir sıkıntı da ve istediğinin olmadığı bir durumda zelveyi kırabilir. İşte onun için birde her sırrını karına bile söylemeyeceksin. Onunla bir hayatı paylaşıyoruz, ona güvenmeyeceğim de kime güveneceğim diyerek her sırrını söylersen, günün birinde aranız bozulur gider sırrınızı başkalarına söyleyiverir.

Şimdi bu söylemeye çalıştıklarımızı bir hikâye ile gün yüzüne çıkaralım: Çok arkadaşı ve dostu olmakla övünen bir baba oğluna; "oğlum çok arkadaş tutmak iyi olabilir ama seni yolda bırakmayacak ve seninle sonuna kadar arkadaş ve dost olacak olanlarını seç. Az olsun öz olsun. En güvenebileceğin ve seni herhangi bir durumda yarı yolda bırakmayacak olan arkadaşların varsa sadece onları dost edin ve onlarla sırrını paylaş. Karına bile, gerektiğinden fazla güvenip de sakın seni mahvedecek sırlarını verme" demiş.

Oğlu: "Olur mu baba yahu, onların hepsi benim en güvendiğim arkadaşlarım. Benim senin gibi bir tek arkadaşım mı olsun istiyorsun. Hem ben karıma güvenmeyeceğim de kime güveneceğim’ demiş.

Bunun üzerine babası: "Oğlum madem öyle, git falan keçinin oğlağını getir de keselim" demiş ve getirip kesmişler. Sonra onu bir çuvala koyup ağzını bağlamışlar. Sonra da "oğlum şimdi bunu o güvendiğin arkadaşlarına götür. Onlara bir adam kestim bu çuvala koydum. Bunu birlikte saklayalım de bakalım, o güvendiğin arkadaşlarından kaçı sana yardım edecek" demiş

Götürmüş ve her gitti arkadaşı "benim başıma bela almaya niyetim yok" diyerek kapıyı yüzüne kapatmış. Hiç biri çuvaldaki kesilmiş adam diye söyledikleri oğlağı saklamaya yardımcı olmamış.

Mecburen elinde çuval ile oğlu geri döndüğünde; Babası: "şimdi de git benim az ve yetersiz bulduğun arkadaşıma götür ve ben bir adam kestim ve babam saklamamız için beni sana gönderdi" diye söyle demiş. Gitmiş ve "adam tamam oğlum dostumun ricası başımın üstüne" deyip bahçe de bir çukur kazmışlar. Ve çuvaldaki güya adam olan oğlağı gömmüşler. Adam da kimse kazıldığından ve bir şey gömüldüğünden şüphelenilmesin diye üzerine soğan ekmiş.  

Beş on sene geçmiş üzerinden ve bu konuyla ilgili babasının dostundan tek bir ses dahi çıkmamış. Babası "bak oğlum onca zaman geçti dostum tek sır vermedi. İşte dost dediğin böyle olacak’ demiş. Oğul ise: "En ufak bir yamuğumuzda birilerine söyler" demiş. Babası "Öyle ise git kahve de suratına bir tokat at gel, yine de benim dostumdan ve arkadaşımdan sır çıkmaz demiş" demiş. Oğul gitmiş ve kahvenin ortasında babasının dostuna okkalı bir tokat atmış ve eve doğru yürürken yüzüne tokadı yiyince canı yanan adam arkasından şöyle seslenmiş. "Evlat babana selam söyle, biz bir tokada soğan sökmeyiz" demiş.

Aynı sırrı oğul karısına söylemiş. Daha birkaç gün olmuşken söyleyeli, karısının istemediği bir şey yapıldığı için tartışmışlar ve o kızgınlıkla karısı gitmiş hemen "Kocam şöyle kocam böyle derken, zaten benim kocam adam öldürdü de falan adamın bahçesine gömdüler’ diye söyleyivermiş.

Sonunda mahkemeye düşmüşler. Babasının dostu ona yardım etmekten hapse mahkûm olmuş. Kocası da tam mahkûm olup idam edilecekken, son dileği sorulmuş. Bunun bir eş dost imtihanı olduğunun bilinmesini, gömüdeki cesedin de insan olup olmadığının incelenmesini istiyorum demiş. Bu son istek üzerine çuvaldaki oğlak ölüsü incelenerek, insan değil keçi cinsi olduğu tespit edilerek, mahkemeden beraat etmiş.

Evet, bilemiyorsun kimin gerçek, kimin sahte dost olduğunu. Sadece şahlar hamleleri önceden görüp sezer. Unutmamak gerekir oyun bitince şahların da, piyonların da aynı kutuya konulduğunu…

"Denendikten sonra dost edindiklerini bağrına bas,
Ama her tanıştığınla, hemen el sıkışıp dost olma…"
Hiç arkadaşım yok diyerek üzülme, sakın tutma yas
Küçücük hatalar için de asla dostuna kin dolma…

Rabbim dostumuzu ve düşmanımızı iyi bilen kullarından olmayı nasip eylesin. Hakkımızda her şeyin iyisini ve hayırlısını nasip eylesin. İyi günde de, kötü günde de yanımızda yer alıp, neşemizi ve üzüntümüzü paylaşacak eş, dost ve akrabalar nasip eylesin. Eş uğruna, arkadaş uğruna ölmek kolay; asıl mesele uğruna ölecek arkadaşı bulmaktadır… Rabbim bizlere işte hep onları nasip eylesin…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder