13 Ocak 2015 Salı

HEP AYNI İNGİLİZ OYUNU


Tarihi gerçekler ışığında senaryosu yazılıp çekilen ve TRT1 de yayına devam eden ‘Diriliş Ertuğrul’ ve yine ‘Filinta Mustafa’ dizilerini izliyoruz. On yılı aşkın süre devam eden ‘Kurtlar Vadisi Pusu ve diğer ‘Kurtlar Vadisi Irak, Kurtlar Vadisi Suriye, Kurtlar Vadisi Filistin, Kurtlar Vadisi Terör’ sinema versiyonlarını seyrettik. Tarihi kaynakları okuduk. Günümüzde cereyan eden terör ve saldırı olaylarını takip ediyor, medyadan izliyoruz.

Adamların tuzağı bu; böl, parçala, birbirine kırdır. Tamamen zayıflayınca her şeyini al ve yok et. İran ile Irak Müslüman iki ülke, kurgulanan İngiliz oyunlarıyla 8 yıl birbirleriyle savaştırıldılar. Hem silah satıp para kazandılar, hem de Müslüman iki ülkeyi birbirine kırdırdılar. Sonra kirli emellerini gerçekleştirmek, petrol başta olmak üzere Irak’ın doğal kaynaklarını alıp götürmek için 1991 de havadan ancak gelebilmişlerdi. 2002 sonrası karadan da gelerek Irak devletinin ve halkının canlarını, mallarını, namuslarını, umutlarını alıp götürdüler. Hala da götürüyorlar.

2004 yıllarına kadar Filistin’de El-Fetih ile Hamas başta olmak üzere Siyonistler tarafından Müslümanlar arasındaki çatışmayı körükleyip kendi emellerine ulaşıyorlardı. El Fetih ile Hamas’ın Türk Hükümetimizin teşvikleriyle barış mutabakatı yaparak anlaşmaları İsrail devletini ne kadar kızdırdığını, barışı sabote etmek için her yolu denediğini görmek zor olmasa gerek. İsrail muhalefette hangi gurup varsa onu destekler. İktidarla muhalefetin mücadelesi sürekli olsun ve İsrail terör devletinin emellerine hizmet esinler.

Hürriyet com/starteji/El-Fetih-Hamas bilek güreşi: Gazze kan gölü/ Serhat Erkmen 12.01.2014 Pazartesi imzalı haberden alıntı iki paragraf benim bu tezimi destekliyor:

‘Çatışma El-Fetih'e bağlı güvenlik güçlerinin Gazze'yi kontrol etmek amacıyla çok sayıda adamını sokağa dökmesiyle başladı. Hamas'a bağlı gruplar bunu kendi güçlerine bir meydan okuma ve El-Fetih'in kendilerini sindirme politikası olarak algıladılar. Üst düzey bir El-Fetih yetkilisinin öldürülmesinden sonra ise çatışmalar kontrolden çıktı. Bazı bölgelerden küçük çaplı çatışma haberleri gelirken bazı yerlerde ise neredeyse küçük çaplı savaşlar yaşanıyor. Gazze'de Filistinli gruplar arasındaki çatışmalar sürerken, İsrail tankları 6 ay aradan sonra yeniden Gazze Şeridi'ne girdi. Bu nedenle Gazze neredeyse kan gölüne döndü.’

Hamas ile El-Fetih arasındaki güç mücadelesinin bir ürünü olarak ortaya çıkan bu çatışma aslında tam olarak Mahmut Abbas ve İsmail Haniye'nin kontrolü altında değil. Çünkü her ikisi de örgütlerini tam olarak kontrol edemiyor. Fakat durum İsrail ve ABD'nin de olaylara karışmasıyla çok daha karmaşık bir hal  aldı. İsrail çatışmada açıkça El-Fetih'in yanında yer aldı. Bir yandan Sderot'a atılan bir füze nedeniyle Gazze'de HAMAS'a yönelik füze saldırıları başlattı. Ardından da tanklar ve uçaklarla geniş çaplı bir operasyon başlattı. Diğer yandan da El-Fetih'e bağlı 500 kişilik bir grubun Gazze'ye geçmesine izin verdi.

Tahmin edin bakalım El Fetih’in üst düzey yetkilisini kim öldürttü. Ne işe yarar. Ya da Sderot diye bahsi geçen yer İsrail’in neresiyse ona füze atılması kimin işidir. Kimin işine yarar. Gerçekte gariban Filistin halkı taş ve sapanlarla İsrail terör devletine karşı koyarken El Fetih ile Hamas ya da diğer siyasi guruplar ellerindeki silah ve füzelerle hala birbirini öldürüyor. Güya İslam adına savaşıyorlar.

Yıllardan beri ülkemizde güya devletimizin iyiliği için terör örgütleriyle savaşıyorduk. Tam tersine PKK da halkının menfaatleri için dağa çıkıyor, şehirleri yağmalıyordu. Bin yıldır olduğu gibi birlik ve beraberlik içinde farklılarımızı zenginlik kabul ederek yaşamak varken, kendi ülkemizin ayağına kurşun sıktık hep. Çözüm süreci kimleri rahatsız ediyor, inadına çözüm süreci derken, ülkemize çözüm sürecinden geri adım attırmak ve tekrar savaş günlerine döndürmek için her fırsatta eylem yaptırmak isteyenler kim. Eylem yapanların arkasındaki gizli servisler ve gizi güçler kimler.

Hala Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan, Ortadoğu ve Afrika da nereye baksan terör, nereye baksan katliamlar yaşanıyor. Sorsan öldüren Müslüman’ım deyip, El-kaide, Hizbullah, İşid, Boko Haram, Taliban gibi örgütler İsrail ile mi savaşıyor. ABD ile mi savaşıyor. İslam düşmanlarıyla mı savaşıyor tüm bu örgütler. Sizce ikiz kuleleri 30 yıl CIA’ın ajanı olarak çalışan Usame Bin Laden’in El Kaidesi mi vurdu? Ya da İŞİD Suriye de İngiltere ve ABD’nin müsaadesi olmadan bir tavşanı bile öldürebilir mi? Boko Haram 2000 Müslüman kişiyi bir günde katlediyor İslam adına. Gülen cemaatinin müritlerinin Filistin davasında ve mavi Marmara gemi saldırısı olayın İsrail terör devletini haklı bulması da İslam adınadır zaten.

Karanlık ve puslu havayı sever; kargaşa ortamını sever, ingiliz oyununu oynayan ve yönetenler. Karalıkta bir sana çakarlar, bir ötekine çakarlar. Ellerini ovuşturup kavganızı seyrederler karşıya geçip. Aynı oyunu bıkmadan usanmadan, defalarca sahneye koyarlar kirli emellerine ulaşmak için. Peygamberimiz boşuna demiyor: (Ümmetim, 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si, Cehenneme gidecek, yalnız bir fırka kurtulacaktır. Cehennemden kurtulacak olan tek fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi, İbni Mace]

11 Eylül saldırısını İslam adına yapanların sebep olduğu, Afganistan’da El-Kaide var diye 29 dünya ülkesinin ABD öncülüğünde 3.6 milyon Müslüman’ın öldürülmesine bahane oldu.

Gelelim Fransa'nın başkenti Paris'te yaşanan mizah dergisi Charlie Hebdo'nun merkezine silahlı kişilerce saldırı olayına. Peygamberimize hakaret içeren karikatürleri yayınladığı için Charlie Hebdo'nun 12 çalışanını güya İslam adına öldürdüğünü sanan terör eylemcileri kimlere ne şekilde hizmet ettiklerini biliyorlar mı acaba? Peki, Charlie Hebdo dergisi çalışanları peygambere hakaret ederek kime ve neye hizmet ettiklerini biliyorlar mıydı acaba?

Bizim Müslüman refleksiyle ‘oh ne iyi oldu. Siz Müslümanları öldürürken iyi miydi?’ dememizi bekliyorlar. Öldürenlerin İslam ve Müslümanlık ile alakası yok belki de. Tıpkı Alparslan Aslan'ın Danıştay saldırısından sonra hızla kaçmak yerine kapıda tekbir getirmesini ve İslam e Müslümanları suçlu ve hedef göstermesi, Paris’tekinden farklı değil bence. Kurgu aynı, kurgulayan güç aynı ama kendisi meydanda yok.  Biz buna İngiliz oyunu diyoruz.

Kendilerine vaad edilmiş yerler olarak gördükleri toprakları almak ve dünyadaki doğal kaynakları sömürebilmek için onlara her şey mubah gelir. Nokta kadar menfaatleri için sana ait olan bütün çocukları gözlerini kırpmadan öldürmekten çekinmezler.

Biz Müslüman’ız, biz onlar gibi olamayız. İslam dinine gerçekten inanan Müslüman’ın İslam adına savaşmasının kuralları vardır. İslam savaşta bile yaşlı, sakat, kadın, çocuk ve elinde silahla saldırı hazırlığında olmayan hiç kimseye saldırmayı ve öldürmeyi hoş görmez. Dinine sövenin dinine sövmez. Kutsal kitabını yakanın kutsal kitabını yakmaz. Bayrağını yırtanın bayrağını yakmaz.

Ama oyunu büyük oynadıklarını zanneden kurgulayıcılar; Müslümanların öç alma refleksiyle harekete geçmesini sağlamak için İslam’a, peygamberine veya diğer dini argümanlara hakaret ederek kışkırtmanın tohumlarını ekiyorlar. Dünyanın dört bir yanında camilere saldırıyorlar. Bekliyorlar Müslümanlar kınamakla yetiniyor, teröre terörle, kötülüğe kötülükle cevap vermiyor.

Onlar için dert değil. Müslüman kılığına sokulmuş birilerini ayarlamak ve bir algı operasyonu oluşturmak onlar için zor değildir. Başörtüsü yasağı kararını Danıştay’a verdirip, ömründe Cuma bile kılmamış bir avukata saldırı yaptırıp, Müslümanları terörist gibi göstermeye çalışmadılar mı? Aczimendi diye bir takım insanları sopalarıyla cami önlerine salıp Refah-Yol hükümetinin yıkılmasını sağlamadılar mı? Saddam Hüseyin’e füze verip sağ sola saldırttıktan sonra güya kalan füzelerin hesabını sormak için Irak’ı yerle bir etmediler mi? Biz Kürtlerle, Alevilerle, diğer halklarla ilgili sorunlarımızı çözüme kavuşturacağımız çözüm süreci çalışmalarımızı baltalamak ve tekrar çatışma dönemine döndürmek için hala saldırılar yapmaya devam etmiyorlar mı? El Kaide, İşid, Boko Haram benzeri örgütleri meydana çıkarıp İslam’ı terör dini gibi göstermek istemiyorlar mı? Hrant Dink’i öldürtenlerin amacı Türkiye de Türk-Ermeni savaşı başlatmak olabilir mi?  Önekler çoğaltılabilir.

Ve en son Paris’teki Charlie Hebdo dergisine saldırarak 12 kişiyi öldürenlerin İngiliz oyunlarının bir parçası olmadığını kim söyleyebilir. Misilleme yapmak için ellerini ovuşturan İslam karşıtlarını haklı göstermekten başka ne işe yarar bu Charlie Hebdo benzeri saldırılar.

İslam senin dinine ve kitabına söveni, değerlerine hakaret edene sorgusuz sualsiz saldırma ve kafana göre öldürme hakkı vermez. Canlı bomba olup sokaktaki masum insanları öldürerek mi kurtaracağız İslam’ı. Paris’te peygamberimize hakaret eden, uzaktan kurgulu dergi çalışanlarını vurunca İslam’ı kurtardık mı? Oysa Sahabe camiye tuvalet yapan bir bedeviyi görüyorlar ve yakalayıp cezalandırmak istiyor. Hz peygamber (SAV) efendimiz; ‘Ellemeyin. Getirin onu buraya’ deyip, yaptığının yanlış olduğunu anlatarak onu ikna ediyor. Vazgeçirmeye çalışıyor. ‘Vay bu camiye hakarettir, bu bizim dinimize hakarettir, İslam’a hakarettir, öldürelim’ demiyor.

Hicretten sonra Mekke üzerine çöken kuraklık ve kıtlık yıllarında Peygamberimiz Mekke'ye tahıl, hurma, hayvan yemi ve nakit ihtiyacı için altın göndererek yardımda bulundu. ‘Köprü dergisi 94. sayısı’ Onlar beni yurdumdan sürdüler, oh olsun iyi oldu, açlıktan gebersinler demiyor.

Ayetler onlar sizinle nasıl ve ne ile savaşıyorlarsa sizde onlarla öyle savaşın diyor. Gidin kafanıza göre öldürün demiyor. Eğer atalarınıza sövülmesini istemiyorsanız; kâfirlerin atalarına sövmeyin diyor. Yani vay sen benim peygamberime hakaret ettin, bende seninkine deyip sövemiyorsun. Puta tapıyorsa, putuna sövemiyorsun yani. Cihat sadece savaşla olmuyor. Cihat; bilgiyle, icatla, kaliteli üretim vs ile de oluyor sevgili kardeşlerim.

Elbette İslam dini, ayet ve hadislere dayanır. Dini metinlerin iyi anlaşılmaması uygulamada bir takım ciddi problemlerle bizleri karşı karşıya bırakır. En fazla yanlış anlaşılan ayet ve hadislerse daha çok cihad konusundadır. Efendimiz bir hadisi şeriflerinde; ‘Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir’ diyor

Başbakan Davutoğlu’nun Fransa’ya gitmesini ve İslam adına yapılan terör saldırısını kınaması eleştiriliyor. Müslüman’ım diyen hiç kimse terörü desteklemez. Başbakanda desteklemiyor kınıyor. Doğrusu da budur.

İsrail’e bu hükümetten önce kaç kişi kınama cesareti gösterebilmişti. Kaç kişi yüzüne bakarak rest çekebilmişti? Siz öldürmeyi iyi biliriniz diyebilmişti. Biraz savaş teknolojilerini araştırmanızı isterim. Türkiye’nin bir süper güç olmadığını ve bu hükümet sayesinde 10 yıldır bu yolda adımlar atıldığını görmemiz lazım. Her şeye verilecek cevap vardır. Bunlar tarihten silinmez. Lakin vakitsiz öten horozun başını keserler, bu da böyle biline. Savaş teknolojilerinde ve ekonomik olarak düşmanlarınızı caydıracak güce sahip olmak zorundayız.

İnsanlara ve dünya milletlerine barış ve hoşgörü içinde, karşılıklı empati yaparak yaşanabileceğini kar taneleri ne de güzel gösteriyor. Ne güzel anlatıyor kar taneleri, insanların ve milletlerin birbirlerine zarar vermeden hayat yolunda yol alabilmesinin mümkün olduğunu.

Feyzullah Kırca

9 Ocak 2015 Cuma

ÖLÜM KAPISINDAN GEÇİLECEK





Yürüyoruz yürümekten imtina edemeyeceğimiz, ezelden ebede giden uzun ince bir yolda. Bizden önce oraya gidenlerin uğurlandığı ebediyet mekânı sessiz çığlıkların, sessiz gülümsemelerin mekânıdır. Çığlık atarlar; sizde sonunda buraya geleceksiniz, hazırlıklı gelin diye. Belki oraya yakışan bir davranış gördüklerinde gülümserler gizliden gizliye biz fark etmesek de. Dilsizdir yine de oradakiler. Orada neler olup bitiğinden haber veremeseler de, kendimizi izleniyormuş gibi hissederiz yine de. 

Bir ürperti kaplar içimizi, hele gece olunca yakınından geçmeye korkar olur insanlar. Görmek ve hatırlamak istemeyiz ölümü ve ebediyet yurduna varacağımızı. Belki de bundandır şehirlerle ve kasabalarla iç içe olan mezarlıkları uzaklaştırmaya çalışıyoruzdur. Gözden ırak olunca gönüllerden ırak olmasını umuyoruzdur belki de. 

Oysa ölümü hatırdan uzak tutmak değildir bizden istenen. Ölmeden önce ölmektir. Yani ölmeden önce ölüme hazırlıklı olmaktır. Tuzaklarla dolu dünyada ölmeden önce ölüme hazırlıklı olmak o kadar da kolay değildir. Yaşadığımız her nefeste kulluğumuzun gereğini yapabilmek en büyük mücadelemiz olması gerekirken, dünyalık zevk ve heveslerimizin peşine düşeriz. Helaller dururken haramları yapmanın peşine düşeriz. Helaller dururken haramları yemenin peşine düşeriz. Bunu yaparken de Allah’tan korkup Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaya çalışanları değil de, nerde yoldan sapan varsa onları kendimize örnek alırız. Günah işleyenleri ve haram yiyenleri örnek alıp herkes böyle yapıyor demek, bize nefislerimiz ve şeytanın askerleri tarafından, kendimizi düzeltmekten, kötü huylarımızdan vazgeçmekten çok daha kolay gösterilir. 

Hz Ebu Bekir (R.a.) efendimiz kendisine bir mezar kazıp hazırlayan bir adama: "Kendin için kabir hazırlama, kendini kabir için hazırla." buyurmuştur.  Evliyadan bazıları kabir çukuru kazdırıp geceleri oraya yatarak nefislerini terbiye edermiş. İşin vahametinin farkında olan insanlar her cenazenin kabre götürülüşünden ibret alır; ‘acaba sıra bende mi?’ diye irkilerek kendine çeki düzen verme gayretinde olurlar. Her cenaze yola çıktığında tabutun içindeki ben olabilirdim diyerek gözleri dolar. Mevta kendisine yakın akraba ise daha bir yüksek sesli feryatlarla ağlar. Gözyaşı muslukları alabora olur. Aslında ağladığı, defin işlemi yapılan insan için gibi gözükse de gözyaşları kendisi içindir. Bir gün mutlaka dualar okunarak yolcu edilen kendisi olacaktır. 

Dualarla yolcu edildiği o güne gelinceye kadar hayatı boşa geçirip, hak hukuk dinlemeden nefsinin heva ve heveslerinin peşinde hayvanat gibi yaşamak vardır. Kazanacağı malı mülkü haram-helal demeden bir şekilde kazanmaya bakıp, sonra da harcayacağı yerin haram-helalliğine bakmadan harcamak vardır. Helalden bile kazansa onu hayır hasenat yollarından uzak mirasyediler gibi har vurup harman savurmak gafletine düşmek vardır. Allah muhafaza işte insan bunlar için gözyaşı dökmelidir. Bir başkasını defnederken bile mezarlığın bir köşesine çekilip kendisini defnedilen kişinin yerine koyarak yaşadığı hayatı gözden geçirmesi gerekir. İbret alınası kabir; bizim bunu yapmamıza vesile olmuyorsa, bu nasıl derin bir gaflet uykusu ki uyanmak bir türlü mümkün olmuyor. 

Kısacık hayat boyu dünya zevklerinden vazgeçip ebedi hayat için hazırlanmak bize zor gelir. Oysa ne kadar sıkı sıkıya bağlanırsak bağlanalım ağaçtan dökülen yapraklar misali; her geçen gün ömürler birer birer tükeniyor. Adım adım tüken bu yolun sonunda zoraki bir ayrılık söz konusudur. Bu ayrılık sonunda gidilecek olan yerden yüce yaratıcımız Allah (c.c.) tarafından hesaba çekilme vardır. Amellerimizin faturasını; iyiyse mükâfat, kötüyse ceza olarak almak vardır. Onun için hayat hakka teslimiyetle geçmelidir. Önümüze çıkan engeller, acılar, zorluklar bizi yoldan döndürmek şöyle dursun, en ufak bir yoldan sapmaya bile götürmemelidir. 

Bu hayatta her insan özgürdür. Kendisi için zararlı olan günahları işlese de, sonradan pişmanlık duyar, af dileyip dua ederek kurtuluşa erebilir.  Ama özgürlük başkalarının özgürlük alanına müdahale etme noktasına geldiğinde özgürlük orada biter. Kendi kendine ister içki iç, ister sigara iç, ister oruç tut, ister tutma, ister namaz kıl, ister kılma, ister intihar et, istersen kendini günlerce aç bırak, isterse aşırı yemekten mide spazmı geçir; bunlar senin kendine vereceğin zararlardır. Bunların bazılarını ( Namaz, Oruç gibi)dinimiz emretse veya bazılarını (İçki, Kumar, sigara, hırsızlık, gasp, zulüm gibi )yasak etse de bunların affı rabbimiz tarafından mümkündür. Dilerse tövbeni kabul eder, seni de affeder ve cennetine koyabilir. 

İçki içmekle kalmamışsın başkasının parasını çalıp onunla içmişsin, sigara içmekle kalmamışsın özellikle kapalı alanlarda topluma açık yerlerde içerek dumanını ve kokusunu salarak komşularını rahatsız etmişsin, dövmüşsün, sövmüşsün, öldürmüşsün, sudan bahaneyle kara bakmışsın, malını çalmışsın hakkına tecavüz etmişsin. Çöpünü çöpe atmak varken, emeğine ve üç-beş kuruş paraya kıyıp, her türlü pis giderini kanalizasyona koyup yer altından götürmek varken, çevresini ve yollarını kirletmişsin. Hazine arazisini veya köy merasını sahiplenip kullanarak bugün yaşayan insanlardan ziyade gelecek nesillerin de hakkını gasp etmişsin. Gelecek nesiller için fidan dikmeyi aklına bile getirmezken kömüre para vermek yerine kamu ormanlarından her yıl onlarca ağacı kökünden devirip yakmışsın. 

Birilerinin senin hakkını yediğini iddia edip hakkımı arıyorum diye sokağa çıkıp hiçbir suçu ve kusuru olmayan insanların mallarını yağmalamışsın. Güya devleti yönetenlere kızıp tüm halkın malı olan kamu malına zarar vermişsin, bankaları, hastaneleri, halk otobüslerini, vs yağmalamışsın. Yalan ve iftiralarla kendine rakip gördüğün kişilerin üzerine halkı kışkırtmışsın ve zarar verdirmişsin. Bunlara benzer birçok durumdan dolayı oluşacak kul haklarını o kullar kendileri helal etmedikçe böyle günahlardan af söz konusu değil. Bunlardan affedilmek için önce hakkı olanlar senin sevaplarından alacak, sevapların yetmezse sana kendi günahlarını verecek. Ondan sonra hala sevabın kalmışsa yada rabbim dilerse seni affedecek. 

Ölüm bizim için kaçınılmaz bir kapı ve kapı herkes için sürekli açık. Kimin ölüm kapısından ne zaman geçirileceği beli değildir. Belki namaz kılarken, belki içki içerken, belki başkasına ait bir şeyi çalarken, belki uyurken, belki iyilik ederken, belki kötülük ederken, belki insanların iyiliğine bir söz söylerken, belki ders alınası bir yazı yazarken, meçhul ve hiç beklemediğin bir anda ölüm gelecektir. O kapıdan, ölüm kapısından geçmeye hazır mıyız? 

Bu zamanın bir uyarısı işareti yok mu diye soracak olursak; var elbet. Rabbim bazen insanoğlunu defalarca uyarıyor. Başımıza gelen ölümcül kazalar, hastalıklar, kalp krizleri, ölüme sebebiyet verecek yaralanmalar vs. bunlar hep birer uyarıdır. Velhasıl birlikte yaşadığımız komşularımızın, yakınlarımızın, eş ve dostlarımızın, sevdiklerimizin birer birer, o ebediyet kapısından geçip kabir’e konmaları bize ibret olmuyorsa; bize daha hangi uyarı kar etsin. 

Allah dilemedikçe ve kendisine dünya için sunulan zaman sona ermedikçe kimsenin o kapıdan geçmeyeceğini bilen ve kendisine ölümü hesabı hatırlatan uyarılardan ders alabilen insan için öğrenmek ve öğretmenin üzerimize düşen bir görev olan Allah’ın kanun ve kurallarına uygun işleri yaparken ölümü beklemek gerekmektedir. Sıhhatimizi ve boş vaktimizi heba etmeden Rabbimizin razı olacağı işlerde harcama gayretinde olmalıyız. Doğru bu; ama onu yaparsam yada hakikati söylersem falanca kötü zihniyetli kişi veya kişiler bana şöyle yapar, böyle yapar. Hatta beni öldürürler korkusuyla şeytanlıklar karşısında sessiz kalırsak asıl o zaman kaybedenlerden oluruz.  

Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri buyuruyor ki:
“Dört yüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadîs-i şerif öğrendim. Bütün bu hadislerden bir tanesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım. Çünkü kurtuluşu ve ebedî saadete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasihatleri hep bunun içinde gördüm. Peygamber efendimiz bir Sahabeye hitaben; “Dünyâ için, dünyada kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allah-ü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!”  buyurmuştur. 

Nereden geldiğini bilen ve nereye kimin daveti ve izniyle gittiğini veya gideceğini bilen insan için elindeki tarifeye göre yaşamak asıl olandır. Bize verilen tarife kuran ve peygamber efendimiz sallallahü aleyhi vesellemin sünneti olduğuna göre; bu tarifeden şaşmamalıyız. Kuran ve sünnetin tarif ettiği yoldan şaşmamak için ise Kuran ve sünnetin hayat tarzını, öğütlediği hal ilmini çok iyi öğrenmeliyiz. 

Rabbim hakkı ve hakikati idrak ederek hak rızası istikametinden ayrılmayan, hemen ölse bile hak rızası yolunda can veren kullarından olmayı bizlere nasip eylesin. Ebu Said el-Hudri (r.a.)’den rivayet edilen Peygamberimizin: “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle (değiştirsin), bu da imanın en zayıfıdır.” Hadisi gereği kötülük ve haksızlıklar karşısında hakkın gücü ve hakkın dili olabilmeyi cümlemize nasip eylesin. 

Feyzullah Kırca