15 Eylül 2013 Pazar

TEK OTORİTE ALLAH AMA




Çevrenizde haklı olarak Türk halkının Müslüman olduğunu ve kâinattaki tek otoritenin Allah olduğunu ileri sürerek her şartta olursa olsun onun dininin yaşanması ve kanunlarının uygulanması gerektiğini ileri sürdüklerini görürsünüz. Ya onları da Allahın dinine uygun hareket etmelerini sağlamak gerektiğini ya da onlarla birliktelik kurulmaması gerektiğini savunduklarını görürsünüz. Bunu da ayetlerde geçen ‘onlar sizin dostunuz değildirler’ demeye gelen ifadeleri öne sürdüklerini görürsünüz. Biz onların dostluklarından vs değil de onlarla aynı dünya da nasıl yaşanması ve nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ifade etmeye çalışacağız.

Örneğimiz ve önderimiz peygamberimiz olduğuna göre; o Mekke’yi fethedip geri döndüğünde ya da diğer zamanlarda kâfirlerle ve müşriklerle nasıl komşuluk etmiş, nasıl mücadele etmiş ona bakmamız gerekmez i? Onlar kafir, konuşmayalım, alışveriş etmeyelim, onlar yokmuş gibi davranalım gibi bir yaşam tarzını benimsemediğini hepimiz bilmekteyiz.

Dünya üzerinde yaşayan insanlar ikiye bölünmüş durumda; iyiler ve kötüler, inananlar ve inanmayanlar, dünyayı ön planda tutanlar ve ahreti ön planda tutanlar, insanlığın kurtuluşunu isteyenler ve kendi çıkarları için dünyayı yangın yerine çevirmekten çekinmeyenler vb söylemler ile çoğaltabileceğimiz mücadele sürüp gitmektedir. Kıyamet kopuncaya kadar sürüp gideceği de bilinen bir vakıadır. Yadsınamaz ve inkâr edilemez bir gerçektir.

Osmanlı’nın yıkılışından sonra Allah’ın kanunlarını göz önünde bulundurarak; mazlumu zalimlerin zulmünden koruyacak bir güçte devlet olarak orta da görünmemektedir. Biz ülke olarak 10.yıl marşını ve andımızı her gün okullarımızda söyledik. Onuncu yıl marşının içinde ‘ülkemizi demir ağlarla ördük’ derken Atatürk’ün ördüklerinin bile bakımını yapıp koruyamadık.

Andımızda Atatürk’ün: ‘Türk, övün, Çalış, güven’ sözünü tekrarlarken biz ülke olarak sadece ismimizin başına TC yazdık ve övündük ve bide Türk olmak başlı başına bir şeymiş gibi bu güveni sağlayacak birçok şeyi yapmadan Türklüğümüze güvendik. Kimimiz de biz Müslüman Türk evladıyız dedik. Çeşitli savaşlardaki kahramanlıklarımızla ve Allahın bize görünmez varlıklar tarafından yardımını anlattık durduk. Allah korur, onun dediği olur, ona güvenmek tevekkül etmenin gereğidir derken; tevekkül’ün gereği olan ve istediğini elde etmek için önce yapılması gereken çalışmanın ortaya konması gerektiği bilinciyle alınması gereken tedbirlerin alınmasını aklımıza bile getirmedik.

Tek otorite Allah’tır; doğrudur. Ama O’nun razı olduğu yolda Kuran yoludur. Müslüman Türk halkı olarak bunu da biliyoruz. Dünya üzerindeki diğer Müslüman halklar da bunu biliyor. Ama Müslümanlar Allahın dinini yaşamakta zayıflık gösterdikleri yetmiyormuş gibi; günahlarına ve eksiklerini İslam da var diyerek bilgisizce bahane aramaya çalıştıklarını görürüz. ‘Allah bize yeter, bizim bir şey yapmamıza gerek yoktur’ der gibi davrandıklarını görürüz.

Allah Kur'an-ı Kerimde: "Ey örtüsüne bürünüp örtünen kalk ve uyar" (Müddessir Suresi, 1-3)buyurur. Müslümanlar olarak ya da dünyadaki Müslüman milletler olarak birbirimizi ne kadar uyarıyoruz? Kur'an-ı Kerimin birçok ayetinde, Peygamberimize emredilen tebliğ ve inkârcılara karşı mücadele, onun yolunda yürüyen Müslümanların da en önemli görevleridir. Bu önemli görevler Peygamberimizle sınırlanamaz. Yine: "Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihat et ve onlara karşı sert ve caydırıcı davran. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yataktır o!" (Tövbe Suresi, 73)

Dünyayı günümüzde yaklaşık 20 ülke yönetiyor. Onlara da G–20 deniyor. Bu ülkeler bir birine rağmen herhangi bir şeyi tek başına yapması mümkün görünmüyor. Daha dar kapsam da BM de, 5 daimi üyenin biri aykırı çekerse hiç bir şey yapılamıyordu ki; bir adam çıktı ve dedi ki; dünya 5 ten büyüktür. Sonramı ne oldu? Suriye’yi vurmanın eşiğine gelindi. Çatlak sesler olarak olsa; Suriye de yaşanan insanlık dramına karşı bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Yoksa çok beklerdik kendi halkını kimyasal bombalarla vuran Beşar Esat’e birileri dur denecek diye...

Her ne kadar son yılda ülke (Türkiye) olarak ekonomik ve siyasi olarak biraz güçlenip G-20 arasında temsil edilsek de, Beş daimi üyenin dediğinin olduğu BM ye gözlemci üye olsak da gücün kadar konuşuyorsun. Gücün kadar yanlışlara dur diyorsun. İnkârcılara ve zalimlere karşı gücün kadar mazlumları koruyabiliyorsun. Sert ve caydırıcı davranabilmen için; o zalimlerin ya da zalimlerin arkasındaki bilumum güçlerin elindeki imkânların, hatta daha fazlasının sende olması gerekiyor. İlim, bilim, sanayi, denizcilik, ekonomi, üretim ve benzeri konularda çok çalışman gerekiyor. Yani onlarla mücadele edebilmen için yapılması gerekeni yaptıktan sonra Allah’ın yardımının kuşkusuz geleceğini bilmen gerekiyor.

Bana ne bilmem kimlerden, bana ne ABD den, bana ne Rusya’dan, bana ne İsrail’den, vs bize Allah yeter. Elinden geleni sonuna kadar yapmadan; gücüne bakmadan; planlama, istişare, hazırlık yapmadan; en büyük güç Allah’tır o bize yardım eder dediğin zaman rüzgarın önündeki yaprak gibi darmadağın oluyorsun. Allah zalimde olsa, kafir de olsa çalışana veriyor. Sonunda ortada bir sen kalmıyor.

Dünya Müsüman’larıyla birlikte hareket edemiyorsun. Halklar istese de yöneticileri o zalimler tarafından seçilmiş, ülkenin başına oturtulmuş. Onlar izin vermeyince, daha darbeye darbe demiyorlar. Cumhurbaşkanı veya başbakan sende olsan; gücün kadar hayır diyebilirsin. Gücün kadar dur diyebilirsin zulme. Gücünü elde etmeden ‘bunlar faso fiso’ dersen 15 gün ile 3 ay arası kalırsın iktidarda...

Elbette Allah’tan başka otorite yok. Elbette Allah’tan başka otorite ve ondan başka güç tanımayız. Ama bu söylediklerimiz de dünyanın gerçeğidir.

Otorite tanımak ayrı bir şey, eşeğini sağlam kazığa bağladıktan sonra Allah'a güvenmek ayrı bir şeydir. Dikenli yolda koşmaya kalkarsan ayağına dikenler batar, az ötede düşersin. Önce yoldaki dikenleri etkisiz hale getirmek lazım. Ben diken-miken bilmem, ben koşarım dersen; bırak hedefe varmayı, daha hedefi görmeden düşersin. Japonya Hiroşima’ya bombayı yiyince bunları anladı ve birlik olup çok çalışarak güçlü ülkeler arasına katıldı. Bu yolda her geçen gün daha çok çalışıyor. Ülkemizde son yıllarda bir şeyler yapmaya çalışıyor ama hala ayağındaki prangalardan kurtulabilmiş değil. Ülke olarak birlik olup çok çalışmak şöyle dursun, kendi içimizden sürekli birileri hainlik edip kendi ayamıza kursun sıkmaya veya pranga olmak için her yolu deniyor.

Aydınlık ve çağdaşlık gibi bahanelere sığınıp; demokrasi ve özgürlük gibi kavramları tekrarlayarak ve bunları herkes kendisinden gördükleri için isteyip, diğerlerinden gördüklerine hayalini bile kurdurmayarak ülkemizi aydınlık yarınlara çıkarma şansımız yoktur. Geçmişteki bizim dediğimiz olur, bizim dediğimiz gibi olmayacaksa ışık da, aydınlık da istemeyiz deyip sözde aydınlığa bile karşı çıkmak abesle iştigaldir.

Hem İslami yaşantı gelmesin diye; Müslümanların yaşam haklarını engellemek için her yolu deneyip, sonra da onların yaşamlarındaki eksikleri ve dini yanlışlarını eleştirmek de abesle iştigaldir.

Herkes biliyor ki; tek otorite Allah’tır. Aydınlık da, çağdaşlık da onun yolunda yürümekle olur. Dinimizi çok iyi öğrenmekle olur. Kültürel ve ahlaki alanların yanı sıra ekonomi, sanayi, ticaret, üretim, teknoloji ve ulaşım alanların da dünya milletleriyle yarışmak ve onların üzerine geçmekle olur.

Işıktan korkanlar bırakın korkmaya devam ededursunlar. Işıktan korkanlar bırak ampulü, mum bile yakamaz. Ay, yıldız, güneş onlara çok geliyorsa; bırakalım onlar ateş böcekleri ile yetine dursunlar. Aslında ışıktan korkanlara o bile fazla.

Rabbim dağda ve dağdaki terörü zihninde tutup onlardan bir şey bekleyen, gezi de üç beş ağaç deyip ülkemizin tüyünü yolmaya kalkan hainlere, sözde hak arayarak hak gasp eden ihanet şebekelerine hidayet versin.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey