10 Nisan 2011 Pazar

EVET KORKTUK





Mustafa Balbay yazarlık bilirde biz bilmez miyiz?

Biliriz elbet, bizim de elimiz kalem tutuyor. Klavye tuşlarına da rahatlıkla basıyor. Neden bahsediyorsun diyeceksiniz biliyorum. Onun için hemen fazla meraklandırmadan söyleyeyim.

Msn de özel Hotmail hesaplarında iki gündür bir paylaşım oradan oraya dolaşıyor. Paylaşımda ne mi diyor? Mustafa Balbay hazretleri bir yazı yazmış. Çok önemli notuyla dolaşıyor msn adreslerinden msn adreslerine.

Ne diyor efendim bu yazı da derseniz? Tabiî ki hepsini paylaşmayacağım. Özetini sunup, sonra da söyleyeceğim şeyleri yazacağım.

Mustafa BALBAY'ın kaleminden özü aynı kendisi kısaltılmış olarak;
----------------------------------------------------------------------------------------------------
KORKTUNUZ !!!
Cumhuriyetten, Kurtuluş Savaşından, Kuva-i Milliye ruhundan, Türk Bayrağından, İstiklal Marşından, Bandırma Vapurundan, Samsundan, 19 Mayıs 1919’dan, Erzurum Kongresinden, Sivas Kongresinden, Kadın Erkeğin eşit olmasından, Kubilay’dan, Türkçe Kuran-ı Kerim’den,

Gerçek İslam dininden, Türkçe ezandan, Nutuktan, Laik Çağdaş Türk kadınından Korktunuz.

Sormaktan, sorgulamaktan, hesap sormaktan, hakkınızı aramaktan,
Görmekten, duymaktan, konuşmaktan, 23 Nisan’dan, 30 Ağustos’tan, 209 Ekim’den,
Bağımsız Türk Yargısından, Anayasa Mahkemesinden, Yargıtay’dan, Danıştay’dan,

Atatürk İlke ve Devrimlerinden, Ulus Devlet yapısından,
Cumhuriyet Gazetesinden, Milliyet, Hürriyet, Sözcü, Akşam, Gözcü, Ulus, Tercümandan,
Kanal D, Star, ulusal kanal, Kanal B, Avrasya, CNN Türk, Sky Türk, Halk TV den,
Anıtkabirden, Gazilerden, Şehitlerden, Hukuk devletinden, İstiklal Madalyasından,
Necip Hablemitoğlu, Uğur Mumcu, A.Taner Kışlalı gibi yazarlardan korktunuz…

Milli Egemenlikten, Tam bağımsızlıktan, Atatürkçülükten, Atatürkçü Düşünce Derneğinden,
TSK dan, 10 Kasımdan, Şerefli Savcılardan, Çılgın Türklerden,
CHP, DSP, MHP den ve Kamer Genç’ten korktunuz…
1 Mayıstan, işçiden, hesap soran çiftçiden, Yılbaşı kutlamasından, korktunuz…

1881 den, Zübeyde hanımdan, İlhan Selçuk’tan, Emin Çölaşan’dan, Bekir Coşkun’dan, Oktay Ekşi’den, Yılmaz Özdil’den, Uğur Dündar’dan, Necati Doğru’dan, Mustafa Mutlu’dan, Hayrettin Karaca ve Muazzez İlmiye Çığdan korktunuz... Bahriye Üçoktan, Mustafa Balbay’dan, Ümit Zileli’den, Sesli Gazeteden korktunuz... Yar sav’dan, Baro’lardan, doğrulardan, gerçeklerden, Monşerlerden, Alevilerden, Çağdaş Türk Gençlerinden ve Engellilerden korktunuz…

Kemal Kılıçdaroğlu’ndan, Cumhuriyet mitinglerinden, ‘Atatürk Öldü Biliyor musun Anne?’ Diye ağlayan kızdan, Harf Devriminden, Şapka ve Kıyafet Devriminden, 10. yıl marşından, Atamın içtiği bir bardak rakıdan, Köy Enstitülerinden, "Ne Mutlu Türküm Diyene" demekten

Ceviz Kabuğundan, Arenadan, 32.günden korktunuz... Ormanlardan, ağaçlardan, akarsulardan, meralardan korktunuz...

Mimar ve Mühendis odaları, Tüsiad, Atatürk Kültür Merkezi, Vatanın bölünmez bütünlüğünü dile getiren Paşalardan, hakkını arayan subay ve astsubaylardan, Başı açık ve namuslu Cumhuriyet kızlarından, "Türkiye Laiktir Laik Kalacak" diye haykıran emeklilerden, Atatürk resim ve rozetlerinden, ATATÜYK" diye gülümseyen 1,5 yaşındaki bebekten korktunuz... Karga kovalayan sarışın çocuktan korktunuz...

Sabih Kanadoğlu, Vural Savaş’tan, Yekta Güngör Özden’den Tüm ihanetlerinizi yaşlı ve yorgun gözlerle izleyen dedelerimizden, ninelerimizden korktunuz... Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den korktunuz... Tarafsız ve onurlu vatandaşlardan korktunuz...

Oyunu yani namusunu SATMAYAN yurttaşlardan korktunuz... Rüşvet yemeden, adam kayırmadan evine EKMEK götüren namuslu memurlardan korktunuz... Namazını, orucunu ve yardımını GİZLİ yapan Gerçek Müslümanlardan korktunuz... Kul hakkına saygı gösterenlerden korktunuz... Bölücü HOCAEFENDİLERİN ellerini, eteklerini öpmeden sadece YÜCE ALLAHA kulluk eden milyonlardan korktunuz...

Birlik olup, küsmeden, yılmadan ve boş vermeden 30 dakikasını geleceğine verip SANDIĞA GİDECEK milyonlardan korktunuz...

KORKULARINIZDAN KORKTUNUZ!...

Ama ne acı ki daha fazla OY, daha fazla PARA, daha fazla İKTİDAR, daha fazla GÜÇ için YÜCE ALLAHI sömürmekten, kullanmak tan ve onun adına konuşmaktan KORKMADINIZ! .....Unutmayın ki KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK!

Bu yazıyı okuyan, arkadaşım, anam, babam, teyzem, kardeşim, dostum, büyüğüm, küçüğüm; LÜTFEN yaklaşan seçimler ve bundan sonraki TÜM SEÇİMLERDE sandığa git ve OYUNU KULLAN... Yağmur, çamur deme... Al eline bir şemsiye, giy botunu ve ailen ile birlikte koş sandığa... Sende biliyorsun en fazla 30 dakikanı alır... 4 – 5 yılda bir yapılan seçimler için 30 dakika nedir ki?

HER SEÇİMDE 7-8 MİLYON VATANDAŞ oy kullanmıyor. Yani nerede ise TEK BAŞINA bir İKTİDAR daha... Belki sen de dönem dönem bu milyonların içinde idin... UNUTMA ki sandığa atılmayan HER OY "KORKAKLARIN" hanesine gidiyor…

Diyelim ki 100 kişi oy kullanacak.. Ve bu 100 kişinin tamamının sandığa gittiğini varsayalım... Sonuçlar açıklandı... A partisi %30... B partisi: %20... Olsun. Ancak bu 100 kişiden 20 kişinin sandığa gitmediğini varsayalım... .(Türkiye de her seçim olduğu gibi)...Yani seçmen sayısı 0 olsun... A ve B partisine yine aynı sayıda oy geldiğini varsayalım... Bu sefer her şey aynı olduğu halde yeni seçim sonuçları şöyle oluyor; A partisi %37.5...... B partisi: %25.... Yani fark giderek açılıyor... Milletvekili seçimlerinde ise bu fark daha da acı bir boyuta geliyor... %10 barajının etkisi ve sandığa atılmayan ya da boş atılan oylar yüzünden 1 milletvekili çıkarabilen malum zihniyet AYNI OY SAYISI İLE 2–3 milletvekili çıkarıyor... Sence bu adil mi?

Ankara Belediyesinde yaşanan skandallar malum… Tüm ülke izliyor.. Ama şunu da unutma; Gökçeğin seçildiği dönemlerde yaklaşık 300 bin (300.000) kişi oy kullanmadı… Tahmin ettiğin gibi bu 300 bin seçmen oy kullansa idi Gökçek ve dolayısıyla skandallar olmayacaktı… Bu durum diğer iller içinde geçerli... Ve bu bir seçim başarısı olmadığı halde şenlik yapıp kutluyorlar. %10 Seçim barajı olduğu sürece de sandığa atılmayan her oy KORKAKLARA gidecek.... Hal böyle iken gerçekten SANA İHTİYACIM VAR... Bütün hayatımız boyunca Demokrasiye katkımız bütün seçimlerde bir kâğıda bastığımız toplam yarım fincan mürekkep... Hepsi bu işte... O tahta sandığa gitmek zorundayız... Eğer gitmezsek iş için, zamlar için, maaşlar için, özgürlük için, haklar için sesimizi çıkarmaya ya da meydanlara dökülmeye hakkımız bile yok... Çünkü oy kullanmayarak biz SİSTEMİN DIŞINDA kalmış oluyoruz... Hal böyle olunca tüm yapılanlara ses çıkarmaya da hakkımız olmaz....

Unutma! Demokrasiler de OY SENİN NAMUSUNDUR… Biliyorum, biraz uzun bir yazı oldu ama dedim ya SANA İHTİYACIM VAR.... Senden bir ricam daha olacak... Bu mesajı e-mail ile dostlarına da göndermeni isterim.... Çünkü 1 OY bile ÇOK önemli... Belki senin fikrini değiştiremem ama son sözüm şudur; artık ağırlığını KOY! Sevgi ve saygı ile arz ederim.

-------------------------------------------------------
Evet, Okudunuz Nelerden korkuyormuş Mustafa Balbay gibi düşünmeyen ve onun fikirlerini ve ortaya koyduğu ve koyacağı eylemleri desteklemeyenler hep birlikte okuduk.

Ben de diyorum ki kısa ve öz olarak; Onların hiç birinden korkmadık, Biz Allahtan başka hiçbir şeyden korkmayız. Rabbim izin vermezse hiçbir şey, hiçbir kimseye zarar veremez. Biz buna inanır, buna inanmayı tavsiye ederiz.

Evet, onlardan değil; faili meçhullerden, askeri ve medyatik darbelerden, Seçimle halktan alamadığınız yıllardır çeşitli darbe ve darbe teşebbüsleriyle kullanmaya kalkmanızdan, % 95 ile gelseler de yaptırmayız, ettirmeyiz demelerinizden. İçimize kadar girip, bizden olup, canımızı emanet ettiğimiz asker olup, gazeteci olup, bürokrat olup, Emellerinize ulaşmak için hiç tereddüt etmeden derin yapılanmalarınız ile adam öldürüp sonra istemediğiniz dindar hükümetlerin üzerine yıkarak hükümet devirmenizden, güçsüz koalisyonlardan medet ummanızdan, terörle mücadele deyip, terör üretmenizden korktuk. Asker olup, mitçi olup, emniyet mensubu olup teröre bizzat veya dolaylı olarak destek olmanızdan, terörü yönetmenizden, elemanı olup, devletin parasıyla devlete kurşun sıkanlardan korktuk doğrudur…

Atatürk’ten, Cumhuriyetten, Kurtuluş Savaşından, Kuvayı Milliye ruhundan, Türk Bayrağından, İstiklal Marşından, Bandırma Vapurundan, Samsundan, 19 mayıs 1919 dan, Erzurum Kongresinden, Sivas Kongresinden, Kadın Erkeğin eşit olmasından, Kubilay’dan, Türkçe Kuran-ı Kerim’den, Nutuktan,

Gerçek İslam dini dediğin şey neyse(bildiğimiz tek bir İslam dini var), ondan değil,

Sormaktan, sorgulamaktan, hesap sormaktan, hak aramaktan,
Görmekten, duymaktan, konuşmaktan, 10 Kasımdan, 23 Nisan’dan, 30 Ağustos’tan, 29 Ekim’den, Bağımsız Türk Yargısından, Anayasa Mahkemesinden, Yargıtay’dan, Danıştay’dan, Atatürk İlke ve Devrimlerinden, Milli Egemenlikten, Tam bağımsızlıktan, Atatürkçülükten değil…

Mimar ve Mühendis odaları, Tüsiad, Atatürk Kültür Merkezi, Vatanın bölünmez bütünlüğünü dile getiren Paşalardan, hakkını arayan subay ve astsubaylardan, Başı açık ve namuslu Cumhuriyet kızlarından, "Türkiye Laiktir Laik Kalacak" diye haykıran emeklilerden, Açık giyinen Laik kadından değil, Atatürkçü Düşünce Derneğinden, TSK dan, Şerefli Savcılardan değil de; bunların şerefini satıp güç odaklarının ve vatanın aleyhine şerefsizlik edenlerinden korktuk doğrudur…

‘Oyunu yani namusunu SATMAYAN yurttaşlardan korktunuz... Rüşvet yemeden, adam kayırmadan evine EKMEK götüren namuslu memurlardan korktunuz... Namazını, orucunu ve yardımını GİZLİ yapan Gerçek Müslümanlardan korktunuz... Kul hakkına saygı gösterenlerden korktunuz... Bölücü HOCAEFENDİLERİN ellerini, eteklerini öpmeden sadece YÜCE ALLAHA kulluk eden milyonlardan korktunuz...’ dediğiniz bu kısımda zaten bizim gibi dürüst halkı tarif etmiş olduğunuzdan dolayı sizi kutluyorum Sayın Balbay.

Oyumuzu artık satmadığımız için, artık oyunlarınızı, seçim zamanı bizden olup, seçim geçince Ergenekon ve dış odaklı menfaat odaklı amirlerinizin yanına gitmelerinizi çözdüğümüz için ‘Cumhuriyet elden gidiyor’ , ‘Laiklik elden Gidiyor’ , ‘Bizden sonrası karanlık’, hatta ‘din Elden gidiyor’ bile deseniz de giden bir şeyin olmadığını artık halk olarak gördük. Ama bunların Allah korkusu yok, bunlar her şeyi yapar diye hep korktuk…

Mümin dini sömürmez, Allah’ı sömürmez. Allahın emirleri doğrultusunda yaşar ve her işinde önce onun rızasını gözetir. Sizin anladığınız ve uyguladığınız gibi oy zamanı Müslüman olup, sonra bildiği yere gitmez. Onlara Münafık deniyor ve yerleri de öbür âlemde cehennemdir. Heykelleri yapılsa heykellerinin bile arkası döner onların kıbleye.

Başı dışarıda olan, bir emirle kitlelerin üzerine kurşun yağdıran, korkusuzluğunuzdan korktuk… Yazında da bahsetmiş olduğun, foyanızı meydana çıkarmaya hazırlanan eşref Bitlis gibi komutanları, Uğur Mumcu ve diğerleri gibi yazarları acımadan öldüren ve öldürten, sonra da işi sağcı diye oluşturduğunuz terör örgütlerinin üzerine yıkıp, faili meçhul bir cinayetle, hükümeti deviren ve dolayısıyla bir nevi darbe yapan, derin Ergenekon yapılanmasından korktuk. Menderes köpek davasından, Özal’ı zehirleyerek,

Muhsin’in nasıl öldüğü malum, Merhum Ecevit’i bile ölüme göndermenizden, bunların bazıları ispatlanamama ihtimaline karşı ölüme gönderme ihtimalinizden korktuk, diye yumuşatalım biraz…

Evet korktuk, Allah’tan korkmayanlardan korktuk, insanların içine baka baka yalan söyleyip, karşı tarafı yalanlarıyla karalayanlardan korktuk… bir harfle, bir yazıyla adam mahkum edenlerden, bir kurşunla hükümet devirenlerden korktuk…

Ve bu sebeple yılardır hep sustuk...
Dahası var ama benim vaktim yok yazmaya... Hem de yazı çok uzun olacak.

Ama şimdi savcı da değişse, hâkimler de değişse
Sağduyulu, devletine ve seçilmiş sivil iradeye saygı duyan,
Hukukun Üstünlüğü ilkesine inanan, Askeri vesayetten ve Ergenekon yapılanmasından değil de Hukuk kurallarından direktif alan ve ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir' sözüne değer veren yöneticiler ve hâkimler mutlaka çıkacak ve hesabı sorulacak.

Halkı kayırır gibi gözüküp, hep kalemi halka çeviren medya mensupları…
Vatanı ve halkımızın güvenliğini emanet ettiğimiz, sınırlarımızı koruyun ve terörü bitirin dediğimiz polis ve korucular, istihbarat görevlileri ve dolaylı dolaysız, silahı millete doğrultan rütbeli rütbesiz asker!...

Her türlü suçu işlerken, dinleniriz de foyamız meydana çıkar diye korkarak, dinleniyoruz, özel hayat diye bir şey kalmadı diye ortalığı ayağa kaldıran zevatlar mutlaka işledikleri işlemeye teşebbüs ettikleri suçların hesabını verecek, vermeliler…
Suç işlemeyen, işlemeyecek olan, dinlenmekten niye korksun?

Şakşakçıları olsa da vermeliler, verecekler, olmasa da...
Foyaları ortaya çıkınca Atatürk ve Cumhuriyetin arkasına saklanmak yok öyle... Yemezlerrrrr...
Cem Uzan ve Ekibi de Cumhuriyet için bilmem kaçıncı gün diye hesap yapıyorlardı...
Her türlü yasa dışı işleri yaparken cumhuriyet yok muydu????
Diye sorarlar adama...

Feyzullah kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

7 Nisan 2011 Perşembe

KURTULUŞ KAPISINI AÇMAK


Sevgili kardeşlerim ve değerli okuyucular insanoğlunu yeryüzüne, hikmetinden sual olunmaz yüce rabbimin lütfüyle bir imtihan vesilesiyle yaratıldık ve yeryüzüne gönderildik. Bu gönderiliş tabiî ki, sorgusuz sualsiz yaşayıp heva ve heveslerimizin peşinde koşmak için değildir. Nefislerimizin isteklerine göre değil, rabbimin razı olacağı şekilde ve doğru bir hayatı yaşamak peşinde olmalıdır.

Yani onun emirlerine uygun, yasaklarından uzak durarak yaşanacak bir hayatı tercih etmek peşinde olmalıdır. Buna kısaca salih amel ve güzel ahlakla donatılmış bir hayatı yaşamanın yanında kötülüklerden uzak, nefislerimize, komşularımıza ve diğer tüm canlılara zarar verecek olan her türlü eylemden ve işten uzak durmanın peşinde olmalıdır.

Ancak bu salih amellerin ve güzelliklerin bize Ahirette faydası olması için, Rabbimizin rızasını kazanabilmemiz için, önce onun varlığını idrak edip, ona iman ve teslimiyet göstermek gerekir. Aksi takdirde işlediğimizi ameller, yaşantımızdaki güzel ahlak bizlerin ve dolayısıyla toplumumuzdaki ve dünyadaki huzurumuzun ve güvenliğimizin sağlanmasına katkıda bulunsa da; Ahirette bize bir faydası olmaz.

Bunun için öncelikle yüce yaratanımız olan, bizleri ve tüm canlı cansız varlıkları yoktan var eden varlıkların sahibi ve maliki olan Allah’a giden kapıyı amcalıyız. Bu kapıyı açmakta onun dinine girmekle, yani “Allahtan başka ilah yoktur, Muhammed (s.a.v.) onun kulu ve elçisidir” sözünü ve inancını hem kalben hem de dil ile söylemekle olur. Bunu söyledikten sonra az önce bahsetmiş olduğumuz salih amel, güzel ahlak ve insanlara ve diğer canlılara iyilik etmelerimiz Allah nazarında anlam kazanır.

Birde şöyle bahaneler buluruz kendimize; ben çok kötülük ettim. Artık beni Allah affetmez, benim için çok geç, gibi bahaneler üretiriz kendimize. O kapı bize oktan kapanmıştır. Ya da daha yaşım genç biraz hayatımı yaşayayım da sonra bakarız filan gibi öteleyen bahanelerin arkasına saklanırız. Ya da efendim din ve İslam kıldan ince ve kılıçtan keskin, biz nerde uygularız, tam olarak yaşayamayız, en iyisi hiç uğraşmayalım gibi düşüncelere kapılanlar olabilir. İşte bunlar nefis ve şeytan denen insanın kendi has düşmanlarının argümanlarıdır.

Bunlardan kurtulmak için zararın nesrinden dönersek kardır deyip, bir daha bilerek hataya düşmemek üzere öncesi için tövbe edip Allahın ipine, yani kuran ve Rasülüllah’ın sünnetine sarılmalıyız. Ancak o zaman bize artık kilitli dediğimiz hak kapısı ardına kadar açılacaktır bundan emin olmalıyız. Bunu zaten “ben kuluma şahdamarından daha yakınım” diyerek yüce rabbim kendisi beyan ediyor Kuran-ı Kerimde.

Şu ünlü sihirbazın hikâyesini hepimiz duymuşuzdur. Hani şu ismi Harry Houdini olan sihirbazın adını duymuşuzdur. Duymamış iseniz de internette bu adla yapacağınız bir aramada çıkan sonuçlar size onun ününün büyüklüğünü ispatlayacak ve isterseniz bu hikâyeyi okumanızı sağlayacaktır.

Şimdi gelelim hikâyeye;
İşte bu kilit açma ustası, yanına hiçbir gereç almadan, yalnızca giysileriyle girdiği herhangi bir hapishaneden bir saatten önce kurtulacağını iddia eder ve hep bununla övünürmüş. İngiliz Adalarındaki küçük bir kasabadaki bazı insanlar Houdini´yi iddiasını ispat etmeye davet eder. Houdini kasabanın yeni hapishanesine geldiğinde, hapishanedeki bir hücreye yerleştirilir. İnsanlarda heyecan dersen doruklardır. Kapılar kapandığında kasabalılar hariç herkes onun o hücreden nasıl çıkabileceğini merak etmektedir. Houdini öyle kilitler açmıştı ki bunları açmaması şaşılacak bir durum olurdu. Ama kasabalıların yine de çıkamayacağına dair bir ümitleri vardı...

Houdini´nin kemerinde yirmi beş santimlik bir çelik parçası vardı ve bütün kilitleri onunla açardı. Ancak bütün maharetine rağmen bu kez zorlanmıştır. Anlayamadığı bir şekilde kilit açılmamakta direniyordu...

Yarım saat uğraştıktan sonra, kendine güveni yok olmaya başlamıştı. Bir saat dolduğunda artık kan ter içinde kalmıştı.

İkinci saatin sonunda artık pes etti ve kapının üzerine yığıldı. Ve kapı o anda kendiliğinden açılıverdi.

Kasabalılar hinlik edip kapıyı kilitlememişlerdi. Kapı yalnızca Houdini´nin kafasında kilitliydi. Biraz itse açılacaktı ama kapının kilitli olduğunu düşündüğü için bunu denemeyi düşünmemişti bile. Karşımıza öyle kapılar çıkıyor ki bazen dünyanın koşuşturmacasından bu kapıların kilitli mi yoksa açık mı olduğuna bakmak aklımızdan bile geçmiyor... Eğer bir kilidi açmak size imkânsız gibi geliyorsa biraz düşünmeye vakit ayırın ve gerçek kilidin o olmadığını fark edin...

Hayatın kapıları da aynen böyledir. Kilitli olduklarını düşünüp, açmayı denemediğiniz sürece kilidi açmak için gereksiz ter dökersiniz. Bazen yapmanız gereken tek şey, sadece, şöyle hafifçe dokunuvermektir kapıya...

Bizim için artık çok geç demek yerine bir samimi tövbeyle rabbim bizi affediverecektir. Kilitlidir dediğimiz tövbe ve samimi dua kapısıyla yeniden girmemiz gereken kurtuluş kapısından giriveririz. Ya da bize yıllardır dargın olan komşularımız, dostlarımız ve diğer insanlarla ilişkilerimiz düzelmez diye düşünürken, bir selam vermekle, bir merhaba demekle açılmayacak dediğimiz dostluk, akrabalık ve komşuluk kapıları açılıverecektir. Kim bilir belki zaten kapı açıktır da itilmeyi beklemektedir.

Ne kadar doğrudur, ne kadar yanlıştır bilinmez ama bu hikâyenin insanın kendi başarısını nasıl etkileyeceğini, hayatına nasıl ve ne şekilde istikamet vermesi gerektiğini göstermesi bakımından önemi çok büyüktür. Bence bu aklımızdan hiç çıkarmamamız gereken ibretlik bir hikâyedir.

Yaşamın içinde ibretlik öykülerimiz insanoğlu var olduğu sürece olmaya devam edecek... Kilitsiz bir ömür geçirmeniz dileğiyle... Yüce rabbimin selamı, rahmeti ve bereketi üzerimize olsun. Allah yar ve yardımcımız olsun…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey