30 Haziran 2014 Pazartesi

ÖMÜR, EZANLA NAMAZ ARASI KADARDIR





İnsanın doğumundan ölümüne kadar geçen sınırlı zaman dilimine "ömür" denir. Ömrünü tamamlayan her varlığın yaşamı sona erer. İşte ömrün bittiği, hayatın sona erdiği zamana "ecel" denir. Ecel kelimesi Kur'an-ı Kerim de ölüm vakti ve ömrün bitim anı gibi anlamlarda kullanılmıştır. 
Senenin başında evimizin duvarına astığımız takvimden her gün bir yaprak koparıyoruz. Birer birer kopuyor takvimin yaprakları. Bir de bakıyoruz ki, o kocaman takvim yaprakları tükenmiş, senenin sonu gelmiş. Biten takvimin yerine bir yenisini asıyoruz. Bu olay bizi düşüncelere sevk ediyor. Kopan her takvim yaprağıyla birlikte, ömrümüzden bir gün geri gelmemek üzere gidiyor. Belki duvardaki takvimin tükenişinden haberdarız. Ya ömrümüzün hızla azalmasından, her gün bir adım daha sona doğru yaklaştığımızdan haberimiz var mı? Biten takvimi yenilediğimiz gibi ömrümüzü de yenileyebilme, uzatabilme imkânımız olacak mı?


Günler geceler birbirini kovalarken, olayların akışına kapılıp günlük dertlerin arasında boğuluyoruz. Sanki kasamızda koca bir ömür varmışçasına, bitmeyecek bir ömrü yaşıyormuşçasına kendi dünyamızda doludizgin koşturuyoruz. Geçen günlerle beraber, aslında ömrümüzün geçtiğini hiç düşünmüyoruz.

İsterseniz bir de şu manzaraya bakalım: Nehir kenarında yaşlı bir adam dalgın dalgın hızla akan suya bakıyordu. Genç adam yaklaşıp: “Amca, çok dalmışsın, neye bakıyorsun öyle? ” diye sorunca ihtiyar adam içini çekerek: “Akan ömrüme evladım, akan ömrüme bakıyorum.” der. 

Yaşadığımız şu zamanda insan, akıntıya kapılmış gibi yaşıyor. Sel gibi kopup gelen hadiselerin içinde sürüklenip gidiyor. Bu telâşlı yaşama hızıyla, değil durup düşünmek, ömrünün tükendiğini bile unutuyor.
Diğer yanda bir dede ile torununun konuşmalarına kulak veriyoruz: Torun, pamuk gibi bembeyaz sakallı, nur yüzlü dedesine merakla soruyor: “Dedeciğim! Bir insanın ömrü ne kadar olur? ” Dede tatlı bir gülücükle: “Ezanla namaz arası kadar; yani namazsız ezanla, ezansız namaz arası kadardır yavrucuğum.” deyince torun: “Nasıl yani, ömür bu kadar kısa mı? Tam olarak bu ne demek açıklar mısın? ”der. Dede şefkatle ellerinden tuttuğu torununa: “Bak yavrum, geçenlerde komşumuzun çocuğu doğdu. O çocuğun kulağına ezan okundu değil mi? İşte o ezanın namazı kılındı mı? Kılınmadı. O ezan “Namazsız ezan”dı. İnsan öldüğü zaman kılınan cenaze namazının da ezanı yoktur. O da “Ezansız namaz”dır. Aslında o namazın ezanı insan doğunca okunmuştu kulağına.

“Bak ey insan! Doğdun, ama öleceksin, ömür çabuk biter, hayatını iyi değerlendir. Boşa vakit harcama! ” ikazını yapıyordu o ezan. İşte yavrum ÖMÜR, EZANLA NAMAZ ARASI KADARDIR. Sakın boşa geçirme. Ömrünü dolu dolu yaşa, bir nefes bile boşluk bırakma! ” derken gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Evet, her insanın bir ömrü vardır. Dünyadaki yaşayacağı günleri, alıp vereceği nefesleri sayılıdır. ‘Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler’ (A’raf-34)

Hâl böyle olunca insanın, aklını kullanarak nice örneklerini gördüğü bu olayı bizzat yaşamadan önce, hayatına, yaşantısına bir çeki düzen vermesi gerekir. Öyle ya, ömür kısa ve varış da Allah'a olduğuna göre, akıllı bir kimse nefsin bitip tükenmek bilmeyen istek ve arzularını tatmin edeceğim diye sayılı nefeslerini, ömür günlerini nasıl boşa geçirebilir? 

Dünya denilen geçici hayat, bir serap gibidir; prıldar, kandırır ve kaybolur gider.Bir bulut gibi kayıp gider elimizden. Allahü Teala: '' Bu dünya hayatı aldatıcı bir metadır.''(Enam Suresi 32) ayetiyle dünyayı, müşteriyi aldatmak için süslenen püslenen, allanıp pullanan, çekici bir şekilde sunulan; ancak alındıktan sonra hiç bir değeri olmadığı görülen bir mala benzetiyor. Madem ki dünya böylesine değersizdir, madem ki ölüm de kendisinden kaçılamayan bir gerçektir; öyleyse akıllı insan hayatını değerlendirmelidir. İnsanın hayatı kendisine Allahın verdiği bir emanettir. Bu emanete hıyanetlik etmemelidir. Emanete hıyanetlik etmemiş olması için de, her insan hayatını Allahın emirleri ve yasakları doğrultusunda yaşaması gerekir.

İnsanlar, kıyamet gününde, bu dünyada yaptıkları her şeyden hesaba çekileceklerdir. “Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/374–375.) 
Hadis-i şerifte sayılan dört şey, kıyamet günü sorulacak olanların en önemlileridir. Yoksa insan kendisine verilen her nimetten sorguya çekilecektir. Yüce Rabbimiz bu durumu şöyle beyan eder: “Sonra, o gün, size verilen nimetten elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür -8) Ömür, sağlık, afiyet, içilen bir yudum tatlı ve soğuk su, mal, evlat, makam, vs. hep sorulacak olan nimetlerdir. 

Akıllı bir insanın nimetlere nankörlük etmesi değil, şükretmesi gerekir. Ömür nimetine şükretmek ancak yaşadığı zamanı değerlendirmekle mümkün olur. Hayatını dolu dolu yaşamakla olur. Her gün insana yeni bir yirmi dört saat emanet olarak verilmektedir. Verilen yeni gün insanı ikaz etmektedir: “Ey insan! Ben sana verilen yeni bir günüm, benim kıymetimi bil ve çok iyi değerlendir, zira kıyamete kadar bir daha geri gelmeyeceğim ve artık asla eline geçmeyeceğim! ” 

Zaman, hayattır. Geçen zamanın yerine yenisini koymak, telafi etmek mümkün değildir. Öyleyse zamanını boşa geçiren kimse, hayatını boşa geçirmiştir. Müslüman’ın ise boşa geçirilecek zamanı yoktur. Çünkü o bilir ki; sorumluluk zamanla eş anlamlı, eş değerlidir. Bilir ki, zamanı kontrol edememek, hayatı kontrol edememektir. Hayatını kontrol edemeyenler de hep pişman olmuş, nedamet duymuşlardır: Onun için yüce Allah şöyle uyarır:  “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır. Her-hangi birinize ölüm gelip de: “Rabbim! Ne olur, ölümümü biraz geciktirsen de, sadaka verip iyilik edenlerden olsam! ” demeden önce size verdiğimiz rızıktan harcayın. Allah, eceli gelen bir kimseyi geri bırakmaz. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münâfıkûn (9-11)
Muhammed Parisa Hazretleri şöyle der: “Gafil halk, tembelliğinden bir laf eder: “Yarın olsa da bir iş işlesem.” Bilmez ki, bugün, dünkü günün yarınıdır. Bugün ne işlemiştir ki, yarın ne işleye? ” 

Ebedî olan ahiret hayatını kazanabilmek için, kısa ve geçici olan dünya hayatını ve ömrünü sermaye olarak kullanmalıdır. Sermaye tükenmeden ahiret âlemi için yapacağı yatırımları yapmalıdır. bu günün işini yarına bırakmamalı, hele hele hiç boşa vakit harcayıp vaktinin katili olmamalıdır. 

İnsan unutmamalıdır ki '' Ömür bir gündür; o gün de bu gündür.''

Allah insanı her şeyle alakalı yarattığı için, insan ne bu gününden kopabilir, ne yarınından ve ne de ahiretinden kopabilir. Zaman nehrinin içinde bu güne geldiği gibi, ömrü varsa yarına gidecek ve nihayetinde de ahirete varacaktır. İnsan istemese de bir yolcudur. Yolcu ise gideceği yeri düşünmelidir. Tıpkı bir öğrencinin bugünü için çalışması, gelecek sınavına hazırlanması ve aynı zamanda sene sonundaki karnesini de düşünmesi gerektiği gibi.
Bütün bunlara ulaşmak için elimizde olan sermayemiz ise bulunduğumuz gün, belki de yaşadığımız andır. Durum böyleyken ömrümüzü çok uzun zannetmekle aldanıyoruz. Hiç bitmeyecek nazarıyla baktığımız ömrümüzü hoyratça savuruyoruz. Yaşadığı günün son gün olabileceğini hesaba katmayıp, nasıl olsa yarın yaparım diyen nefsimizi uyaralım bu sözle: ''Ömür bir gündür; o gün de bu gündür.''

Hayatımız bir kum saati gibi. Düşen kumları görüyoruz ama acaba üst tarafta daha ne kadar kum kaldı? Onu ne görebiliyoruz, ne de biliyoruz. Biteceğinde şüphe olmayan bir ömür yaşıyoruz. Biteceği o kadar aşikâr olanın sonunu düşünmemeye başlıyoruz. Ve sonunda hayallerimizin peşine düşüyoruz.

Kendine değer veren, ömrünü heba etmek istemeyen ve günlerini hem dünyası, hem de ahireti için kazançlı yapmak isteyenlere yüce Kitabımızın ayetleri rehber oluyor. Hak ile bâtılı apaçık ayıran Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: ''Asra (zamana) yemin olsun. İnsan hüsrandadır (zarardadır). Ancak iman edip güzel işler yapanlar ve birbirine hakkı ve sabrı öğütleyenler müstesna.'' (Asr Sûresi)

Ömrümüzü verip, dünyanın fani oyuncaklarını alıyoruz. Değerliyi değersizle değiştiriyoruz. Kazandıklarımızla kâr etmemiz mümkün mü? Ancak, kazançlı çıkabilmenin iki yolu var: biri iman edip güzel işler yapmak. Diğeri de birbirimize hakkı ve sabrı öğütlemek. Ancak hayvanlar bile kendilerine verilen komutlara uyarken, sözden anlarken; bazılarımız kötülük yapmakta ve insanlara ve çevreye zarar verme konusunda pervasızca davranmaya devam etmektedir. Kendisine ve çevreye faydalı olan iyilik ve güzel işler öğütlendiğinde: ''Sen kimsin? Beni düzeltmek sana mı kaldı? Bu dünyayı sen mi düzelteceksin? '' diye cevaplarla karşı koyuşları görebilmekteyiz. 

Aldığımız ve verdiğimiz her nefesin hesabını vereceğimizin bilinciyle, plânlı - programlı; sonuçta pişman olmayacağımız bir hayatı yaşayanlardan olabilmek dileğiyle… Allaha emanet olunuz.
 
Feyzullah Kırca