İnsanın doğumundan ölümüne kadar geçen
sınırlı zaman dilimine "ömür" denir. Ömrünü tamamlayan her varlığın
yaşamı sona erer. İşte ömrün bittiği, hayatın sona erdiği zamana "ecel"
denir. Ecel kelimesi Kur'an-ı Kerim de ölüm vakti ve ömrün bitim anı gibi
anlamlarda kullanılmıştır.
Senenin başında evimizin duvarına astığımız
takvimden her gün bir yaprak koparıyoruz. Birer birer kopuyor takvimin
yaprakları. Bir de bakıyoruz ki, o kocaman takvim yaprakları tükenmiş, senenin
sonu gelmiş. Biten takvimin yerine bir yenisini asıyoruz. Bu olay bizi
düşüncelere sevk ediyor. Kopan her takvim yaprağıyla birlikte, ömrümüzden bir
gün geri gelmemek üzere gidiyor. Belki duvardaki takvimin tükenişinden
haberdarız. Ya ömrümüzün hızla azalmasından, her gün bir adım daha sona doğru
yaklaştığımızdan haberimiz var mı? Biten takvimi yenilediğimiz gibi ömrümüzü de
yenileyebilme, uzatabilme imkânımız olacak mı?
Günler geceler birbirini kovalarken, olayların
akışına kapılıp günlük dertlerin arasında boğuluyoruz. Sanki kasamızda koca bir
ömür varmışçasına, bitmeyecek bir ömrü yaşıyormuşçasına kendi dünyamızda
doludizgin koşturuyoruz. Geçen günlerle beraber, aslında ömrümüzün geçtiğini
hiç düşünmüyoruz.
İsterseniz bir de şu manzaraya bakalım: Nehir
kenarında yaşlı bir adam dalgın dalgın hızla akan suya bakıyordu. Genç adam
yaklaşıp: “Amca, çok dalmışsın, neye bakıyorsun öyle? ” diye sorunca ihtiyar
adam içini çekerek: “Akan ömrüme evladım, akan ömrüme bakıyorum.” der.
Yaşadığımız şu zamanda insan, akıntıya kapılmış
gibi yaşıyor. Sel gibi kopup gelen hadiselerin içinde sürüklenip gidiyor. Bu
telâşlı yaşama hızıyla, değil durup düşünmek, ömrünün tükendiğini bile
unutuyor.
Diğer yanda bir dede ile torununun
konuşmalarına kulak veriyoruz: Torun, pamuk gibi bembeyaz sakallı, nur yüzlü
dedesine merakla soruyor: “Dedeciğim! Bir insanın ömrü ne kadar olur? ” Dede
tatlı bir gülücükle: “Ezanla namaz arası kadar; yani namazsız ezanla, ezansız
namaz arası kadardır yavrucuğum.” deyince torun: “Nasıl yani, ömür bu kadar
kısa mı? Tam olarak bu ne demek açıklar mısın? ”der. Dede şefkatle ellerinden
tuttuğu torununa: “Bak yavrum, geçenlerde komşumuzun çocuğu doğdu. O çocuğun
kulağına ezan okundu değil mi? İşte o ezanın namazı kılındı mı? Kılınmadı. O ezan
“Namazsız ezan”dı. İnsan öldüğü zaman kılınan cenaze namazının da ezanı yoktur.
O da “Ezansız namaz”dır. Aslında o namazın ezanı insan doğunca okunmuştu
kulağına.
“Bak ey insan! Doğdun, ama öleceksin, ömür
çabuk biter, hayatını iyi değerlendir. Boşa vakit harcama! ” ikazını yapıyordu
o ezan. İşte yavrum ÖMÜR, EZANLA NAMAZ ARASI KADARDIR. Sakın boşa geçirme.
Ömrünü dolu dolu yaşa, bir nefes bile boşluk bırakma! ” derken gözlerinden
yaşlar süzülüyordu.
Evet, her insanın bir ömrü vardır. Dünyadaki
yaşayacağı günleri, alıp vereceği nefesleri sayılıdır. ‘Her ümmet için bir ecel
vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne
alınabilirler’ (A’raf-34)
Hâl böyle olunca insanın, aklını kullanarak
nice örneklerini gördüğü bu olayı bizzat yaşamadan önce, hayatına, yaşantısına
bir çeki düzen vermesi gerekir. Öyle ya, ömür kısa ve varış da Allah'a olduğuna
göre, akıllı bir kimse nefsin bitip tükenmek bilmeyen istek ve arzularını
tatmin edeceğim diye sayılı nefeslerini, ömür günlerini nasıl boşa geçirebilir?
Dünya denilen geçici hayat, bir serap gibidir; prıldar, kandırır ve kaybolur gider.Bir bulut gibi kayıp gider elimizden. Allahü Teala: '' Bu dünya hayatı aldatıcı bir metadır.''(Enam Suresi 32) ayetiyle dünyayı, müşteriyi aldatmak için süslenen püslenen, allanıp pullanan, çekici bir şekilde sunulan; ancak alındıktan sonra hiç bir değeri olmadığı görülen bir mala benzetiyor. Madem ki dünya böylesine değersizdir, madem ki ölüm de kendisinden kaçılamayan bir gerçektir; öyleyse akıllı insan hayatını değerlendirmelidir. İnsanın hayatı kendisine Allahın verdiği bir emanettir. Bu emanete hıyanetlik etmemelidir. Emanete hıyanetlik etmemiş olması için de, her insan hayatını Allahın emirleri ve yasakları doğrultusunda yaşaması gerekir.
İnsanlar, kıyamet gününde, bu dünyada yaptıkları her şeyden hesaba çekileceklerdir. “Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/374–375.)
Dünya denilen geçici hayat, bir serap gibidir; prıldar, kandırır ve kaybolur gider.Bir bulut gibi kayıp gider elimizden. Allahü Teala: '' Bu dünya hayatı aldatıcı bir metadır.''(Enam Suresi 32) ayetiyle dünyayı, müşteriyi aldatmak için süslenen püslenen, allanıp pullanan, çekici bir şekilde sunulan; ancak alındıktan sonra hiç bir değeri olmadığı görülen bir mala benzetiyor. Madem ki dünya böylesine değersizdir, madem ki ölüm de kendisinden kaçılamayan bir gerçektir; öyleyse akıllı insan hayatını değerlendirmelidir. İnsanın hayatı kendisine Allahın verdiği bir emanettir. Bu emanete hıyanetlik etmemelidir. Emanete hıyanetlik etmemiş olması için de, her insan hayatını Allahın emirleri ve yasakları doğrultusunda yaşaması gerekir.
İnsanlar, kıyamet gününde, bu dünyada yaptıkları her şeyden hesaba çekileceklerdir. “Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/374–375.)
Hadis-i şerifte sayılan dört şey, kıyamet
günü sorulacak olanların en önemlileridir. Yoksa insan kendisine verilen her
nimetten sorguya çekilecektir. Yüce Rabbimiz bu durumu şöyle beyan eder:
“Sonra, o gün, size verilen nimetten elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür -8) Ömür, sağlık, afiyet,
içilen bir yudum tatlı ve soğuk su, mal, evlat, makam, vs. hep sorulacak olan
nimetlerdir.
Akıllı bir insanın nimetlere nankörlük etmesi
değil, şükretmesi gerekir. Ömür nimetine şükretmek ancak yaşadığı zamanı
değerlendirmekle mümkün olur. Hayatını dolu dolu yaşamakla olur. Her gün insana
yeni bir yirmi dört saat emanet olarak verilmektedir. Verilen yeni gün insanı
ikaz etmektedir: “Ey insan! Ben sana verilen yeni bir günüm, benim kıymetimi
bil ve çok iyi değerlendir, zira kıyamete kadar bir daha geri gelmeyeceğim ve
artık asla eline geçmeyeceğim! ”
Zaman, hayattır. Geçen zamanın yerine
yenisini koymak, telafi etmek mümkün değildir. Öyleyse zamanını boşa geçiren
kimse, hayatını boşa geçirmiştir. Müslüman’ın ise boşa geçirilecek zamanı
yoktur. Çünkü o bilir ki; sorumluluk zamanla eş anlamlı, eş değerlidir. Bilir
ki, zamanı kontrol edememek, hayatı kontrol edememektir. Hayatını kontrol
edemeyenler de hep pişman olmuş, nedamet duymuşlardır: Onun için yüce Allah
şöyle uyarır: “Ey iman edenler!
Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa,
işte onlar ziyana uğrayanlardır. Her-hangi birinize ölüm gelip de: “Rabbim! Ne
olur, ölümümü biraz geciktirsen de, sadaka verip iyilik edenlerden olsam! ”
demeden önce size verdiğimiz rızıktan harcayın. Allah, eceli gelen bir kimseyi
geri bırakmaz. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münâfıkûn (9-11)
Muhammed Parisa Hazretleri şöyle der: “Gafil
halk, tembelliğinden bir laf eder: “Yarın olsa da bir iş işlesem.” Bilmez ki,
bugün, dünkü günün yarınıdır. Bugün ne işlemiştir ki, yarın ne işleye? ”
Ebedî olan ahiret hayatını kazanabilmek için,
kısa ve geçici olan dünya hayatını ve ömrünü sermaye olarak kullanmalıdır.
Sermaye tükenmeden ahiret âlemi için yapacağı yatırımları yapmalıdır. bu günün işini yarına bırakmamalı, hele hele hiç boşa vakit harcayıp vaktinin katili olmamalıdır.
İnsan unutmamalıdır ki '' Ömür bir gündür; o gün de bu gündür.''
Allah insanı her şeyle alakalı yarattığı için, insan ne bu gününden kopabilir, ne yarınından ve ne de ahiretinden kopabilir. Zaman nehrinin içinde bu güne geldiği gibi, ömrü varsa yarına gidecek ve nihayetinde de ahirete varacaktır. İnsan istemese de bir yolcudur. Yolcu ise gideceği yeri düşünmelidir. Tıpkı bir öğrencinin bugünü için çalışması, gelecek sınavına hazırlanması ve aynı zamanda sene sonundaki karnesini de düşünmesi gerektiği gibi.
İnsan unutmamalıdır ki '' Ömür bir gündür; o gün de bu gündür.''
Allah insanı her şeyle alakalı yarattığı için, insan ne bu gününden kopabilir, ne yarınından ve ne de ahiretinden kopabilir. Zaman nehrinin içinde bu güne geldiği gibi, ömrü varsa yarına gidecek ve nihayetinde de ahirete varacaktır. İnsan istemese de bir yolcudur. Yolcu ise gideceği yeri düşünmelidir. Tıpkı bir öğrencinin bugünü için çalışması, gelecek sınavına hazırlanması ve aynı zamanda sene sonundaki karnesini de düşünmesi gerektiği gibi.
Bütün bunlara ulaşmak için elimizde olan
sermayemiz ise bulunduğumuz gün, belki de yaşadığımız andır. Durum böyleyken
ömrümüzü çok uzun zannetmekle aldanıyoruz. Hiç bitmeyecek nazarıyla baktığımız
ömrümüzü hoyratça savuruyoruz. Yaşadığı günün son gün olabileceğini hesaba
katmayıp, nasıl olsa yarın yaparım diyen nefsimizi uyaralım bu sözle: ''Ömür
bir gündür; o gün de bu gündür.''
Hayatımız bir kum saati gibi. Düşen kumları
görüyoruz ama acaba üst tarafta daha ne kadar kum kaldı? Onu ne görebiliyoruz,
ne de biliyoruz. Biteceğinde şüphe olmayan bir ömür yaşıyoruz. Biteceği o kadar
aşikâr olanın sonunu düşünmemeye başlıyoruz. Ve sonunda hayallerimizin peşine
düşüyoruz.
Kendine değer veren, ömrünü heba etmek
istemeyen ve günlerini hem dünyası, hem de ahireti için kazançlı yapmak
isteyenlere yüce Kitabımızın ayetleri rehber oluyor. Hak ile bâtılı apaçık
ayıran Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: ''Asra (zamana) yemin olsun. İnsan hüsrandadır
(zarardadır). Ancak iman edip güzel işler yapanlar ve birbirine hakkı ve sabrı
öğütleyenler müstesna.'' (Asr Sûresi)
Ömrümüzü verip, dünyanın fani oyuncaklarını
alıyoruz. Değerliyi değersizle değiştiriyoruz. Kazandıklarımızla kâr etmemiz
mümkün mü? Ancak, kazançlı çıkabilmenin iki yolu var: biri iman edip güzel
işler yapmak. Diğeri de birbirimize hakkı ve sabrı öğütlemek. Ancak hayvanlar
bile kendilerine verilen komutlara uyarken, sözden anlarken; bazılarımız
kötülük yapmakta ve insanlara ve çevreye zarar verme konusunda pervasızca
davranmaya devam etmektedir. Kendisine ve çevreye faydalı olan iyilik ve güzel
işler öğütlendiğinde: ''Sen kimsin? Beni düzeltmek sana mı kaldı? Bu dünyayı
sen mi düzelteceksin? '' diye cevaplarla karşı koyuşları görebilmekteyiz.
Aldığımız ve verdiğimiz her nefesin hesabını
vereceğimizin bilinciyle, plânlı - programlı; sonuçta pişman olmayacağımız bir
hayatı yaşayanlardan olabilmek dileğiyle… Allaha emanet olunuz.
Feyzullah Kırca