19 Şubat 2016 Cuma

TERÖRE SİLAH BİZE TAZİYE




Kurtlarla birlikte sürüye saldırıp, daha yorgunluğu geçmeden hemen çobanları istifaya davet edenleri önce Allah’a sonra sağduyulu insanlarımızın mahşeri vicdanına havale ediyorum. Allah kesinlikle mutlak adildir; kimsenin ‘Ah!’ını kimse de bırakmaz. Ancak  maalesef canlarımız yanıyor. 

Şehit yakınlarının yüreğinde ve ocaklarında kıyamet koparken; terör saldırılarını yapanlara silah, para ve gizli bilgi desteğinin yanında; zalime, teröriste, teröristin saldırılarını siyasi çıkara dönüştürmek için el ovuşturan tüm ihanet şebekelerine,  gizli servis desteği vererek canımızın yanması için uğraşanların hiç birine yatağında rahatlık verme Allah’ım! Diyerek söze başlamak istiyorum. 

Ülkemin istikbalinin güçlü olması için söz söyleyen, yol yürüyen, üretim yapan ve be benim için en önemlisi Hakkın zaferinin gerçekleşmesi uğurunda ölümü göze alıp şahadet şerbetini içmek pahasına ülkemizin ve halkının zarar görüp diz çökmesi için gizli ve aşikâr saldırılarla mücadele eden tüm vatan evlatlarına rabbim yardım eylesin.

İyi niyetinden şüphem olmayan değerli bir dostum; ‘ Memleketin ciğeri yanıyor yine… Bülbülün çektiği dili belasıdır. Böyle zamanlarda konuşmak zordur. Ancak tarih tekerrürden ibarettir derler ve eklerler hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi. Kılıcın kınından, okun yayından çıktığı günler bu günler. Yedi düveli karşımıza almasaydık iyiydi ama en azından bir yerlerden başlayıp sayıyı azaltmak lazım... Dua edelim askerimize polisimize ülkemize milletimize... Askeri olduğu kadar politik başarılar da beklemek hakkımız.’ diyor bir paylaşımında. 

Kemal Sunal’ın reklam yıldızı olup halkın kazıklanmasına sebep olduğu bir filminde hatasını anlayınca kendini yakma girişimiyle halka doğruları anlatmak için televizyon da canlı yayına çıkıp doğruları anlatarak halkın desteğini almasını izlemişsinizdir sanırım. 

Tıpkı orda olduğu gibi cumhurbaşkanımızın dünyaya bildiği gerçekleri anlatması sonucu yedi düveli karşımıza almakla eleştirmiş. Tıpkı kemal Sunal’ın gerçekleri anlatmasın diye vermeyecekleri bir sürü şeyi vaat ettikleri gibi bir durum sezinliyorum burada. Sanki gerçekleri dünyaya söylemediğimiz zaman bizi rahat bırakacaklar. Asırlardır rahat bıraktılar da; haçlı seferlerini, Çanakkale çıkarmasını, darbeleri, ülkemizin mali kaynak sömürüleri uzaylılar yaptıydı.

İçimizde o kadar hain var ki; hepsinin başına bir polis dikmek Maalesef mümkün olmuyor. Şehit vermeyelim diye Cizre’yi, Silopi’yi, Diyarbakır, vs. PKK ya bırakalım diyen şerefsizler var. Türkiye de dini engelleyemedik diye Ruslara, İngilizlere, Siyonistlere şehirlerin anahtarlarını kurşun atmadan teslim etmeye meraklı hainler varken başarılı olmak çok zor çok. Ama her zaman zoru başaran Müslüman Türk milleti yine başaracak ve tarihte çoğu kez olduğu gibi hainler yine üzülecek.

Terör örgütleri yaptıklarının gündeme gelmesiyle varlığını sürdüren, bununla beslenen terörist örgütlerdir. Terörün amacı zaten gündeme gelmektir. Aldığı canlar ve verdiği zararlar üzerinden reklamı yapıldıkça amacına ulaşıyor. 

Terör saldırısı gündeme geldikten sonra yaralıları ve yürek yaralayan acıları görüntüleyip dünyaya servis etmek isteyen terör destekçilerinin yayın yasağını eleştirmesini onların adına anlamak zor olmasa gerektir. Ancak bizim için böyle can yakıcı ve terörün amacına hizmet edecek görüntülerin ve haberlerin yasaklanması kesinlikle doğrudur. Suçluların yakalanmasını engelleyecek ve kaçmasına sağlayacak haberlerin yapılmasının yasaklanması da doğrudur. 

Güya şehit istemeyip şehit haberleriyle nemalanmak için 40 yıldır el ovuşturanlar da terörden nemalanmak, acılı ve terörden canı yanmış halkı kışkırtarak kargaşa ve korkuya korku ekleyerek yönetimi istifaya davet etmek için hazır kıta bekliyor durumda olan siyasetçiler de her zaman hazır tutulmuştur. 

Ey hain oğlu hainler, boşuna sevinmeyin. Size verilecek en güzel cevap, en etkili bomba ülkemizin medeniyet ve demokrasi yolunda hiç duraksamadan daha hızlı bir şekilde ve alınabilecek azami tedbirleri alarak yoluna devam etmesi olacaktır. Şehit olmaktan ve şehit vermekten korkarsak bu savaşı en başından kaybetmemiz kaçınılmaz olacaktır.

Kırmızı çizgilerimizi papağan gibi tekrarlamak yetmez. Ne olur kırmızı çizgilerimizi ihlal etmeyin, aman yapmayın etmeyin diye yalvararak ya da kaplumbağa misali kendi kabuğumuza sokularak bize karşı yönelen tehlikeleri bertaraf edemeyiz.

Gerekli istişareleri yaparak doğru önlemleri, doğru zamanda korkusuzca karara bağlayıp içimizdeki hainlerin ne dediğini önemsemeden atağa geçerek gerçekleştirmeliyiz. Hain de olsalar, devlete ve millete darbeye de kalkışsalar kardeşkanı dökmeyeceğiz dersek; birileri gelir, başı dışarıda olan birilerinin adına devleti devirirler.

Firavun güçlüydü ama Hz Musa kazandı. Nemrut güçlüydü ama Hz İbrahim kazandı. Ebu cehil güçlüydü ama Hz Muhammed ve İslam kazandı. Geçmişini bilen, Allah’ın yardımını arkasına alıp zafer için var gücüyle çalışan Müslüman Türk’üm ben. Tarih; teknolojik ve askeri gücü yüksek olanlara karşı zaferlerimle doludur benim. Ancak içimizdeki hainler bizim asıl düşmanımızdır.

Ey Müslüman Türk milleti Unutma! Başına gelen kötü şeyler ve Uhut Savaşı misali bazen kendi hatalarından kaynaklanan yenilgiler, oturup üzülmen için değil; güçlenip kılıç kullanmadan Kâbe’nin fethini gerçekleştiren ordu misali ayağa kalkman içindir.

Elbette hatasız kul olmaz, ancak niyet hak rızasına ermek olmalıdır. Hak razı olmasın diye karar verilmesinin peşinde şeytanın avukatlığını yapan ve şeytanın askerleriyle iş tutanlardır; yazımızda bahse konu hain ifademizden nasibini alması gerekenler.

‘Efendim ne konuşup kötülükleri dile getiriyoruz. Onların izin vermediği şeyleri üretmeye kalkıyoruz. Silah, tank, top, savaş uçağı, savaş gemisi üretiyoruz. Füze yapıyoruz, uzaya uydu gönderiyoruz. Bunlardan vazgeçelim. Boru da İngilizlere ve Amerikalılara verelim. Kaya gazını da Fransızlar veya kim istiyorsa onlar alsın. Zaten yönetim de koalisyon olsun. Biz hiç bir şeye karışmayalım da istedikleri gibi ülkemizi kontrol altında tutsunlar’ demekle güçlü devlet olunmaz.

Bak ne güzel Bergama altın madenini siyanürle çıkarıyorken halkımıza zararlıydı. Köylümüz yollara düşüyordu. Artık alman şirketi siyanürle çıkarmaya devam edince tehlike kalmadı. Nükleer santral kurulmasın ‘şöyle tehlikeli böyle tehlikeli’ anladık da, hangi gelişmiş ülke de nükleer santral yok. Sadece Türkiye de mi tehlikeli bu nükleer santraller. Ömrü bitenleri kapatıyorlar yenisi kuruyorlar. ‘Biz kapatıyoruz tehlikeli diye’ diyorlar, önümüzü kesmek için bizi kandırıyorlar. Organize sanayi bölgesi olmasın ‘şöyle zararlı böyle zararlı’ diye karşı çıkanlar var. Sanayi kurulsa önce karşı çıkanlar işe girmek için çaba sarf edecek, İstanbul da karşı çıktıkları köprüden ilk geçenler gibi.  

‘Olsun da biz yine karışmayalım. Onlar izin vermiyorsa biz yapmayalım. Bak terör oluyor. Şehit veriyoruz’ diyenler var. 100 yıldır belki daha fazla hiç bir şeye karışmadık da, ülke olarak üretmeyip onlardan aldık ve hep onları zengin ettik de sanki o malum ülkeler ve onların gizli servisleri bizi rahat mı bıraktı.

Terör saldırılarına hak verircesine Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve onu yönetenlerin hatası yüzünden Suriye’nin başına bunlar geliyormuş gibi inanmak ve düşünmek akıllıca değildir. ‘Bunu komşunun evine benzin dökerken de düşünmek gerekmez miydi? Yahu biz buraya benzin döküyoruz ama bizim eve de sıçrar mı diye düşünmek gerekmez miydi?’ Gibi sorular akıllıca değil bence.

Bu sadece bir iftira olur. O zaman adama sorarlar. Irak a da benzini biz mi döktük. İran ile Irak'ı 8 yıl biz mi savaştırdık. 1991 de ve 2002 de ABD’yi koalisyon güçleriyle biz mi çağırdık Irak’a. Önce el kaide diye bir terör örgütü icat edin, sonra da onu bitirmek bahanesiyle Afganistan’ı işgal edin diye biz mi söyledik. Osmanlıyı bize sorarak mı yıktılar?

Kim ne derse desin. Suriye yönetimini çok uyardık, tehlikeyi haber verdik ülke olarak. Demokratik ve özgürlükçü bir Suriye’nin önü açılmazsa tehlike kapıda dedik Türkiye olarak. Sonuç orta da, İşid ve diğer terörist örgütlerle vekâlet savaşları devam ediyor.

Bunda Türkiye’nin hatası varsa, bu saldırılar başımıza bu yüzden geliyorsa elbet seçimde halk gereğini yapar ve değiştirir. Halk tarafından bu değerlendirilme yapılsın diye 5, pardon artık 4 yılda bir seçim yapılıyor. Herkesi memnun etmek diye bir şartı yok yalnız, çoğunluk memnun ise yetiyor. Karşı taraftaki partilere oy verenler daha çok diyeceksin, o zaman tek parti olup oyları bir parti de toplasınlar. İtiraz eden mi var. Suriye liderlerinin yönetimini kim nasıl denetleyecek. Sanırım o artık İngiltere, ABD, İsrail ve Rusya’nın insafına kaldı.

Ya da 15 Aralık 2015 de kurulduğu duyurulan İslam ordusu harekete geçecek. Koalisyonda yer alan ülkeler ise şunlardı: Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün, BAE, Pakistan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Çad, Togo, Tunus, Cibuti, Senegal, Sudan, Sierra Leone, Somali, Gabon, Gine, Filistin, Komor İslam Federal Cumhuriyeti, Katar, Fildişi Sahili, Kuveyt, Lübnan, Libya, Maldivler, Mali, Malezya, Mısır, Fas, Moritanya, Nijer, Nijerya, Yemen.

Teröre karşı İslami askeri koalisyonda yer almayan ülkeler ise; Cezayir, Umman, Irak ve İran'dı. İran, İslam Ordusu yerine Komünist Ordusu’nu tercih etti. Bu yüzden de bu orduya katılmadı.

İslam Ordusu’nun kurulma fikri Türkiye’den çıktı. Bir hayal çaktırmadan ve büyük bir hızla da gerçeğe dönüştü. İslam Ordusu kurulur kurulmaz Türkiye önemli bir teklifte bulundu. İslam Ordusu’nun ilk operasyonunun Suriye olmasını önerdi. Suriye’de akan kanı sadece Müslümanların durdurabileceğini savunan Türkiye, Amerika ve Rusya’nın bunu sağlayamayacağını bildirdi.

Teklif ve fikir olgunlaşınca; 29 Ocak 2016 da; Başbakan Davutoğlu yanına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı da alarak Cidde’nin yolunu tuttu. Genelkurmay Başkanı’nın Suudi Arabistan’a gitmesinin perde arkasını bilmeyen laik kesim, bu seyahate çok büyük tepki gösterdi. Onlara göre Türk Genelkurmay Başkanı’nın Suudi Arabistan’a gitmesi laikliğe vurulmuş büyük bir darbeydi. Yapılan görüşmelerden sonra komutayı Türkiye’nin alması ve Suriye’ye 5-10 ayrı noktadan hava harekâtı desteği ile kara harekâtı yapılmasına karar verildi.

Varılan bu mutabakat; ABD, İngiltere ve İsrail istihbarat birimleri tarafından öğrenilmişti. İslam Ordusu devletleri ile savaşmanın bedelinin ağır olacağını hesaplayan Rusya, hemen 3. Dünya savaşı uyarısında bulundu.

Suudi Arabistan da dillendirilen kara harekâtı yapabiliriz çıkışı yapıldı. İslam birliğinin 15 Şubat 2016 günü medya da yer alan 20 ülkenin katılacağı en geniş çaplı ortak tatbikat duyurusu gelmişti.

Sonuç mu? Bekleyip göreceğiz. Rabbim bakalım neyler, neylerse güzel eyler. Hakkın zaferini isteyen biz Müslümanlara oturup başımıza örülecek felaketleri beklemek değil; yapılacak istişarelerin ve alınacak kararların sonucunda kararlı adımlar atmaktır. 

Ancak dost bellemeğe çalıştığımız, sözüm ona müttefiklerimizin dostumuz olmadığı aşikârdır.
Onlar terör saldırıları karşısında bize taziye, terörist örgütlere de Türkiye’ye saldırmaları için silah ve patlayıcı göndermeye devam ediyorlar.

Feyzullah Kırca

14 Şubat 2016 Pazar

OYUN İÇİNDE OYUNLAR VAR




Asırlardır emperyalist ülkelerin düşmanlarını içerden vurmayı en başarılı yöntem olarak görmeleri ve bu yönde çalışmalar yapmaları görmezden gelinemeyecek gerçek bir durumdur. Özellikle yüce yaratanın dinini hayatlarımızda hâkim kılmak isteyen biz Müslümanları alt etmek için ne kadar askeri ve mali yöntemlere başvursalar da her zaman yüce Allah’ın da yardımıyla bunu başaramamışlardı. Bundan sonra da başaramayacaklar.

Bundan sonra da islamı yeryüzünden silmek isteyenlere karşı Allah’ın dinini hâkim kılmak isteyen Müslümanların birlik beraberlik içinde mücadele ettiği sürece bunu asla başaramayacaklarını biliyorlar. Çünkü bunu Kuran-ı Kerim hemen aklımıza geliveren birkaç ayetinde ‘"Şüphesiz zikri (Kur'an'ı) biz indirdik ve onun koruyucuları da elbette biziz." (Hicr 9) "Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O'na asla ağır gelmez." (Bakara 255) "...Siz; bir ateş uçurumunun tam kenarında iken, sizi oradan doğru yola eresiniz diye kurtardı." (Ali İmran 103) "Sizin O'ndan başka taptıklarınız, ne size yardıma güç getirebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler." (Araf 197) buyrulduğunu görüyoruz.


Peygamberimiz amcasının oğlu Abdullah b. Abbas’a yaptığı nasihatinde şöyle buyurmuştur: “Sen, Allah’ın dinini koru ki, Allah da seni korusun. Allah’ın dinini koru, O’nu yanında bulursun. Bir şey istediğinde Allah’tan iste. Bir yardım dilediğinde Allah’tan dile. İyi bil ki, bütün insanlar sana bir fayda temin etmek için bir araya gelseler, Allah’ın sana yazdığından başka hiçbir menfaat sağlayamayacaklardır. Yine bütün insanlar sana bir zarar vermek için birleşse, Allah’ın takdir ettiğinden başka hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Kalemler kurudu. Sayfalar dürüldü.” 8Tirmizi, Kıyâme 59)
Tarihte Allah rızası için Allah’ın dinini hâkim ve üstün kılmak için yapılan mücadelelerde her daim Müslümanlara yardım etmiştir. Birkaç örnek verecek olursak;

-Yusuf peygamberin kuyudan kurtulup dinin düşmanı firavunun sarayında büyümesi ve hazinenin başına geçmesi.

-İbrahim peygamberin nemrutun ateşinde yanmayıp o büyük ateşin göle dönüşmesi.

-Ebrehe’nin fillerinin Kâbe’ye yürümemesi, ebabil kuşlarının Ebrehe’nin askerini ağızlarında taşıdıkları mercimek büyüklüğündeki ateş parçası taşlarla bozguna uğratması.

-Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın sayıca kat kat üstün olan müşriklere karşı muzaffer kılınıp İslam devletinin temellerini atması durdurulamamıştı.

-Ertuğrul Gazi’nin ve devamında oğlu Osman Gazinin liderliğinde süren mücadelenin sonucunda onca ihanete ve içten yıkma girişimine karşı Osmanlı İmparatorluğunun temellerini atması durdurulamamıştı.

-Çanakkale savaşında ordu ve yönetim içindeki mandacıların, devşirme komutanların hain emelleri olsa da yoklular içindeki Salih kulların Allah’ın dinini koruma ve hâkim kılma mücadelesi yazılan bir destanla nihayete ermişti.

Daha bunun gibi onlarca, belki yüzlerce örnek aktarılabilir. İşte bu örneklerde görüldüğü üzere Allah’ın dinini ve o dinin koruma altına aldığı insanlığın haksız yere; can, din, mal, dil ve namus güvenliğini sağlamanın garantisi olan Müslümanları yenmenin onları birbirleriyle savaştırarak olabileceğini anladılar.

Bu sebeple Müslümanları birlik halinde hareket edemeyen, dinlerini doğru dürüst öğrenemeyen, içi boşaltılmış hurafelerle doldurma yoluna gitmişlerdir. Sevgi, barış, kardeşlik, birlik ve beraberlik gibi dini duyguları manipüle edip; kurana bağlı dini yaşantıyı yozlaştırmak istemişlerdir.

Müslüman’ı Müslüman ile durdurmaya, birbirlerine kırdırmaya niyet etmişlerdi. İran ile ırak’ı sekiz sene savaştırdılar. Biz henüz bilmesek de; İran zaten onlarındı. Sonra ırak’a1991 de ve 2002 de iki kez saldırıp işgal edebilmişlerdi. Afganistan’ı El kaide ve Taliban adındaki iki oluşumla diz çöktürüp 11 Eylül saldırısını bahane ederek işgal etmişlerdi. Şimdi İşid ile Suriye’ye diz çöktürmek isterlerken, Esed’in yanlış tutumu sonucu kendi halkına acımasızca saldırılarıyla yerlerde süründürüyorlar.


İnternette fenomen olmuş bir köşe yazarı var. Bi-Simit mahlasıyla yazılar yazıyor. Çok sık yazmıyor. Ayda bir, iki üç ayda bir uzunca yazılar yazıyor. O yazdığı yazılardan biri olan ‘Pensilvanya’nın Hikâyesi’ adlı 15 Agustos 2014 tarihli yazısının son bölümünde Quakerism diye olgudan bahsediyor.

Özet olarak şunları söylüyor:  "Quakerism’in temelinde bütün dindarları veya toplumları kapsayıcılık vardır. Quakeristlerin ismi pek duyulmasa da Amerika tarihinde çok büyük rolleri vardır.
İkiyüzlü Hipokratların sevgi, barış, kardeşlik gibi duyguları manipüle etmede üzerlerine yoktur. İngiliz krallığının Amerika’da ortaya çıkacak düşünce ve din yapısını nihilist bir algıya oturtmak için; yeni bir toplumsal anlayış içerisinde dinler arası diyalog gibi süslü kelimeler eşliğinde kardeşlik, sevgi, barış sunmak diye ortaya çıksa da asıl amacın Hristiyanlığı nihilist bir din haline getirmekti.

Bu amacı gerçekleştirme de Pensilvanya’nın kurucularından William Penn başı çekmektedir. Philadelphia eyaletinin de kurucularından olan William Penn “Dinler Arası Diyalog” çalışmalarını yapmak için kendisine bir üst seçmiş ve bu akımın merkezi olan bu yere de kendi ismini olan Pennsilvanya ismini vermişti.

İkiyüzlü Hipokratlar diye bahsettiği ve İngilizlerin başı çektiği Avrupalılar Amerika’ya göç ettiklerinde Kızılderilileri planlı bir şekilde katletmişler, ancak Kızılderililere karşı zayiatlar vermişlerdi. İşte bu noktada William Penn insanların kardeşliğini bahane ederek Kızılderililerle iyi ilişkiler kurmuş, kendince barışçıl bir figür olarak görünerek arka planda Kızılderililerin katliamı için muhbirlik yaparak zayiatların önüne geçmiştir.
Sonrasında Hristiyanlık dinini nihilist bir din haline getiren, İsa’nın, onların deyimiyle Tanrının, Hz Meryem’in kutsiyetinin içini boşaltan William Penn mutlak bir başarı yakalamıştır. Ancak William Penn’den çok sonra hiç planda olmayan şeyler olacaktır. Asıl önemli olan kısımlar bunlar. Lütfen dikkatli okuyun.

19 ve 20. yüzyıldan sonra İslamiyet Avrupa’da ve Amerika’da ses getirmeye başlamış, Hristiyanlığın nihilizminin kalpte oluşturduğu boşlukları doldurmaya çalışan Avrupa ve Amerikalılar İslam’a yönelmeye başladılar. Bu hesapta olmayan bir hareket oldu. İnsanların İslam’a akın etmesi engellenemezdi. O zaman akın edecekleri din üzerine operasyon yapmak daha mantıklı olacaktı.

Peki hangi ülkeden, kimi seçmeliydi bu operasyon için. İslam dünyasına bu güne dek Türkiye’den başka ağabeylik eden hiç bir ülke olmamıştı. Bunun bilincinde olan İngiltere Krallığı Türkiye’nin en etkin vaizlerinden birinin kendi ülkesinde köşeye sıkışmasını sağlayıp operasyon merkezleri olan Pensilvanya’ya taşınma ve faaliyetlerine oradan devam ettiği müddetçe kendisine ve cemiyetine sahip çıkma sözü vermişti.

İslam’ın gelecekte mutlak olmanın dışında tek din olarak ayakta kalacağını da biliyorlardı. İngiltere Krallığı önderliğinde Türkiye’nin dinini deforme ettiğinde hiç bir sorun olmayacağına kanaat getirmişti. Bu yüzden Türkiye’de en etkin insanlardan birini seçip bu ülkenin, bu milletin dinini boşaltıp William Penn’in başlattığı hareketi sürdürme kararı almışlardı. Pensilvanya’da William Penn’in Hristiyanlığı tahrif etme amaçlı kurduğu Dinler Arası Diyalog toplumunun başına artık Müslüman bir Türk geçmişti. Hristiyanlığın içi boşalmıştı. Sıra akın akın İslam’a koşanların umudunu burada da kırıp toplumu tamamen Allahsız bırakmak, hizmet ettikleri Şeytanın hala direnen kibrini okşamaktı. "
İşte dostlar öyle söylendiği gibi Pensilvanya peygamberin Medine’ye hicret ettiği gibi hicret edilen bir yer değildir. Kaderin üstünde bir kader olduğu gibi şeytani planların içinde de şeytani planların var olduğunu unutmamalıyız. Bu ülkeyi ellerimizden, bu dini kalbimizden sökemeyeceklerini anlamaları gerek.

Bilinçli olmamız gerek. Kuranı peygamberimizin hadisleri ışığında bize tebliğ edilen islam’ı iyi öğrenmemiz gerek. Birilerinin piyonu olan biri çıkar ben hocayım "kuranda başörtüsü yok; başörtüsü furuattır " der. Diğeri "namaz yoktur" der. Diğeri "tavuktan kurban olur" der. Diğeri "ne diye hacca gidip, Araplara para yediriyorsunuz" der. Diğeri "Hz Adem’in de babası var" der.
Pensilvanya da Hristiyanlıktan sonra İslam’a nihilist yaklaşım getirerek içini boşaltma çalışmalarıyla kalsa yine iyi. El kaide gibi, Hizbullah gibi, boko haram gibi, en nihayetinde İşid veya daiş gibi örgütlerle İslam’ı terörize ederek dünya halklarını İslam’dan soğutmak da var.

Bu örgütlerin hiç biri İngiltere ve diğer İslam düşmanı emperyal devletlerin emellerine aykırı eylem ve saldırı yapamaz. Onlar izin vermezse karıncayı bile öldüremezler.
Bi-Simit bir başka yazısı olan ‘James Foley katliamı ve İngiltere’nin Obama’yı Tehdidi’ adlı yazısında özet olarak İŞİD hakkında şunları söylüyor;

"Bir taşla bir kaç kuş vurmak deyimi bizim Osmanlı’dan çalındı ama 100 yıllık uykuda bunu pratiğe dökenler İngilizler oldu. İngiltere yine bir taşla bir kaç kuş vurmayı planladı. Hem İslam’a sıcak bakmaya çalışan Obama tehdit edilecekti. Hem Ortadoğu’da yaptığı röportajlarla İslam’a sıcak bakılmasına sebep olacak mesajlar gönderen Rachel Corrie’yi buldozerle ezerek ortadan kaldıracaklardı. Hem İşid’in acımasızlığını İslam ile bağdaşlaştıracaklardı.
Hem sözde İşid terör örgütünün dilinden düşürmediği Halifelik kelimesinden bütün dünya soğuyacaktı. Hem Türkiye’nin kirlenmiş bir hilafet kelimesi ile tekrar ayağa kalkmasını engelleyeceklerdi. Hem Ortadoğu’ya demokrasi götürmek için daha yapacak çok işimiz var denilecekti.
Ha bir de James Foley diye bir ABD vatandaşı güya Müslüman olmadığı için kameraların gözü önünde başı kesilmişti.
Savaş muhabiri James Foley’de insan olmayı tercih etmişti.  İsrail’i eleştiriyordu. ABD’yi eleştiriyordu. İngiltere’yi eleştiriyordu. Bu yüzden James Foley yaşamamalıydı. Ama dünyaya ‘İslam karşıtı bu teröristi, İşid İslam devleti adına öldürüyoruz’ demişlerdi.

Mesaj yerini buldu. Obama, Türkiye, Rusya, Erdoğan, İslam, Hilafet, Terörizm anahtar kelimeleri silsilesi bütün beyinleri meşgul ederken Filistin unutulacak, Suriye unutulacak, Irak unutulacak, Somali, Myanmar, Doğu Türkistan unutulacak. Akıllarda sadece terör ve İslam ile çevrelenmiş bir İşid kalacaktı. Yerseniz! Yediniz mi? Saymadım bir taşla kaç kuş vurmak istediklerini ve kaçını vurabildiklerini. Siz saydınız mı? "


Bi-Simit’in yazısında eksik bıraktığı kuşlardan birini de biz ilave edelim; bana göre en önemlisi de Türkiye ve tabiî ki her türlü oyun, operasyon ve darbe girişimine rağmen iktidardan indiremedikleri hükümet İslam diyorlar deyip İşid’e sahip çıkacaktı. Hatta bunun için ‘Türkiye İşid’e destek veriyor’ diye dillendirip önünü bile aralamışlardı. Adamlar ölümle tehdit dahil, maddi ve manevi her yolu kullanıyorlar emellerine ulaşmak için. Her lağım çukuruna giriyorlar. Her şekile ve kılığa giriyorlar.

Bura da yine TRT 1 de Cuma günleri yayınlanan Filinta Mustafa dizisinde yüce meclis denen oluşumun Osmanlı padişahını darbeyle indirmesi, hain paşanın gözünü kırpmadan istihbaratın başı Mustafa’yı vurdurması geldi aklıma. Padişah’ın kendi onayı ile getirdiği ordu komutanı paşaların hepsi hain nasıl olur?
Sonra da başından beri anlattığımız pensilvanya kurgusu marifetiyle günümüzde Mit müsteşarı Hakan Fidan’a ve İslam Ülkeleri istihbarat örgütlerinin başına getirilen Emre Taner’e kurulan kumpas ve derdest etme girişimleri geldi aklıma.

Tarihte hep olduğu gibi Müslümanlar Allah’ın dinini hâkim kılmak için mücadele ettiği sürece; Allah da Müslümanlardan yardımını esirgemeyecektir. Onları bazen yenilgiyle sınasa da sonunda muzaffer kılacaktır. Bu yazımızı da Sezai Karakoç’un dizeleriyle bitirelim:

"Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır... "


Feyzullah Kırca

9 Şubat 2016 Salı

KORKULARINDAN KURTULAN ÜLKE OLMAK



İnsanoğlu bir şeylerden korktukça korkuları hep onu esir almıştır. Çocuk yaşlarda gece dışarı çıkmayalım diye; annemizin anlattığı karanlıkta başımıza gelecekleri hatırlatmasından olsa gerek karanlıktan korkar oluruz. Karanlık ortamda baktığımız her yönde korkunç yaratıklar görünür gözümüze. Durağan ağaçlar korkunç yaratıklar, taşlarsa vahşi hayvanlara dönüşür. Sanki ardıçların arkasında bize saldırmaya, parçalamaya ve öldürmeye can atan bir şeyler bekliyor gibi hissederiz.

Aslında gündüz nasıl bir ortam da yaşıyorsak, gece de aynı gündüz ki mekânlardır bizi bekleyen mekânlar. Bazı canlıların gece rızık aradığını, gece gezintiye çıktığını bilsek de; aslında onların da bir canı olduğunu, onların da biz insanoğlundan korktuğunu biliyoruz aslında. Onların varsa dişleri, pençeleri vs. insanında var kendine kendini koruyacak eli ayağı ve kendi üretip hazırladığı silahları. Eşrefi mahlûkat olan ve tüm yaratılmış diğer canlı ve cansız dünyadaki bütün varlıklar onun hizmetine sunulmuş insanoğlunun da en etkili silahı aklıdır mesela.

Birde mesela yine annesinin çocukken düşüp boğulmasın diye uzak durması için uyarılarından ve anlattıklarından olsa gerek; kuyu ve havuz gibi derin suları gördüğünde belli bir yaşa kadar korktuğunu bildiğim arkadaşlarım vardı. Ne yalan söyleyeyim bende korkardım, havuzlara girip yüzecek yaşa gelince kadar.

Derin sulara olan korkuları yenmek için yüzme öğrenmek, denize girip yüzmek lazım. Karanlığa olan korkuyu yenmek için gece karanlığında yaşamaya alışmak lazım. Mesela koyun çobanlık yapmak lazım gece güdümlerinde. Ya da bir süre ıssız yerlerde gecenin karanlığında dolaşmak lazım.

Bu korkuları; yükseklik korkusu, köpek tarafından ısırılmak, yılan görmek, dişçiye gitmek, örümcek, akrep sokması, gök gürültüsü ve şimşek çakması, vs gibi örneklerle çoğaltmak mümkündür. Günümüzde bu korkulara fobi deniyor. Çoğu kişi korkulardan kaçarak kurtulabileceğimizi iddia etse de bu çoğu zaman mümkün değildir.

Mesela bir köpeğin saldırısın kaçmak yerine ona ondan korkmadığını hissettirecek tavrı göstermek gerekir. Kaçarak kurtulamazsın, senden hızlı koşacağı için kolayca yakalayacaktır. Ona korkmadığını hissettirmek ve tedbirli bir şekilde kendi yoluna yürümek yapılacak en akıllıca davranış olacaktır.

Deniz de boğulmaktan korkup denizden uzak durmak yerine derin sulara olan korkuyu yenmek lazım. Aksi takdirde suya muhtaçlığı, yani susamışlığı dindiremeyiz.

Şimdi bunu örnekle anlatalım. Sıcak bir yaz gününde bilgenin biri masmavi gölün başında oturmaktadır. Dikkatini susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak su dolu göle kadar gelip, tam su içecekken korkup kaçması dikkatini çeker. Dikkatle izler olayı. Köpek susamıştır ama su dolu göle kadar gelip su içecekken sudaki yansımasını görüp korkmaktadır. Bu yüzden de suyu içemeden kaçmaktadır. Sonunda köpek susuzluğa dayanamayıp kendini göldeki suyun içine atar ve böylece sudaki aksi kaybolur. Artık kendi yansımasını görmediği için suyu kana kana içer.

O anda bilge düşünür:
-Benim bundan öğrendiğim şu oldu, der.
-Bir insanın istekleri ile arasındaki engel, çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü korkulardır. Kendi içinde büyüttüğü engellerdir. İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir.

Ama biraz daha düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür. Asıl öğrendiği şey, insanın bir bilge bile olsa bir köpekten öğrenebileceği bilginin var olduğu gerçeğidir.

Şimdi gelelim yazımızda asıl değinmek istediğim konuya. Ülke olarak korkularımız vardı. Çözmekten kaçtığımız, her gündeme geldiklerinde halının altına süpürdüğümüz, yok bizim korkularımız dediğimiz. Yok bizim sorunlarımız demekle yok olmayan, görmezden gelmekle ortadan kalmaması bir yana, aksine üzerimize üzerimize gelen sorunlarımız vardı.

Terör sorunu, Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, İMF ve diğer zorunlu tasarruf, key ödemeleri, yüksek faiz vs alanlardaki borç yükleri bunlardan bir kaçı olarak sıralanabilir. Bunları kaçarak değil, masya getirip üzerinde çalışıp çözüm üreterek üstesinden gelebileceğimizi görmekten mutluluk duymamak mümkün değil.

Sorunlarımızla yüzleşip, mücadele ederek birer birer üstesinden gelerek bu sorunlardan kurtulabileceğimizi gösterenlere müteşekkiriz.

Artık iki üç yüz yıldır başarıyla yürüttükleri algı operasyonlarıyla ve hain planlarıyla eskiden olduğu gibi kolayca ülkemizin yönlendirilemediği bir gerçektir. Pkk terörüyle ve diğer saldırılarla, patlayan bombalarla, kışkırtma ve ayaklanmalarla bizi uğraştırırken Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın diğer bölgelerinde Türkiye’mizin söz hakkını elinden alamayacaklarını görmekten müteşekkiriz.

‘Aman bize ve hükümetimize dokunmayın, bizi Ankara da rahat bırakın da dünya da ne yaparsanız yapın’ mantığından sıyrıldığımızı ve ‘partimizi kapatırsanız kapatın, ülkemiz zarar göreceğine biz zarar görelim. Ülkemize diz çöktürmek için elinizden geleni yapsanız da, bir tek ferdimiz kalıncaya kadar sizinle doğru bulduğumuz hak yolunda sizinle mücadelemizi meşru zeminde sürdüreceğiz. Ay yıldızlı bayrağın altında tüten en son ocak var olduğu müddetçe siz emperyalistlerle meşru zeminde mücadeleye devam edeceğiz. Masuma ve mazluma koruyucu ve hizmetkâr olmaya, zalime ve huzur bozuculara karşı gücümüz nispetinde dur demeye devam edeceğiz.’ dendiğini görmekten müteşekkiriz.  

Suçlandığında yerin dibine sokucu cevaplar verildiğini görmekten, ‘yok bizi öyle ithamlarla suçlayıp dünyanın gözünde küçük düşürmeyin, yabancı mahkemelere verip maddi ve manevi tazminatlara mahkûm ettirmeye çalışmayın’ diye yalvarmak yerine hak edene hak ettiği cevabı hak ettiği şekilde yerinde ve zamanında verenlerden müteşekkiriz.

Kendisini köşeye sıkıştırmak için Avrupa da başı çeken ülke Almanya başbakanıyla basın açıklaması yaparken; ‘terörle mücadelede sivilleri öldürüyorsunuz. İnsan hakları ve özgürlükler bağlamında 195.sıradayız.’ diye eleştirebilen özgürlük şikâyetçisi gazeteciye ‘demokrasi ve özgürlük yok dediğin ülkenin başbakanını dünyanın gözü önünde katliam yapmakla eleştirebiliyorsun. Pariste patlayan bomba sonrası 5-10 kişi öldü diye Fransa cumhurbaşkanı tüm askerleri Paris’e ve diğer şehirlerin güvenliğine çağırdı. 103 şehit verdiğimiz Ankara garı patlamasında bizde gerekli tedbirleri halkımızın yaşamını ve huzurunu etkilemeden alma gayretinde olduk. İvedilikle suçluları yakaladık ve yaraları sardık ama bir tek asker gördün mü orada. Bir de 193 ülkenin olduğu dünya da Türkiye nasıl 195.sırada olabilir.’ diyerek eğer anladıysa öldürücü darbeyi vurarak dönüp giden hedefine ve gündemine hâkim başbakanı görmüş olmaktan dolayı müteşekkiriz.
Suçluyla suçsuzu ayırıp, suçluya sucu sabit olduktan sonra suçlu gibi davranıp, suçsuz halkı da şefkat, merhamet ve muhabbetle kucaklayıp sahip çıkarak yanına çekmeyi başarabileceğini gösteren devletimizden müteşekkiriz.

Biz de biliriz ki; silah ile kazanılan bir zaferi gün gelir başka bir silah yok eder. Kalemle, yürekle, muhabbetle, hoşgörüyle, adaletle, kalkınmayla yapılan fetihler ise tarihe mal olur.  

Sonuç olarak; korkularından kurtulmuş, dikkatli ve emin adımlarla Atatük’ün hedef gösterdiği müreffeh yarınlara ulaşmak için farklılıklarıyla kaynaşarak yoluna yürüyen ülkemizin geleceği parlak olacaktır.
Unutmayalım Türk milleti hep zor zamanlarında bittik dediği anlarda yeniden küllerinden doğmuştur. Oğuz Kaan, Ertuğrul Gazi, Kurtuluş Savaşı destanları hep buna birer örnektir. 

Yeni bir dirilişin, gönüllerden gönüllere sevgi ve kardeşlik köprüleri kuruldukça yükselen yeni Türkiye’mizin önünde kimse duramayacaktır.  Çalışıp üreten ve özgürlüklerini başkalarının özgürlük alanına kadar genişletmeyi orada sınırlandırmayı başarabilen bir ülke olmayı başarabildiğimiz sürece kimse duramayacaktır.  Zalimin karşısında mazlumun yanında durabilmeyi başarabildiğimiz sürece yükselen bir ülke olmamız hiç bir zaman hayal değildir.

Ama bunun için hain değil, zihin ve gönül dünyasının putlarını kırmaya, ateşin yakacağına dair olan korkuları yenmeye kendi istekleriyle adanmış İbrahimler olmak lazım. Yürekli, cesur, ülkesine,  manevi değerlerine âşık ve sadık bireyler olmak lazımdır. 

‘Arayanlar hakkı buldu, buldular can içinde
Bulmayan yolda kaldı, kaldılar zan içinde’

Feyzullah Kırca