22 Aralık 2016 Perşembe

DÜNYANIN BOĞAZINI SIKIYORLAR




Rus büyük elçinin öldürülmesi üzerine aklımızdan geçenleri kaleme almak; bazı sorular ve varsayımlar eşliğinde düşüncelerimizi ifade etmeyi gerekli görüyorum.

Rus büyük elçisinin bir polis tarafından öldürülmesi ancak onu koruyan polis ile mümkündür. Bir de 21.12.2016 sabahı kanal 24 televizyonunda dile getirilen bu arkadan sinsice ve haince vurma suikastının gerçekleştiği malum sergiyi yöneten kişi ve kişilerin göz yumması sonucu arama bile yapmaya gerek duymaması sonucu silah ve terörist ajan sokularak mümkündür. Kanal 24 dün iddiasına göre sergiyi düzenleyen Timur Özkan kimdir, kimin nesidir, twitlerin de kime yakınlık göstermiştir? Araştırılsın. Zaten o kadar gündeme geldikten sonra mutlaka araştırılacaktır.
Eğer saldırıyı yapan polisin elçilikle bir alakası yoksa bu tamamen bir tertiptir. Burada sergiyi açanların, korumakla görevli olanların, sergiye giriş yapanların üzerini arama yapmaya gerek görmeyenlerin eksiği ve kusuru vardır.
Polis nasıl ikna edilmiş olabilir. Beyin yıkama metotları vardır. “Cemaate inandırılmış birisine Gülen emretti öldür. Eğer öldürürsen Gülen Türkiye’ye teslim edilmeyecek” denilmiş olabilir.
Bu istemesek de büyük bir savaşın içindeyiz. Savaşta iki tarafta zayiat verir. Ölü vermek istemeyen, şahadeti göze almayan yenilir Hiroşima’ya atılan atom bombasından sonra teslim olan Japonya gibi teslim olur.

Ancak alınacak akıllıca tedbirlerle bu tür cinayetleri önlemek, şehitlerimizin sayısını azaltmak ise mümkündür. Bunun için halk ve emniyet güçleri olarak bilinçli davranmalıyız. Asker ve emniyet güçleri tedbirli ve uyanık olmalı,  halk da onlara gerekli desteği gerekli şekilde vermeli ve en ufak bir şüpheli durumda haberdar etmelidir.
Soros’un kandırdığı, güya sözüm ona Müslümanların bankası Bankasya’ya el konuldu ama Soros’un vakıf ve derneklerine bir şey yapılamıyor. Başta MI5-MI6 olmak üzere, CIA ve Mossad’a gizli veya açıktan bağlı tüm vakıf, dernek ve şubelerle eskiden beri organize bir şekilde iş tutanları da daha ciddi bir şekilde mercek altına almak gerekir.

Son günlerde CIA’nin ve MI6'nın en iyi ve en tehlikeli ajanlarının Türkiye’ye geldiği söyleniyor!...

Alevi kardeşlerimizi ve Kürt kardeşlerimizi kışkırtmak için mahalleleri her an basabilirler.
Kendilerine muhafazakâr süsü vererek başı açık, özellikle dekolteli kadınlara, kızlara saldıracaklar. Atatürkçü süsü verecekler. Başörtülü kızlara ve kadınlara saldırabilirler. Laiklik karşıtı süsü verip; Kemalistleri ve Ateistleri kışkırtmak için Atatürk’e hakaret ve küfürler edebilirler. Atatürk heykellerine saldırıp parçalayabilirler. Irakta yaptıkları gibi bir oraya bir oraya; Cami, Cem evi, Kilise, Sinagog, havra hedef gözetmeksizin, ibadet yerlerine saldırarak halkı birbirine karşı kışkırtabilirler.

Önce pkk’yı saldırttılar, ardından daiş, fötö, mlkp-c, dhkp-c daha bildiğimiz ve bilmediğimiz nicelerini üstümüze salıyorlar. Kayseri’de komandoları hedef alıp, patlayan bombadan sonra Kayseri’deki HDP binasının saldırıya uğraması tesadüf olamaz. Bunun bir sonraki hedefi masum kürt halkının hedef alınması olacaktır. 10 milyon, hatta 50 milyon vatandaşımızın birbirini öldürmesi umurlarında bile değildir ve olmayacaktır da…

Her şey yeniden diz çöken bir Türkiye’yi elde etmek için. Her şey Türkiye'yi yeniden ele geçirmek için. 100 bin kişi görevden alındı. CIA, MI6, Mossad, BND çıldırmış durumda ve bunu asla kabul etmezler. Darbeye tüm Türkiye olarak karşı çıktık. Sünni’si ve Alevi’si, laik’i ve muhafazakârı, Sağcısı ve Solcucu herkes ama herkes darbeye ve üzerimize oynanan oyunlara karşı çıktı. Çok uzun bir aradan sonra gerçekleşen bu birliğimize saldıracaklar.

O halde ne yapmamız gerekiyor?
Türkiye'de yaşayan ve bu ülkenin akan suyundan pişen ekmeğinden bir yudum bir lokma alıp kendini Amerika, İngiltere, İsrail, alman vatandaşı değil de; bu ülkenin vatandaşı görenler olarak birlik olalım. Türk, Kürt, Arap, Laz, Çelkez, Zaza, Gürcü, Boşnak, vs. olarak; sonumuz Filistin gibi, Irak gibi, Suriye gibi olmadan kimse kimsenin yaşam biçimi hakkında en ufak bir eylemde bulunmasın. Herhangi bir eylemde bulunmak şöyle dursun, kin ve nefret uyandıran yorumda ve söylemde dahi bulunmasın. Her hangi bir suç tespit ederse emniyet güçlerini haberdar ederek; suçun delilleri emniyet güçlerine, valilik ve kaymakamlık gibi mahalli idarelere teslim edilsin.

Aksini yapan hangi görüşte ve hangi inançta olursa olsun. İster bilinçli, ister bilinçsiz olsun; emperyalistlerin ekmeğine yağ sürdüğü için vatan hainidir. Atatürk’e saldıranlar, muhafazakârlar hakkında konuşanlar, ortalığı karıştıranlar, halkımızı birbirine düşman etmeye çalışanlar, olumsuz, kışkırtıcı paylaşımlar yapanlar vs. provokatörün en şerefsizidir.

Bu günlerde birlik olmazsak, ülkemizi ele geçirmek ve yeniden diz çöktürmek isteyenler için; Sünni olmuşsunuz, Alevi olmuşsunuz, partili veya partisiz olmuşuz, Atatürkçü, Laik, dindar, sağcı, solcu, kapitalist, liberal, komünist veya sosyalist olmuşuz hiç ama hiç fark etmeyecektir. Onlar için bu vatanın evladı olmamız ve bu vatana sahip çıkıp boyun eğmiyor olmamız yeterlidir.

İngilizlerin esir kamplarında Osmanlı askerlerini asit havuzlarına sokup gözlerini akıttıktan sonra vücutlarını jiletleyerek çöllere salarak ölüme terk ettiğini unutmayın!... Daha dün ABD’nin Irak’ta yaptıklarını ve Guantanamo kaplarını unutmayın!...
En kısa zamanda birlik ve beraberlik içinde olmalıyız. Tüm kesimler olarak birbirimizle barışmalıyız. Eğer bu birlikteliği ve barışı sağlayamazsak; birbirimizin düğününde halay çekmek yerine birbirimize silah doğrultmaya devam edersek sonumuz Irak’tan, Suriye’den beter oluruz. Bize kapılarını açacak başka bir ülke yok!
Peki, bu operasyonu KGB düzenlemiş olabilir mi? İhtimal dışı değil! KGB bu operasyon ile;
-Batıdan tamamen uzaklaştırıp Türkiye’yi kendine daha da yakınlaştırmak ve Suriye’deki muhalif Özgür Suriye Ordusu gibi gruplara desteğini azaltmak. Politik ve askeri olarak kendi düşüncesine yaklaştırma hedefi olabilir.
-Türkiye’nin NATO ile arasını açıp; NATO’dan çıkmaya teşvik etmek olabilir.
-ABD’nin Suriye’deki planını bozmak olabilir. Bu zaten muhakkak bizim de hedefimizdir.
-Suriyeli muhalifleri yalnızlaştırmak ve tamamen devre dışına bırakmak olabilir.

Bu saydığımız şıklar, zaten Ankara’nın politikası haline gelmiş söylem ve hatta somut adımlarıdır. Süreç bu şekilde işlerken daha da lehime işlesin diye kendi büyük elçisine suikast düzenlemesi zor bir denklemdir.
Rus büyük elçisinin öldürülüp, suçu Suriye’deki muhalif bir guruba yüklemek ve Rusya’nın Suriye’de daha saldırgan davranmasını sağlamak üzere kurgulanmış bir cinayet olma ihtimalide her zaman vardır. İnşallah aklıselim galip gelecek. Ancak bu suikastın Suriye üzerine kurgulandığını ve Rusların daha saldırgan olmasının kime faydası olabileceğini de düşünmemiz ve hesap etmemiz gerekir.

Terörün arkasındaki güçler açık bir şekilde hiç olmadığı kadar dillendirilmektedir. Teröre karşı işbirliği sağlanıp, tüm oyunları Allah’ın izniyle birer birer bozulmaktadır. Suriye de ateşkes ve barış yolunda yol alırken; bu saldırıyı yapan kişi bir yalnız kurt olabilir mi? Ülkesine canını emanet etmiş bir elçiyi arkadan vuracak kadar alçalmış bir yalnız kurt olabilir mi?

Eylemcinin “benim buradan ölüm çıkacak” demesi, dile getirilen bazı ihtimalleri geçersiz kılıyor. Bu sözleri kendini bir dava uğruna feda ettiğini ele veriyor. Bu tür sözler, kişinin bir dava ve örgüte ölümüne bağlı olduğunu, yoluna canını feda etmekten çekinmeyeceğini gösterir. Fetöcü olma ihtimali çok yüksek görünüyor. Zaten eylemcinin kimliği ve bağlantıları olayı karmaşık olmaktan çıkardığı kanaatindeyim.

Bu bir hükümet meselesi değil. Bu bir Türkiye meselesidir. Bu bir dünya meselesidir… Dünya yeni bir döneme evriliyor.
-Fransa’da terör ve kapatılan camiler var.
-Belçika’da terör ve utanç verici mahkeme kararları var.
-Avrupa da camilere ve Müslümanlara saldırılar var.
-İsviçre’de camilere saldırı ve hakaretler devam ediyor.
-Almanya’da terör saldırısı ve PKK ve benzeri terörist gruplara serbestlik ve onları her türlü besleme faaliyetleri devam ediyor.
-İngiltere’de teröre kırmızı alarm kararları alınırken; terörist grupların yönetim şubelerinin Londra’dan yönetilmesi devam ediyor.
-Orta doğu kan gölüne döndürüldü ve bütün terör grupları ve örgütleri üstümüze salındı. vs…
-Terör her yerde. Daha da artacağına hiç şüphe yoktur.

Dünya evrilirken maalesef ağırlık şu an bizim üstümüzde, ülkemizin üstündedir. Çünkü biz bir geçiş ülkesiyiz. Herhangi bir kavgada bile önce boğazlar tutulur değil mi? Boğaz biziz. Dünyanın boğazı bizim ülkemizdir. Bu coğrafya kaderimiz ve zenginliğimizdir. Boğazımızı sıkabilirlerse onların düzeni hâkim olacak, mücadelemizi başarıp ayakta kalırsak Allah’ın düzeni olan bizim düzenimiz hâkim olacaktır.
Yani; “Sefer bizim, zafer Allah’ın” olacaktır.
Hülagu’nun hikâyesini anlatarak devam edelim:
Hülagu, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı Devletinin kurucusu Mengü Kağan’ın da kardeşidir. 1255 de ağabeyi Mengü Kağan tarafından Ortadoğu’da henüz ele geçirilmemiş toprakların ele geçirilmesi için görevlendirilir.
Hülagu, 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre 200.000, bazılarına göre de 400.000 kişiyi katleder. Cami, hastane, saray ve benzeri ne varsa hepsini yok eder. Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar, yıkar. Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır. Hülagu’nun zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir.

Hülagu bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur. Kimse Hülagu tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmek istemez. Bu haber zamanın genç âlimlerinden Kadıhan’a ulaşır. Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır. Böylesi bir daveti kabul ettiğini söyleyerek Hülagu ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz verilmesini ister.

Böyle bir fedainin ortaya çıkması ulema sınıfını rahatlatır. Çünkü bir kurban bulunmuştur. Hülagu’nun şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar. Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendisini tanıtır. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler.

Hülagu, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte birisi olmadığını görerek, “Bana göndermek için, bula bula seni mi buldular. Gönderecek başka birini bulamadılar mı?” diye sorar.

Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin!” der.

Hülagu karşısındakinin sıradan birisi olmadığını anlar ve “şöyle otur bakalım” diyerek ilk sorusunu yöneltir. “Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?” diye sorar.

Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal, mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Allah da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.

Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar. “Peki, beni buradan kim gönderebilir?” Cevap çok manidardır. “O da bize bağlıdır. Benliğimize dönüp, ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın”

Bugün İslam Âlemi perişan bir durumdaysa, emin olun bunun müsebbibi bizleriz. Biz ne zaman kendimize çeki düzen verirsek, işte o zaman “en gür seda İslam’ın sedası olacaktır. Şer güçler bizimle uğraşma cesaretini kendilerinde bulamayacaklardır. Zaten kendileri gelemiyor, Çanakkale’de Avustralyalılarla, Yeni Zelandalılarla, Hindularla, vs geldikleri gibi, bugünde vekillerini gönderiyorlar. Vekâlet savaşları yapıyorlar. Bizi bize kırdırarak bedel ödemeden daha az kayıpla daha fazla sömürmenin ve diz çöktürmenin hesaplarını yapıyorlar.

Ey kendisini Müslüman gören ve İslam’ın yücelmesini isteyen; emperyalistlerin oyunlarının bitip bu topraklardan gitmesini ve Allah’ın nimetlerinin yeniden bizim olmasını isteyenler uyanın artık. Küçük farklılıkların rekabetini sürdürmek yerine, kuranın haber verdiği Müslümanları oluşturup birlik olma zamanıdır.

Haydi Türkiye! Haydi, İslam dünyası! Yeniden “Sefer bizim, zafer Allah’ındır” deme zamanıdır… Ve ‘Sefer’ yani inşallah zafere yolculuk çoktan başladı. Allah Yar ve yardımcımız olsun. Âmin!

Feyzullah Kırca

26 Ağustos 2016 Cuma

DEVLET KANDIRILMIŞ EDEBİYATI




İnsanımız doğrunun peşinde değil; kendi doğrusunu kabul ettirmenin peşinde dörtnala koşuyor… Bakıyoruz medya da, özellikle sosyal medya denen fecebok ve twiter paylaşım sitelerinde kandırılmışlar edebiyatı almış başını gidiyor.

Kimilerinin derdi üzüm yemek değil; bağcı dövmektir. Mesela bizi savaşın içine çekmek için bilinçli yapılan sınır dışından gelen saldırılara cevap vermezsin. Korkak diye eleştirirler. Günü ve zamanı gelir, uluslar arası kurallar gereği haklı duruma geçtiğinde cevap verirsin. ‘Ne lüzum vardı? Suriye de siviller de ölüyor’ derler. O vatan hainlerini ve emperyalist uşaklarını; vatansever Türk milleti artık ettiği tek cümleden, kimin avukatı olduklarını anlıyor.
Yılan; çoğu zaman yavrumuz postuna bürünmüş şekilde hep koynumuzdadır. Uzaktakine ve karşımızdakine karşı önlem alması; koynumuzdakine oranla çok daha kolaydır. Ülke olarak en çok da canımızı, koynumuzdakilerin sokması acıtır. Nabi de sevgiliye hitaben bu durumu şöyle ifade ediyor:
‘Hayâlinden gelir gam hâtıra cânâneden gelmez
Sitem hep âşnâlardan gelir bîgâneden gelmez.’Nâbî

Açıklaması; ‘Gönlüme gelen gam sevgilinin hayalinden gelir, kendisinden gelmez. Eziyet hep dostlardan gelir, yabancıdan gelmez.’
Kandırılmak için birileri söylediğinin aksini yapması lazım. Kandıran kişi söylediğinin aksini, söylediğinin aksini yaparsa; ancak o zaman kandırıldığımız ortaya çıkar. Yoksa kimsenin alnında yalancı diye yazmaz. Yalancı, düzenbaz, gizli emelleri var diye yazmaz. Yanlış yapan, kandıran bedelini öder. Yalancının mumu ise en fazla yatsıya kadar yanar.

Ne yaparlarsa (yaparsanız) yapsınlar, biz Allahın dininin müdavimleri ve vatanseverler olarak yapılması gerekenleri dikkatli ve hesaplı bir şekilde yerinde ve zamanında yaparsak zafer bizimdir. Çünkü göklerden gelen ulvi bir karar vardır. O kararı ve sonucu görmeden şeytanın ve askerlerinin başarısından emin olmalarını anlamakta zorlanıyorum...

Bazen yalan söyleyenin yalanını bilirsin ama buna halkı da inandırmak zorundasındır. Hele ki devlette; halka yani aziz millete yalanın yalan olduğunu, yanlışın yanlış olduğunu göstermek için bilgin yokmuş gibi yapman gerekebilir. Mesela 11 Eylül saldırısı olmasaydı; Afganistan’a saldırı için ABD dünyayı ikna etmekte zorlanırdı. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını mecliste engellemeye kalkmasalardı, cumhurbaşkanını halkın seçmesi referandumu kabul görmeyebilirdi.
Bazen yalan söyleyenin yalanını bilirsin ama buna halkı da inandırmak zorundasındır. Hele ki devlette halka yalanın yalan olduğunu, yanlışın yanlış olduğunu göstermek için bilgin yokmuş gibi davranman gerekebilir.
28 Şubat döneminde rengini ve ışığını göstermişti ‘başörtüsü teferruattır’ diyerek, 2010 yılında yaşanan mavi Marmara gemi olayında şak diye ortaya attılar. Gezi parkı eylemlerine verdikleri destek ile ve 17-25 Aralık kumpasıyla saldırıya geçtiler. Ancak reisin katıldığı her toplantı da, her cemiyette paralel yapı tehlikesini ve önlem alınması gerektiğini dile getirmesine rağmen, kamuoyunda Kırmızı Kitap olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne birinci ve öncelikli tehdit olarak aldırmasına rağmen en yakınlarını bile ikna edememişti. Ülke olarak hakikati görmek için darbe girişini ve masum canların katledilmesini beklemeden görmek gerekirdi.
‘Kandırılmışlar’ edebiyatı yapanlardan hangisi bu gerçeği gördü. Paralel yapı uyarısı yapan ve o yapıyla mücadeleyi milli siyaset belgesine aldıran reise kandırılma edebiyatını dillendirenlerin hangisi kabul etti. Ben sadece Tayyip Erdoğan her şeyi paralele bağlıyor eleştirilerini hatırlıyorum.
Kandırılma edebiyatı muhalefetin bir yere kadar başvurabileceği ve yönetimi eleştirebileceği bir olabilir. Ancak şu durumda 15 Temmuz girişiminden sonra oluşan birlik ruhunun bozulmaması için, kandırılma edebiyatını yapanlara hiçbir şey kazandırmayacağı söylemleri ve eleştirileri bırakarak Yenikapı mitinginde oluşan millet birlikteliğini ayakta tutacak söylem ve eylemler geliştirmek gerekiyor. Eleştirmek ve insanları başarısızlıkla yaftalamak çok kolaydır. Ama unutmamak gerekir ki; her söylenenle, her yapılanla kandırılan ve söylendiği başarısız olan hiçbir yönetim üst üste onlarca seçimi oylarını artırarak kazanamaz. Birileri koyun dese de, halk geleceği göremeyen çobanlar dese de; yüreğinde ihanet hırsı ve mandacılık hırsı taşımayan sağduyulu Türk milleti asla basiretsiz değildir.
Bu tür söylemlerle insanların arasındaki farklı düşünceleri; siyasi, ırki, mezhebi yönden ayrılıkları ve farklılıkları derinleştirici, düşmanlığı körükleyici söylemlerden ve paylaşımlardan uzak durulmadır. Sokaklarımız yurt dışından gelen, ya da bizden olduğu halde, dışarıda özel olarak kışkırtma, kargaşa ve iç savaşa doğru halkımızı yönlendirmek için yetiştirilerek bizden gibi görünüp birliğimize dinamit sıkmak için yerleştirilmiş ajanlarla doludur.
Zaten amacı bu olan farklı terör örgütlerinin eylemlerini bahane ederek bizi provoke etmeye çalışan birilerinin galeyana getirmesine ve oynanan oyuna alet olmamaya dikkat etmeliyiz. İnsanları bu şekilde kışkırtmak için, provoke etme girişiminde bulunanları tespit etmeli, emniyet güçlerine teslim etmeliyiz. Ya da en azından ihbar etmeliyiz.
Millet olarak kendimize güvenme, cesarete gelme, saklanma taktiğinden savunmaya geçerek emin adımlar geleceğe yürüme zamanıdır.  Kin ve düşmanlık, gibi duygulara bizi sürmek isteyen Siyonist uşakların oyunlarının uykusundan uyanma zamanıdır. Küçük siyasi ve şahsi menfaatlerden çok toplum çıkarlarını ve ülke çıkarlarını düşünme zamanıdır. Birlikte; hoşgörü, sevgi, hak-hukuk çerçevesinde haklara saygılı olma zamanıdır.

Birlik ve beraberliğimizi koruyalım. Farklılıklarımızla güçlü birlikteliğimizi sağlam tutalım. Farklılıklarımız zenginliğimiz olmaya devam etsin. O zaman Türk halkını ve Türk milletini kimse tutamaz. Bunu bildikleri için parçalara ve kamplara ayırma hevesinde iç ve dış düşmanlar. Bu tuzağa dikkat edelim
.
Bin yıllık sevgi ve hoşgörü mazisi olan; yaratılanı yaratandan ötürü seven biz Müslümanlara yakışmayacak söylem ve eylemlerden kaçınalım.

Feyzullah Kırca

21 Temmuz 2016 Perşembe

SIZINTIYI ÇOK İYİ YAPMIŞLAR




Maalesef SIZINTI'yı iyi yapmışlar devlete de, şükür ki AKSİYON'un, kendilerinin ve emir eri olacakları Siyonistlerin geleceği için ilan edecekleri YENİ BAHAR’ın ZAMAN'ını ve saklanacakları SAMANYOLU'nu iyi ayarlayamadılar. Yoksa satacaklardı ülke yönetimini Siyonistlere, Allah korudu ülkemizi korumaya devam eder. İnşallah da vatansever akıl sahibi Müslüman Türkler ellerinden gelenin azamisini yapmaya cesur ve azimli bir şekilde devam ettikçe korumaya da devam edecektir.

Diyorlar ki; “Efendim o adamları devletin mahremine biz göndermedik. Dün birlikte hareket ediyorlardı. Bunun sorumlusu ilk başta siyasi iktidardır” diyorlar. Sormuyorlar hiçbir general, bir üst rütbeli subay kaç yıl da o rütbeye geliyor düşünse; oraya gelişlerinde çok daha önce yola koyulduklarını görecekler. 

Tamam, anladık kardeşim de böyle bir oluşumu nasıl çözemezler o zaman uyumuşlar” diyor belki haklı olarak. Ama mavi Marmara gemi baskınında İsrail tarafını tutmuşken, 17-25 Aralık kumpasında her şey ortadayken, pkk, pyd, ypg terör örgütüne tek ses etmeyip reisi, devleti ve hükümeti suçlarken, vs başta cumhurbaşkanı ve diğer devlet yetkileri bas bas bağırırken halka mağduru oynamışlardı. Halk desteği tam olarak ikna edilememişti. Kumpaslar ve terör destekleri ortadayken yakalananlar, gözaltına alınanlar nerde mevzilendikleri bilinmeyen yargı ve emniyet mensuplarınca korunmuş, medyada taraftar bulmuş, verilen cezalar diğer mahkemelerce kaldırılmıştır. 

Polis iki kişinin kavgasında bile suçun işlenmesini ve suçüstü yapmayı bekler. Bu adam suç işleyebilir diye kimseyi sokakta alıkoymaz. Görevden atma, yargılama ve ceza için suçüstü, yani kanıt şarttır. Darbe yapılmadan, böyle bir girişim ortaya çıkmadan “suç sabit değilken, kazanılmış haklar geri alınamaz kuralı varken” halk desteği sağlanamamışken, kimi neyle suçlayıp, nasıl görevden alacaksın. 

Aylardır güneydoğudan güvenlik güçlerimizin şehit haberleri geliyordu. O kadar çok şehit veriyorduk ki; bazen bu kadar mı tedbirsiz davranılır diye sinir krizlerine giriyorduk. Meğerse anladık ki darbeye zemin hazırlamak için içten vuruluyorlarmış. Neden böyle bu kadar başarısız oluyoruz, niye bu kadar çok şehit veriyoruz diye kendimize sorarken, hükümet başarısız diye eleştirirken; terörle birlikte hareket ettiğini gördüğümüz paralel yapının gizli neferi generaller ve subaylar buna zemin hazırlıyormuş. 

Bunun delili 15 Temmuz darbe girişiminde açıkça gün yüzüne çıktı. Terörü bitirmesini beklediğimiz fetöcü subaylar ve generaller terörü bombalayıp bitirmek söyle dursun; dünyanın gözü önünde ABD ve diğer Siyonist devletlerin emellerine hizmet etmek için, teröre en büyük darbeyi vurarak bitirme noktasına getiren özel harekâtçıları bombalayarak 42 özel harekâtçı polisi şehit ediyorlar.

Efendim ABD ve Nota bizi birlikten atarmış. Avrupa birliği bizi almazmış. Sanki gerçekten AB ye girmek isteyen var. Yapılacak oylamada benim oyum kesinlikle Hayır! olacak şimdiden söyleyeyim. Zaten asıl alırsanız biz ülke olarak kaybederiz. Zaten Orta Asya’dan gelip Anadolu’ya girdiğimiz gibi biz zaten nasıl olsa er veya geç bu dik duruşla, ekonomik yükselişle, hızlı nüfus artışıyla, akılcı politikalarla ve diğer gelişmelerle zaten size gireriz.  
      
Asıl biz ülke olarak ABD ve İsrail, İngiltere gibi dost görünümlü düşman ülkelerle dost kalmaya çalışırsak kaybederiz. Oyunu onların bize oynadığı gibi oynamazsak hiç şüpheniz olmasın kaybederiz. Şimdi bu fetöcü darbecileri destekleyen devlet memurlarına kıyım yapılıyormuş, kıymazlarsa namerttirler.

Tam 50 sene beklenen gün için dünya ve ahiretlerini feda ettiler. Ne oldukları gibi göründüler ne göründükleri gibi oldular. Çift kişilikli şizofren oldular. Her an takip edilme korkusuyla, paranoyak bir hayat yaşadılar.

Çok gizli tuttukları mahrem hizmette, o beklenen gün için; Rabbimiz “Namaz kılın!” diyordu, kılmadılar. Rabbimiz “Oruç tutun!” diyordu, tutmadılar. Rabbimiz “İçki içmeyin!” diyordu, İçtiler. Rabbimiz “Tesettüre girin” diyordu,  girmediler ve “Başörtüsü teferruattır” dediler.

Sonra beklenen gün geldi; namaz kılanların, oruç tutanların, haramdan kaçanların, tesettürlülerin tepesine bomba olup patladılar, kurşun olup yağdılar, tank paletleriyle acımadan ezdiler. Allah Allah diye karşılarına çıkan abdestinden başka hiç bir silahı olmayan vatansever insanları gözlerini bile kırpmadan şehit ettiler.

Öyle ki; O katlettikleri insanların çoğu gazete ve dergilerinin abonesi, okul ve dershanelerinin müşterisi olup; zekâtlarını, kurbanlarını, Kurbanlarının derilerini, hata kurbanlarının derilerini sakatatlarıyla birlikte itinayla toplayıp göndermişlerdi. Göndermiştik. Aklımıza gelebilecek birçok hayırlarını, hatta kendi çocuklarını bile onlara vermişti. Senelerce namaz için, oruç için, haram ve helallere uymak için, İslami bir eğitim eksikliğini giderdiklerini düşündükleri için imkânları dâhilinde destek vermişlerdir.

Maalesef; Öncesini ben bilmem. Bildiğim zamanlarda ise ülke ve onu yönetenler olarak; 28 Şubat sürecinde “Başörtüsü Fürüattır” sözüyle şüphelendik. Mavi Marmara gemi saldırısında İsrail’i haklı bulmasıyla “Ne oluyor, kim bunlar gerçekten?”dedik. Gezi,17-25 Aralık, PKK terör örgütünün saldırılarına verdikleri desteklerin içinde, yanında ve arkasında yer aldıklarında vatan, millet ve İslam dünyasının düşmanı olduklarını anladık. 15 Temmuz da sahipleri adına gözü dönmüş bir şekilde giriştikleri darbe girişimi ile jiletle kazır gibi kazımaya karar verdik. Allah yar ve yardımcımız olsun. Gazamız mübarek olsun.

Neymiş efendim? Gezide Toma’nın karşısında durmuşlarmış! Neymiş? Toma’ya tekme atmışlarmış! Ağaç deyip ağaçları yok edenler, gezi parkı deyip parkları yağmalayanlar, hak deyip masum dükkânları yağmalayanlar, vatan ve istikbal deyip köprülere, tünellere, kanallara, hava alanlarına karşı çıkan çapulcular siz nerdeydiniz bu aziz millet darbeye kefenini giyip, koşarken?

Bir yetmezdi. Arka arkaya iki tanka vatanı ve milleti için kafa ile dalan yürekler vardı! Bedenini hızla gelen tanklara siper edenler vardı. Helikopterden, tanklardan, darbeci canilerin ellerindeki silahlardan çıkan mermilere göğsünü siper eden vatansever kahramanlar vardı. “Keşke başarsalar” deyip de başarısız olduklarını anladığınızda “darbeye karşıyız, darbe kabul edilemez” demek zorunda kaldığınız darbe girişimi karşısında ölümü gördüğü halde abdestini alıp, tüm ailesiyle vedalaşıp ölüme koşan cengâverler vardı. Ve o vatansever kahramanlar, bu vatan için bir haftadır sokaklarda. Siz nerdesiniz?

Belli ki bir yerlere sinsice beyinlerini yıkayıp belli noktalara sızdırdığınız ajanların başarmasını bekliyorsunuz. Ancak şunu asla ama asla unutmayın! Sızıntı yoluyla, zorbalıkla, soruları çalarak hak etmediğiniz bir yerlere bir şekilde girebilirsiniz. Silah zoruyla ABD’nin ırak'a girdiği gibi de bir yerlere girebilirsiniz. Devlet kuruluşlarına girebilirsiniz ama halk rıza göstermediği surece orada kalamazsınız bu böyle biline.

Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
M.AKIF ERSOY

Evet, televizyondaki kadının da dediği gibi olacak ama dedem ve babam 1960 da Menderes'e ağladı. 1980 de darbeye rıza gösterip şapkasını alıp gittiği için Demirel yerine idam edilen nice genç nesillerimize ağladı. Ben ise zehirlenerek öldürülen Özal'a ve çeşitli oyun ve hilelerle iktidardan edilen Erbakan'a ağladım. Oğlum ve torunlarım; III. Abdülhamit olarak gördüğüm Recep Tayyip Erdoğan için ağlamayacak. Ağlamayacak.
Gerekirse bu vatan uğruna, din ve bayrak uğruna öleceğiz. Ama asla emperyalistlere ve onların uşaklarına teslim olmayacağız. 

Feyzullah Kırca

17 Temmuz 2016 Pazar

GÖZÜ DÖNMÜŞ CANİLER DURDURULDU




“Şimdiye kadar yüzlerce asker teröre kurban gitti. Analar ağlamaya devam ederken niye ‘Sela’lar okunmadı da şimdi ne oluyor. Çıkmasalardı sokağa… ” diyerek yapılan acımasız ve insafsız darbe girişimini mazur görmeye ve göstermeye çalışan güya Allah ve peygamber bildiğini söyleyen insanları nasıl bir kafa yapısına sokmuş bu dış servislerin emir eri PDY/FETÖ terör örgütü cemaat mensupları anlamak mümkün değil. Bu nasıl bir çıkar ilişkisi, bu nasıl bir gözü dönmüşlüktür Allah’ım?
Kusura bakma kardeşim! Bak hala kardeşim diyorum. Biz din görevlileri pkk, pyd, ypg, işid terör örgütlerinin hunharca tuzak kurarak şehit ettiği vatan evlatlarına da hangi ilde veya ilçede ise orada binler, yüz binlerle toplanarak 96 yıldır hiç olmadığı şekilde sahip çıkarak onları ebediyete gönderdik.
“Minarelerden, camilerden ‘Sela’lar okunarak iç savaş çağrısı yapılıyor” diye orda burada paylaşımlar yapan, halk sokağa çıkmasaydı darbe kolayca gerçekleşecekti diye düşünerek içten içe yanan ve üzüntüsünden tırnaklarını kemiren kardeşim! Biz kesinlikle iç savaş çağrısı yapmadık. Sağa sola saldırmadan, suç teşkil edecek davranışlar sergilemeden, demokrasimize ve ülkemize sahip çıkmaya davet ettik. Sağcısı, solcusu, milliyetçisi, vs vatanını seven ve demokratik cumhuriyeti sözde değil özde özümsemiş halkın tercihine saygı duyan tüm kesimler olarak vermiş olduğumuz namusumuz olan oylarımıza sahip çıkmaya davet ettik. Ama bunu kendisinin desteklediği parti kazanamayınca ‘çobanın oyuyla benim oyum bir mi olacak?’ diye absürt sorular soranlar anlayamaz. Anlasa da işine gelmediği için kabullenemez.  
Halka ateş açan darbeci de yargılanmalı, emir kulu askerin boğazını kesen manyak da yargılanmalı. İkisinin birbirinden farkı yok. Katiller kardeştir... Katilin şusu busu olmaz. Senin terörün kötü, benim terörüm iyi diye bakamayız. Hele dinimiz İslam’a göre masum sivil halka saldıran, canına ve malına kasteden terörist, asla gerçek mümin ve Müslüman olamaz.
Şunu da bilmiyoruz. Bizim asker kıyafetiyle gördüğümüz kafası kesik asker kişi gerçekten asker mi? Yakalanıp teslim alınarak dövülen asker gerçekten asker mi? Yoksa kurtlar vadisi dizisinde çokça izlediğimiz gibi asker elbisesi giymiş, kellesi gövdesinden ayrılmayınca durmaya niyeti olmayan yabancı servis ajanı mı? Parayla satın alınmış ihanet çevrelerinden birinin gözü dönmüş elemanı mı? bunu da bilmiyoruz. Ama kesinlikle bildiğimiz bir şey var ki; emre itaat etmek zorunda kalıp sonra kendi isteğiyle teslim olan sıradan askerin kafasını koparan, eziyet eden özel harekâtçı da olsa, polis de olsa, demokrasiye sahip çıkan halk da olsa yaptığı alçaklıktır. O asker komutanın emrine uymak zorunda kalan; askerlik çağına geldiği için askere gönderdiği kendi oğlu veya torunu da olabilirdi.
Yoğurdum kara diyen bulunmaz; ancak bildiğimiz bir gerçek var ki, her camia da çürük elmalar çıkabilir. Sosyal medya da şöyle bir eleştiri bombardımanıdır gidiyor. “Önemli olan olaylar vuku bulmadan bunları önleyebilmek. Mit şimdiye kadar nerdeydi? Böyle bir darbe girişimi bir anda ortaya çıkmamıştır. Neden önceden haber alınamadı. İstihbarat uyuyor mu? Emniyet, mit neden tedbir almadı? ” diye suçlamalar, eleştiriler ve eleştiriler…
Ne yazık ki akılları okuyabilme, gizli yapılanmalar arasında yapılan gizli mesajlaşma hadiseleri şikâyet mekanizması gelişmeden ortaya çıkarma tekniği daha henüz icat edilmedi. Ya da emrindeki askerleri tatbikata gidiyoruz diye kandırıp darbeye yapmaya götürenlerin niyetlerini okuyan bir mekanizma da henüz icat edilmedi.
Mavi Marmara olayından beri bas bas bağırıyor devlet yetkilileri. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere adamlar bunlar en tehlikeli terör örgütü diyor. Ama halkın bir kısmını ikna edemediler. Hala daha PDY/Fetö’yü savunan ve devleti eleştiren güruhlar var Maalesef. Kabul etmek gerek ki; bilmek yetmiyor halkın onay ve destek vermediği şeyleri yapmanın kolay olmadığını bilmek gerekiyor.
 “Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı, Başbakan artık görevlerinin başına geçmeliler...
Bir an önce camilerden iç savaş çağrılarına dönüşen duyuruları engellemeliler. ” Emniyet ve darbeye destek vermeyen asker, polis, özel harekâtçılar ve MİT mensupları öncelikle gündüz saatlerinde hareketlenme başlayınca onların güvenliğine, korunmasına ve yerlerinin gizlenmesine öncelik verdiği açıkça görünüyor. Buna rağmen devletin başı Cumhurbaşkanı ve başkomutan 8 ile 15 dakika gibi bir zaman aralığı ile kurtarılıyor. Diğerleri izlerini kaybettirip gece kondu vs yerlere giderek oradan görevlerini bir an bile olsun bırakmadan, şapkalarını alıp kaçmadan yürütüyorlar.
Bir geceliğine de olsa ele geçirilen devlet kuruluşlarını ve tutsak edilmekten alıkonulamayan kuvvet komutanlarını kurtarmak ve devletin önemli noktalarına sızma girişimlerini püskürtmek için ölümüne verilen mücadelenin en azından televizyon kanalları sayesinde canlı şahitleri olduk. Başta halk, ulusal, kanal B, fox gibi tvlerin de darbeye nasıl destek verdiklerini, başarısız olunca da “bu saatte darbe mi yapılır? Bir iki saat daha bekleyip herkes yatınca yapılmalıydı”  gördük. Hükümet ve devlet yetkililerinin orduyu top yekûn töhmet altında bırakmamak için bir avuç PDY linin girişimi olarak doğru bir şekilde duyurmasını öne sürerek; küçük bir olay gibi göstermeye çalışan algı operasyonları işin içine girince, içinden çıkılmaz oluyor.
Bakın ne diyor ismi lazım değil adam; “Herkesin uyuduğu gece yarısı değil de herkesin sokakta olduğu bir saatte darbe mi yapılır? Hiçbir stratejik kurumu ele geçirmeden ve ele geçirme girişimi de olmadan sadece köprülerde hava alanlarında ve meydanlarda dolaştırılan bir avuç asker ve birkaç tankla, yayın kuruluşlarının hiçbirine el koymadan, bütün kanalların karşı propagandasına izin vererek, darbe mi yapılır? TRT'de göstermelik bir bildiri okutup propaganda yapmak yerine karartıldığı, Anadolu Ajansı'nın işini gayet rahat sürdürebildiği, hiçbir politikacının tutuklanmayıp, bütün politikacıların ekranlarda rahat rahat demeçler verebildiği, sokağa çıkma yasağını uygulayamayıp insanların sokağa dökülmesine izin verilerek darbe mi yapılır? Birkaç saatlik gösteriden sonra askerlerin yavaş yavaş çekilmeye başladığı bir darbeyi dünyanın en beceriksiz ordusu ya da cuntası bile yapmaz.  Fetö bile bu kadar salak değildir. Hadi Türkiye’m bunu da afiyetle yiyin. Başkanınız ve yeni faşizminiz hayırlı olsun” diyor.
Anladık be hey gafil efendi! Anladık. Halk sokağa çıkmasaydı, bu iş bitirilmişti. Benim sevmediğim Tayyip ve avenesinden kurtulmuştuk ve bizim gibilerin isteyebileceği; İngiliz, İsrail, ABD başta olmak üzere ortak gizli oluşumlarının güdümüne girmiştik diyorsun. Faşizmi eleştirir gibi görünerek esas faşizmi görmezden gelmeyi yeğliyorsun. Esas faşizm kirli emeller ve çıkarlar için demokrasisine sahip çıkan silahsız ve zararsız halka, kendilerini korumakla görevli olduğun ve maaşını onların vergilerinden aldığı halka acımasızca gözü dönmüş bir şekilde ateş etmek değilse faşizm nedir Allah aşkına?
Fetö bile salak değildir. Bu onları bitirmek için kurgulanmış bir senaryo demeye getirerek; bu güne kadar terör saldırılarının ve her gün onlarcası önlenen bombaların önlenemeyerek patlayarak halkımız şehit eden bombaların sorumlusu olarak göstermeye çalıştığın gibi, hala yapılan ihanetin ve apaçık bir darbe girişiminin sorumlusu olarak da devleti görmeye çalışıyorsun. 
Ben de sana “Hadi lan oradandiyorum. Ve şunu da biliyorum. Bu iddiaların ve algı operasyonlarının inandırıcılığı olsa; tek bir sivilin veya vatan bekleyen askerin ve polisin ölümünde bile Cumhurbaşkanının hatası veya dahli olsa Lahey’de yargılarsınız şimdiye çoktan. Ariel Şaron gibi, Putin ile Esed gibi o sizin destek verdiğiniz liderler sivilleri öldürenler. Kendiniz vurup kendiniz bağırıyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti yetkilerini tuzağınıza düşüremiyorsunuz, dize getiremiyorsunuz, yönetimden zorla aforoz da edemiyorsunuz ve kuduruyorsunuz.
Mısır darbesinde de sizin ve arkanızdaki emperyalist güçlerin demokrasi ve özgürlük anlayışını gördük. Günlerce halk sokaklarda yattı, özgürce hak aradı hükümete karşı halk, bir kişinin bile burnu kanamamıştı. Sisi denen askeri zorbanın yaptığı darbeye rıza göstermediği için sokakları dolduranlar ise hunharca, tıpkı 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde yapılmak istenen gibi gözü dönmüş bir şekilde ateş açılarak öldürüldü ve meydanlar kan gölüne döndü.
Adı yurtta sulh olan kendini bilmez bir güruh; sulh deyip kendi halkına ateş açıyor. Vatanımı korusun, beni korusun diye askere gönderdiğimiz kendi oğlumuza, kendi torunumuza, bize ateş etmesi için emir veriyor. “Kanunsuz ve hukuksuz emre uymam ben, onlar benim anam, babam, komşularım, akrabalarım, ülkesini emperyalist uşaklarının kirli emellerine teslim etmek istemeyen kendi halkım” deyip ateş emrine uymayınca, emrindeki askeri kafasından vuracak kadar gözü dönmüş vaziyette teröristçe bir davranışın içine giriyor. Adı neymiş Yurtta sulh konseyi. Yesinler senin konseyini, yesinler senin cemaatini. Bu güne kadar halkımın vergileriyle aldığın tek kuruş maaşın burnundan zehir olarak gelsin. Benim kestiğim tek bir kurban bırak derisini,  kellesini dahi götürüp yediysen zehir zıkkım olsun.

Bu Halk çok hain gördü. Çok ihanet gördü ama böyle şerefsizlerini, böyle haysiyet yoksunlarını, böyle kendisinin ve arkasındaki kirli servislerin ve harami ülkelerin çıkarları için; meclisine bomba atacak kadar, kendi polisini, kendi halkını hunharca şehit edecek kadar gözü dönmüş, kendi yaşlı insanların ve bebeklerin bile olduğu araçların üzerinden tanklarla ezip geçen hain görmemişti. Rabbime şükürler olsun başarılı olamadılar en ağır şekilde cezalandırılmalarını acilen dört gözle bekliyoruz. Allah’ım devletimizi, vatanımızı, bunlar gibi şeref yoksunu, adi pisliklerden bir kez daha koruduğun için sana şükürler olsun...
Allah’ım sana şükürler olsun ki; 16.07.2016 cumartesi günü sabah saat 06:00 dan itibaren sokağa çıkma yasağı ilan eden gözü dönmüş bir şekilde ülkesine ve halkına düşman olmuş, görevi maaşını ödeyen devleti ve o devletin vatandaşlarını korumak olan gözü dönmüş canilere söyledikleri yasak saatinden itibaren sokakları haram eden halkın demokrasi mücadelesini bize yaşattın. Şükürler olsun. Namus bildiği oylarıyla seçerek belirlediği iktidar ve muhalefet aritmetiğine ( meclisine) yine o alınları öpülesi Türk halkının sahip çıktığını gösterdiğin için Rabbim sana binlerce kere şükürler olsun.
Korkusuzca olsa da tedbirli bir şekilde halkın önüne çıkmaktan korkmayan ve halkı demokrasiye sahip çıkmak için suç işlemeden devlete sahip çıkmaya davet eden Cumhurun Reisi Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’a, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a ülkem ve halkım adına vatanını seven bir fert olarak teşekkür ediyorum.
Diğerleri gibi darbenin sonucunun ne yana devrileceğini kestirmeye çalışıp, keşke başarılı olsa diye içten içe sayıklayıp, başarısız olacağına kani olunca açıklama yapanlar gibi beklemeden; tam olması gereken zamanda “Hiçbir şekilde bu darbe girişimi kabul edilemez. Mhp seçilmiş Türkiye cumhuriyeti hükümetinin yanındadır.” diyerek darbecilere meydan okuyan MHP lideri Devlet Bahçeli’ye ülkem ve halkım adına çok teşekkür ediyorum.  
 Ve her türlü taarruza rağmen ele geçirilemeyen 1.Ordu komutanı Orgeneral Ümit Dündar’ın dimdik duruşuna ve “diğer komutanlar darbecilerin elinde tutsak olduğundan emir veremeyecek durumdadırlar. Bu hain girişim TSK’nın bir tasarrufu değildir. Kendisini Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri olarak gören her komutanın birliklerini alarak acilen kışlalarına dönmesini emrediyorum.”diyerek darbe girişiminin geri püskürtülmesinde can kaybının artmasının önüne geçtiği için ülkem ve halkım adına çok teşekkür ediyorum.

Sonra korkusuzca meclise gelerek bombalar altında TBMM de ölümüne darbeye karşı duran milletvekillerine ve diğer meclis çalışanlarına ülkem ve halkım adına çok teşekkür ediyorum.  Dışarıda televizyon binaları önündeki çatışma ve bomba seslerine aldırış etmeden ve gölbaşı uydu vericilerinin olduğu yerdeki çatışma ve bombalara aldırış etmeden korkusuzca halkı doğru bir şekilde bilgilendiren, onları demokrasiye sahip çıkmaya davet eden basın yayın kuruluşlarına ülkem ve halkım adına çok teşekkür ediyorum.
Vatansever halkımıza; evindeki eşiyle, anasıyla, babasıyla, çocuklarıyla helalleşerek ölümüne vatanına ve demokrasisine sahip çıkmak için tankların, jetlerin ve hain darbeci askerlerin önüne Türk bayraklarıyla kellesini ve gövdesini siper ettikleri için ülkem ve halkım adına çok teşekkür ediyorum. Yine vatansever halkımıza; başta TRT başta olmak üzere diğer ele geçirilmek istenen binaları ölümüne savunması ve darbeci komutanların kollarından tutup emniyete teslim ettikleri için ülkem ve halkım adına çok teşekkür ediyorum. 
Feyzullah Kırca