31 Mayıs 2012 Perşembe

SUÇ DEĞİLMİŞ TECAVÜZ




Zina konusu Müslümanların kesinlikle uzak durması gereken ve ona götüreceği için Allah’ın kesinlikle uzak durmamızı istediği bir konudur. Yani evlilik dışı her türlü şehvetli bakma, dokunma, namahrem olanların yanında dinimizin gösterilmesini yasak ettiği yerleri açıkta bırakmak haramdır.

Zina konusuyla ilgili Nur Suresinin 30 ve 31. ayetleri biz Müslümanları açık bir şekilde uyarmaktadır. Esas itibariyle bu sure, kesin olarak farz kılınan birtakım hükümleri ve bunların delillerini içinde bulunduran bir kısım açık ve belli ayetleri ihtiva etmektedir. Öyle ki bu sure İslâm medeniyetinin kadın erkek ilişkilerini,  aile hukukunu koruma amaçlı olarak nasıl davranmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Toplumdaki fertlerin zina konusundaki birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. İnsanların evlilik ve kadın erkek hakları konusundaki vazifelerini gösteren temel çizgileri ortaya koymaktadır.  Çok açık bir şekilde önce namus, ırz ve aile hukuku meselelerinin korunması ve onlara hiçbir şekilde tecavüz yapılmaması gerektiği prensiplerini ortaya koymaktadır. Bu konulardaki emir ve yasaklarını bildirmektedir. Bunlara uymayanların maruz kalacakları azabı da önceden haber vermektedir.

Şimdi Nur Suresinin bu ayeti kerimelerini de kapsayan ayetlerinden bir demet sunmaya çalışalım. Söyleyeceklerimizi bu ayetleri ifade ettikten sonra söyleriz inşallah.

"Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir suredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık ayetler indirdik."1.ayet

Nur suremizin üçüncü ayetinde ifade edildiği gibi; zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, müminlere haram kılınmıştır. İşte ayeti kerime: "Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu Mü’minler haram kılınmıştır."3.ayet

"Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir." 4.ayet

Bakın bir sonraki ayeti kerimede daha önce iffetli kadına zina iftirası attığı için pişmanlık duyup gerçeği açıklayarak, zina isnat ettikleri kişiyi temize çıkararak tövbe edenlerin Allahın bağışlayabileceği ifade ediliyor. "Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesna. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." 5.ayet

"Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tövbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı haliniz nice olurdu?" 10.ayet

"O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır." 11.ayet

Müslümanlar arasında hayâsızlığın ve ahlaki çöküntüyü arzu eden kişiler hakkında da yüce şöyle buyuruyor: "İnananlar arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz." 19.ayet

"Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. "  21.ayet

"İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mü'min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır."  23, 24. ayetler

"O gün Allah onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir." 25.ayet

"Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara layıktır. O temiz olanlar iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır." 26.ayet

Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır." 30.ayet

"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, ziynetlerini(görmemesi gereken yerleri) göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Ziynetlerini; kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut Müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey Mü’minler! Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz." 31.ayet

"Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." 32.ayet

"Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerden "mükâtebe" yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın. Allah'ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah (onları) çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir." 33.ayet Fuhşa zorlamak ile ilgili bu ayetin altını çizip bırakıyoruz şimdilik. Bizi bu yazıyı yazmaya sevk eden bu ayeti kerimeyle ilgili konuyu sona saklıyoruz.

Nikâhlı eşlerin yanına çocuklarının dahi gireceği saatleri ve zamanları açık şekilde bildiren Kuranı kerim, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve sizden henüz buluğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekleri zaman) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında (izinsiz girme konusunda) ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, ayetlerini size işte böylece açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. " 58. ayet

"Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi (yanınıza girmek için) izin istesinler. İşte Allah ayetlerini size böyle açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." 59.ayet

"Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların ziynetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir."  60. ayet
*
Öncelikle Facebook sayfalarında Avukat Ömer K A V İ L İ imzasıyla dolaşan Türkiye’nin bir yerlerinde yaşanıp Yargıtay’ın 14. ceza dairesine kadar ulaşan olay hakkındaki bizimde okuma imkânı bulduğumuz yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yazıyı aynen paylaşmak yerine konu daha fazla uzamasın diye size özetleyeyim:

Her meslekten, her yaştan, az önce hepsi başı bağlı, şişman bir kadına bir miktar para ödediler ve kadın onlara tembih etmiş: "Kız 13 yaşında, bekâretini henüz kaybetmedi, kaybetmesi bizim başımızı belaya sokar, ona göre muamele edin." Her meslekten, her yaştan erkek kalabalığı bu sözler üstüne başını sallıyor. Onlar ne yapacaklarını bilirler. Onlar erkek! Teker teker, birbirlerinin sırasını gözeterek odaya giriyorlar. Ve odaya giren erkekler teker teker küçük kız çocuğuna, bekâreti zarar görmesin diye! Livata ediyor.

Bu çok günah ve zalim korku filminin gerçek erkek elemanları kimlerdir, ne iş yaparlar?
İşte yazarın elindeki vicdansızların, ırz düşmanlarının listesi: Yazıda isimler ve meslekleri var. Ama isim kullanmak suretiyle; gıybet ve dedikodu yapmamak için sadece mesleklerini yazmakla yetineceğim.
Yazının içeriğinden isimler atılmış olarak;

"Kızıltepe Kaymakamlık Yazı işleri Müdürü, ordudan irtica nedeniyle ihraç edilen yüzbaşı,
kamu dairesinde devlet memuru, 2 adet zabıta memuru, belediye memuru, Mardin Vakıflar Şube Müdürü, Ziraat Odası Başkanı, astsubay, ilköğretim okulu müdür yardımcısı, 2 adet veznedar, Orman İşletme Müdürlüğü şefi, veznedar,  işyeri sahibi, serbest meslek, TEDAŞ işçisi, üniversite öğrencisi, muhtar, serbest meslek ve mesleğini söylemeyen 9 kişi daha var." bu suçu işlediği için mahkemeye sevk edilen kişilerin listesidir.

Mardin de meydana gelen bu olaydan sonra, doktorlar küçük kız oturabilsin diye tam dört ameliyat yapmak zorunda kalıyorlar. Mardinli küçük kızın hikâyesini daha sonraları öğrenen yazar, en çok bir ifadede donup kalıyor:

"Yukarıdaki adları ve meslekleri belli erkeklerden biri, kelli felli bir işyeri sahibi, işini bitirdikten sonra kıza şöyle sesleniyor:

- Kızım, kusura bakma şeytana uydum; benim de senin kadar bir kızım var. Ramazanda bana gel de karnını doyurayım."

Ramazanda bir kap yemek, cuma namazında bir rekat namaz ve işi şeytana havale ederek, hiç bir şey olmamış gibi evlerine, işyerlerine ve kahvelerine dönecekler! Öyle ki memurların haklarında işlem yapılmayacak, şube müdürleri, oda başkanları, zabıta memurları Mardin'in sokaklarında başları dik dolaşacaklar! Çünkü bu ülke de bir tek onlar erkek. Onlara kimse bir şey yapamaz. Çünkü haber kanallarından takip ettiğimiz gibi; Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, 13 yaşında 26 erkeğe satılan küçük kızın, bu kişilerle kendi rızasıyla birlikte olduğu yorumu, anlı şanlı Yargıtay'ın 14. Ceza Dairesi'nde onay gördü.

"Ey ağır ceza mahkemesi hâkimleri, Yargıtay üyeleri, bu verdiğiniz kararla siz de bu korku filminin ana kahramanlarının yanında yer aldınız. Kanunlar böyle diye kestirip attınız.

Küçücük bir kız çocuğunu savunamayan hukuk ve sizlerin bunun arkasına sığınmanız, bu korku filminin en utanç verici bölümü oynadınız. Kendi kızınızın, kız kardeşinizin, yeğeninizin, vs yakınlarınızın başına böyle bir hal gelse yine bu kararı mı verirdiniz.

Hukuk, yazılı kanunların, insan haklarına uygun uygulanmasından başka nedir ki? Hukuk fakültelerinin birinci dersinde bu öğretilir."

*
Sona sakladığımızı ifade ettiğimiz ayeti kerimeyi tekrar ifade ederek sözün özüne gelelim.
"Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerden "Mükatebe" yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla "Mükatebe" yapın. Allah'ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah (onları) çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir." 33.ayet

Öncelikle mükatebe ne demektir onu açıklayalım: Mükatebe; köle veya cariye ile efendisi arasında yapılan bir akit(sözleşme) olup, bu sözleşmede köle veya cariye, belli bir bedel ödediği takdirde efendisinden, kendisine hürriyetini vermesini ister veya aynı teklifi efendisi ona yapar. Üzerinde anlaşmaya varılan bu bedel hazır ise köle bu bedeli hemen ödemek, değilse, efendisinin kendisine tanıdığı bir süre içinde temin ettikten sonra ödemek şartıyla hürriyetine kavuşur.

En başındaki ayetlerde ifade ettiğimiz ayetlerde evlilik dışı her türlü ilişkiyi yasaklamaktadır. Hatta ona yaklaştıran şehvetli bakışları ve o bakışları çağıracak şekilde giyinmeyi yasaklamakta ve giyinmenin şeklini de açıklamaktadır. Dinimize göre büyük günahlardan olan evlilik dışı ilişki olan zinanın yanı sıra, hem Lut kavminin helak olmasına sebep olan livata, hem de zorla tecavüz var bu olayda. Ama sorsan adamlar tertemiz ve günahsızdırlar kesin onlara göre. Zaten Yargıtay da adamları suçsuz bulmuş ve affetmiş değil mi?
Kadına arka organdan temas ne şekilde olursa olsun kesinlikle haramdır. Şayet kadın bu işe razı olacak olursa, o da büyük günaha ortak olur. Eşler arası bile olsa anal ilişki livata olarak adlandırılmış olup, yasaklanmıştır. "Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'nun huzuruna varacaksınız. Ey Muhammed, müminleri müjdele!" (Bakara Suresi 2/223)

Cinsel ilişki çocuğun çıktığı yerden olmak şartıyla ister kadının yüzü size dönük olsun, isterse arkası, Cenabı Hak (C.C.) helal olan yere ekin tarlası diyor. Yani çocuk doğurma yeri olan yer, bunun dışında herhangi bir yerden varmak haramdır. Hadis-i şeriflerde buyruluyor ki: "Allah, Hakkı açıklamaktan hayâ etmez. Kadınlara arkalarından (cinsi sapıklıkla) yaklaşmayınız." (Mişkat, s. 276) "Bir adama veya kadına arkasından yaklaşan adama Allah (rahmet nazarı ile) bakmaz. (Mişkat, s. 276). "Kadına arka tarafından varan (yaklaşan) kimse mel'undur." (et-Tac c. 2, s. 281)

Bu ayet ve hadisler ışığında, sözlerimizi ifade ettikten sonra bu işi yapanlara şu soruyu sorarak yazımıza noktayı koyalım. Siz ey günahtan korkmaz insanlar! Hem evlilik dışı zina, hem bekâret sorunu yüzünden ya da bu günahı işlemek daha çok nefsinize hoş geldiği için livata, Hem de Allah’ın ırz ve namusu birinci derece korunması gerekenler arasında saydığı halde zorla tecavüz ederek birçok suçu birlikte işleyerek günaha giriyorsunuz. Sizde hiç mi Allah korkusu yok? Sahi sizde zerre kadar vicdan var mı? Eşleriniz sizi bu şekilde aldatsa ne yaparsınız? Hele ki biri ona zorla tecavüz etse ne yaparsınız? Hele ki bu tecavüz dübüründen olsa ne yaparsınız?

Eminim tecavüz edenin parası varmış, zorla eline teslim edilen başı kapalı ve belki de en çok vergi ödeyen kadın satmış ne yapalım dersiniz değil mi? Sizleri Allaha havale ediyoruz. Hâkimler savcılar vermese de Allah müstehakınızı versin diyoruz. Sözü burada kesiyoruz.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

29 Mayıs 2012 Salı

ÇANAKKALE GEZİ NOTLARIM-3


11-NUSRET MAYIN GEMİSİ VE CEVAT PAŞANIN RÜYASI


Rumeli mecidiye tabyası ile ilgili bilgilere geçmeden önce rehberimizin anlattığı mirluğa (Tuğgeneral) Cevat Paşa hakkındaki bilgi üzerine onun yaptıklarını aktarmakta fayda var diyerek, onun Çanakkale deniz muharebesinde oynadığı büyük rolü dile getirmek lazımdır.

İtilaf devletlerinin Çanakkale ve İstanbul boğazlarını açarak hem Kafkas cephesindeki Ekonomisi kötüye giden Ruslara yardım götürmek, Anadolu’daki petrol yataklarını ele geçirmek, Balkan Savaşları’nda yara almış Osmanlı devleti’ne ikinci hamleyi vurarak tamamen çökertmek. Bu sayede de Avrupa’ya açılabilme emellerini gerçekleştirmek istiyorlardı.

Bu sebeple İngiliz ve Fransız filolarından müteşekkil büyük armada, 17 Mart akşamı son bir defa daha yaptırdığı mayın taraması sonrasında emniyet içinde oldukları hissine kapılarak, ertesi günü kazanmayı düşündükleri zaferin tatlı hayalleriyle uykuya dalarlar. Oysa uyumayan birileri vardır ve kendilerini saatin bir buçuğu gösterdiği gece karanlığında 360 tonluk eski bir tekne ile yola koyulurlar. Bu tekne Nusret Mayın Gemisidir. Işıklarını karartmış bir şekilde Rumeli kıyısını çok yakından takip ederek ve ağır ağır boğazdan aşağıya doğru yol almaktadır.1
Rehberimiz Muhammet beyin anlattığına göre; Müstahkem mevki komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa bir gece rüyasında kulağında yankılanan bir ses duyar. O ses: “... Deniz üzerine bak!” demektedir. Denizin üzerine bakan Cevat Paşa; dalgalar arasında çiçeklerle bezenmiş pırıl pırıl “Kef” ve “Vav” harflerini görür. Heyecanla uyanan Cevat Paşa, rüyaya bir anlam veremez. Seddülbahir, Ertuğrul, Kumkale bataryaları düşmanın büyük çaplı ve çabuk ateşli gemilerinin açtığı ateşle moloz ve toprak yığını haline gelmişti. Böylece çoktan savaş dışı kalmıştı. Cevat Paşa Soğanlıdere, Tenger ve Baykuş bataryalarını denetlemek için Kilitbahir’den İstimbot’a binerken yedi yıl önce ölen kızı Bedile’yi hatırlar. Cahidi sultan türbesi yanındaki kızının mezarını ziyarete geldiğinde rüyasında o lahuti sesi tekrar duyar:

“Cevat, depolardaki 26 mayını denize döşe” demektedir. Korku ve şaşkınlık içinde kalan Cevat Paşa, yüzü nurla parlayan bir silueti görür. O nur yüzlü adam Cevat Paşanın koluna girerek; “bir derdin mi var?” diye sorar.

Gördüğü o nur yüzlü adam oradaki türbesinde yatmakta olan Ahmet Cahidi Sultan’dır. Cevat Paşa, gördüğü rüyayı ve az önce duyduğu sesi bir solukta anlatır. Nur yüzlü adam (Cahidi Sultan) cevap verir: “Nur, zafer işaretidir. Ebcet hesabında “Kef” harfi 20, “Vav” da 6 rakamını bildirir ve 26 yapar” dedikten sonra aniden kaybolur.

Cevat Paşa, hemen Mayın Grubu Kumandanı Nazmi Bey’i çağırıp sorar: “Depolarımızda kaç mayınımız var? ” Nazmi Bey’in cevabı çok şaşırtıcıdır: “Elimizde bir Türk usta tarafından yapılan 26 mayın var. Alman teknisyenler bunları döşememizi istemediler. Şu anda Boğaz’daki mayın sayısı 377’dir ve hepsi Alman yapımıdır.” Cevabını aldıktan sonra Nusret mayın gemisi komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey’i ve Yüzbaşı Hafız Nazmi Bey’i çağırarak mayınları nereye dökeceklerini planlarlar.

Gemi kumandanı Yüzbaşı Hakkı Bey, aldığı emir gereği çok tehlikeli bir işe girişmiştir. Sisli ve yağmurlu havanın görüş alanını azaltmasından da faydalanarak, duman çıkarmaması için geminin makine devrini de 140 a düşürürler. Her 15 saniyede bir mayın olmak üzere plan gereği bu sırlı 26 adet Türk yapımı mayını Kumbağı Burnu ile Soğanlıdere arasındaki Karanlık Liman’ın adındaki bu bölgeye iki sıra halinde Boğaz’a paralel olarak tekbir ve dualarla dökerler.

Ertesi gün 18 Mart 1915 sabahı İngilizlerin en büyük zırhlılarından Irresistible ve Buovet zırhlıları, Nusret’in sabaha karşı döktükleri mayınlara çarparak herkesin şaşkın bakışları arasında Boğaz’ın dibini boylarlar.

(Prof. Azmi Süslü, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c.7, s 306 Aktaran: Mustafa Turan, s 56)


Nusret Mayın gemisinin içini ziyarete kapalı olduğu için göremedik. Çanakkale limanının hemen yanı başında Çimenlik kalesi dibinde bir maketi bulunmaktadır.

12-RUMELİ MECİDİYE TABYASI

Umarım yanlış hatırlamıyorumdur; gezi sırasında aldığım notlar da onu gösteriyor ki, Namazgâh tabyalarından geçtikten sonra 50 m ileride Rumeli Hamidiye Tabyasının hemen yanında bizleri tarihe tanıklık etmiş ve nice kahramanlıklara sahne olmuş Rumeli Mecidiye Tabyası karşılar. Tabyaları anlatırken şu bilgileri bilmek daha anlamlı hale getirecektir.

Tabya rehberden aldığımız bilgileri ve tabya ne demektir google araştırmamızın neticesinde; tabii görünümlü olan demek olduğunu görüyoruz. Zaten tabyalara denizden bakacak olursak küçük kum tepecikleri halinde ve doğal tepecikler olarak görünmektedirler. Tabyaların içyapısı T şeklindedir. Bu T şeklinde tabyaların içinde sağa ve sola açılan iki kapı bulunmaktadır. Tabyaların içinde mermi ve barut saklama odaları bulunmaktadır.


Tabyalara ilk çıktığımızda bizleri tek odalı bir bonet ( tabyaları oluşturan odalar ) karşılamaktadır. Topun konulduğu set arkasındaki üstü açık ve zemini yükseltilmiş olarak inşa edilen açık odanın sol odasında top mermisi bulunur. Sağdaki odasında ise hartuç saklanmaktadır. Hartuç merminin arkasından namluya sürülen bezden ya da kartondan barut kesesidir. Bu şekilde sol oda da top, sağ oda da hartuç olacak şekilde bonetler hazırlanmış ve ateş mekanizması oluşturulmuştur. Askerlerin kaldığı yatakhane ise en sonda bulunan bonettir. Bu bilgiyi vermeye çalıştıktan sonra mecidiye tabyasına geçelim.



Mecidiye tabyası II. Abdülhamit döneminde Asaf Paşa tarafından yaptırılmıştır. Tabyada 8 adet bonet, 16 top yeri vardır. Bonetler kesme taşlarla yapılmış ve üzerleri toprakla örtülmüştür. Çanakkale Savaşları’nda 4 adet 9,4 puss’luk (24cm. çapında), 2 adet 11 puss’luk (28cm. çapında toplam 6 adet top kullanılmıştır. Deniz Savaşı’nda tabyanın bombalanması sonucu 16 şehit verilmiştir. Ayrıca Seyit Onbaşı’nın görev yaptığı tabyadır. 18 Mart 1915 tarihindeki Deniz Savaşları’nda bu tabya oldukça hasar görmüştür. Bu bombardımanda, tabya görevli 19 askerden 16’sını şehit vermiştir. Bu tabya, 14 Kasım 1980 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından “Korunması Gereken Kültürel Varlık” olarak tescil edilmiştir.



Mecidiye Tabyası, Kilitbahir Köyü’nün 300m. güneyinde, Kilitbahir-Behramlı yolu üzerinde bulunmaktadır. Tabyanın hemen kuzeyinde Mecidiye Şehitliği ve anıtı, doğusunda yolun kenarında Seyit Onbaşı’nın heykeli bulunmaktadır.

13-SEYİT ONBAŞI ŞEHİTLİĞİ VE ANITI



Mecidiye Tabyası kahramanı Seyit Onbaşının heykeli, Kilitbahir-Behramlı yolunun kenarında, yine Kilitbahir Köyü’ne yaklaşık 300m. Mesafede ve sahil boyunca gelen Eceabat yolunun sol tarafında bulunmaktadır. Heykelin yanında yol boyunca Çanakkale hatıralarını yansıtan hediyelik eşya satıcıları vardır. (http://www.bilgiyaz.com/rumeli-mecidiye-tabyasi.html)

Yine rehberimizin anlattıklarından aldığımız notlara göre; şehitlik ilk kez 1919 yılında tesis edilmiştir. Rumeli Mecidiye tabyası girişinde, 18 Mart 1915 Boğaz Savaşı sırasında şehit olan Ispartalı Ali Çavuş, İvrindili İsmail oğlu Mehmet, Mustafa oğlu Süleyman ve şehit 13 Türk topçusu yatmaktadır. Savaş sırasında yapılan şehitlik, tabyanın dağ tarafındaki selvi ağaçlarının arasına yapılmış. 1962 yılında şehitlerimizin kemikleri şimdiki şehitliğe taşınmıştır.

Balkan harbi gazisi Yüzbaşı Mehmet Hilmi Bey Rumeli mecidiye Tabyasına komutan olarak atanmıştır. Balkan harbi gazisi olan Yüzbaşı; askerlerine nasıl davranılacağını bilecek kadar tecrübelidir. Hemen işe koyulan Yüzbaşı bir yandan tabyayı savaşa hazırlarken, bir yandan da askerlerin eğitimiyle meşgul oluyordu. Askerleri her an savaşa hazır vaziyette ve hemen kalkıp savaşacak şekilde yatıyorlardı.
18 Mart’a kadar zaman zaman çatışmalar olsa da, 18 Mart 1915 günü müttefik donanması komutanı Amiral De Robeck komutasında boğazdan içeri girer. Tabyaların toplarının ulaşamayacağı yerlerden ateşe başlarlar. Türk tabyaları yerlerinin belli olmaması için menzil dışındaki yerleri nasıl olsa vuramayacakları için ateş etmezler. Türk askerinin ateş etmemesinden dolayı kaçtığını düşünen düşman donanması komutanı, ileri emrini verir.

Düşman gemilerin 13.500 metre mesafeye kadar yaklaşarak menzile girmesiyle, ateş sırası bombardıman altında kalıp sessizce beklemekte olan Türk tabyalarına gelmiştir. Diğer tabyalarla birlikte Mecidiye tabyası da ateşe başlar ve kısa sürede düşmanın bütün dikkati ve ateşini üzerine çeker. Vaziyet öyle bir hal alır ki; topçu çavuşları değil hedefi, denizi bile göremez hale gelir.

Bu sırada Rumeli Hamidiye tabyasında görev yapmakta olan Bektaş isimli topçu, Rumeli mecidiye Tabyasında komutan olan Yüzbaşı Mehmet Hilmi Beyin yanına gelerek düşmana hiç top atamadığını, hiç olmazsa bir kez olsun ateş etmek istediğini söyler. Birinci topçu çavuşunun yanına geçirilen Bektaş; iki top mermisi atmıştı. Üçüncüsünü atamadan kendilerine isabet eden bir topla yaralanınca, tedavi için geri alınır. Bu sırada Fransız Bouvet zırhlısı Rumeli mecidiye Tabyasının atışlarına hedef olarak tez zamanda mürettebatıyla suyun dibini boylar. Bu zırhlının batışını dürbünle izleyen Mehmet Hilmi beyin eşi Seyide Hanım “Yaşasın Hilmi gemiyi vurdu” diye sevinir.



1889 yılının eylül ayında Balıkesir’in Havran İlçesi Çamlık(Manastır) köyünde Abdurrahman-Emine çiftinin oğlu olarak dünyaya gelen Seyit Ali 1909 da Osmanlı ordusuna katılmıştı. Balkan savaşından gazi olarak dönmüş, birinci dünya savaşının başlamasıyla Çanakkale cephesindeki 1915 yılında Çanakkale'de 2'nci Ağır Topçu Tugayı, 4'üncü Ağır Topçu Alayı, 2'nci Topçu Taburu'na bağlı 5'inci bataryanın Mecidiye Tabyası'ndaki 3 no'lu topunda topçu eri olarak göreve başlamıştı. Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlarla Fransız Buovet vurulup hareketsiz kalmıştı. Mürettebatını kurtarmak için, İngiliz Ocean ve Irresistible gemileri gelmişti.

Mermiyi yerden kaldırıp topa taşımak için kullanılan düzenek (topun vinci) bozuk olduğu için Koca seyit’in görevli olduğu toptan ateş edememekteydiler. Buovet’in batışını izleyen dakikalarda bir top mermisi Havran’lı Koca Seyit’in bulunduğu noktaya isabet eder. Koca Seyit’in bu merminin şiddetiyle vücudunun bir kısmı toprağa gömülür. Koca seyit, arkadaşının yardımıyla topraktan çıkar ve inanılmaz bir olayı gerçekleştirerek arkadaşının sırtına koyarken yardım etmesiyle 215 kğ lık top mermilerini kaldırır ve ateşe başlar. ilk iki atışta Ocean savaş gemisine bazı hafif hasarlar verdiyse de, nihayet üçüncü atışta düşmanın Ocean Savaş gemisini dümen tertibatının bulunduğu yerden vurmuşlar, mürettebatı gemiyi terk etmek zorunda kalmış ve Ocean Gemisi savaş dışı kalmıştır. Bazı kaynaklarda Koca Seyit tek başına kalmıştır dese de, topun yanında onunla birlikte heykelleri dikili olan üç kişi vardır. En az bir arkadaşının sağ kaldığı ve gömüldüğü topraktan çıkmasına yardım ettiği bilinmektedir. O gün top mermilerini kaldırıp topa süren Koca Seyit, ertesi gün fotoğrafını çekmek için gelen Savunma Bakanlığı heyetinin karşısında aynı başarıyı gösteremez. Hatta bu olay üzerine “Yine savaş çıksın yine kaldırırım” dediği söylenmiştir. Bu sebeple bu sahnenin fotoğrafı, ancak fotoğrafı tahta bir mermiyle çekilebildi.

Bu da o gün o mermiyi iman gücüyle, Allah’ın yardımıyla kaldırdığının bir göstergesidir. Türk askerinin gücünü imanıyla birleştirdiği zaman neler yapabileceğinin göstergesidir. Bu başarısından ötürü Koca Seyide Onbaşı rütbesi verilir. Seyit onbaşının ekmek istihkakını ikiye çıkarmayı teklif eden komutanına,  “arkadaşlarıma da verirseniz öyle alırım” diyerek teklifi kabul etmiştir.

Nusret Mayın gemisinin başarısından sonra Çanakkale deniz muharebesinin ikinci kırılma anı olan Koca Seyit’in başarısından dakikalar sonra birkaç zırhlısını kaybeden müttefik donanması boğazı geçemeyeceğini anlar ve geri çekilmeye başlar. Müttefik kuvvetlerden oluşan düşman donanmasının geri çekilişini dürbünle izleyen Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa sarf ettiği sözler: “gittiler, geçemediler, geçemeyecekler” olmuştur.

Savaşın sona ermesi ile 1918'de köyüne dönen Seyit Ali, ormancılık ve kömürcülük işlerine devam etti. 1934 yılında çıkartılan Soyadı Kanunu ile Çabuk soyadını almıştır. 1939 yılında verem hastalığı yüzünden hayatını kaybetmiştir.

Seyit Ali Onbaşı ile ilgili menkıbeyi Mehmet İhsan GENİŞÇAN, eserinde şöyle anlatıyor: " Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalabilmiş, fakat onun da vinci kırılmış olduğundan mermileri namluya sürülemiyordu. Yüzbaşı Hilmi Bey, etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada Niğdeli Ali ile Koca Seyit ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı. "Ulu ve yüce Allah' tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur." duası Seyit' in ağzından nur tanesi gibi dökülmeye başladı. Seyit Ali, bu duayı defalarca okudu. Bu yakarış şüphesiz hiç kimseninkine benzemiyordu. Aşk ile kendinden geçmesi ve 257 okkalık top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyit ' in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi savaşın kaderini böylece değiştiren olayı yaratmış ve İngilizler' e ait "Ocean" isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştır. Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, ödül olarak Seyit' e onbaşılık rütbesini verdi. Merminin bir defada kendi huzurunda kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa' ya şu cevabı verdi: " Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm, Allah'ın feyziyle doldu. Ancak bu kuvvetin sırrı o anda bana Allah' ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makam varmışsam bu dua ve rıza ile olmuştur. Ancak şimdi kaldırmam mümkün değildir kumandanım" (http://tr.wikipedia.org/wiki/Seyit_Ali_Cabuk)



Geçenlerde İhlâs haber ajansının (İHA) bir haberinden okuduğum bilgiye göre; Rölyef ve heykel sanatçısı Serkan Suphi Ertuğrul’un Trabzon’daki atölyesinde yaklaşık 2,5 ayda tamamladığı bronz heykellerin Kilitbahir köyü girişindeki Rumeli Mecidiye Tabyası’nın bulunduğu alana yerleştirildiğini yazıyordu. Gezimiz sırasında sırtında top mermisiyle merdivenlere yürüyen Seyit Onbaşı ile hemen ardında onu seyreden Niğdeli Ali, kolundan yaralı halde Seyit Onbaşı’ya bakan bir Türk askeri ile topun üzerinde Çanakkale Boğazı’na doğru bakan Yüzbaşı Hilmi Bey’in tasvir edildiği bronz heykelleri tabyadaki topun bulunduğu alana monte edilmiş olduğunu görüp ziyaret ettik. Topun üzerinde ve heykellerin yanında fotoğraf çekildik.

14-YILDIZ TABYASI
Burayı maalesef ziyaret etme imkânı bulamadık. Belki de ettik ben hatırlamıyorum. Google amcaya bakınca birçok yerde bu tabya ile ilgili şu bilgiler karşımıza çıkıyor. Birde bu isimde Edirne ili sınırları içinde bir tabya olduğunu görüyoruz. Bu ek bilgiyi de hemen vermiş olalım. Ve bu tabyamız hakkındaki bilgilere geçelim.

‘Yıldız Tabyası, Kilitbahir Köyü’ne yaklaşık 5km. Mesafede, Yıldız Tabya Tepesi’ndedir. Bu tabya, II. Abdülhamit döneminde, 1892 yılında Asaf Paşa tarafından yaptırılmıştır. Çanakkale Savaşları’nda bu tabyada 6 adet 6 puss’luk (15,5cm. çapında) top kullanılmıştır. Bonetler, kesme taşlarla inşa edilmiş, üzerleri toprakla örtülmüştür. Bonetlerin iç kısımlarına birkaç basamaklı merdivenle inilmektedir. Bu tabya, 14 Kasım 1980 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından “Korunması Gereken Kültürel Varlık” olarak tescil edilmiştir.’ (http://berkantayhan.blogcu.com/canakkale-ve-gelibolu-da-bulunan-8-tabyamiz-hakkinda-bilgi-v/1254595)

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

25 Mayıs 2012 Cuma

REGAİP KANDİLİMİZ MUBAREK OLSUN



Regaip gecesi Recep ayının ilk Cuma gecesidir ve Regaib Kandilidir. Bu özel gecede Allahü Teala(c.c) mümin kullarına ihsan ve ikramlarda bulunur. Bu gecede yapılan dualar reddedilmez ve namaz, oruç sadaka gibi ibadetlere kat kat sevap kazanılır. Bu gece hürmet edenler affedilir. Recep ayının her gecesi kıymetlidir. Her Cuma gecesi de değerlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince daha da kıymetli olmaktadır.

Biz Müslümanları başta olmak üzere tüm insanlığı güzelliklere, huzura ve saadete çağıran İslam dininin her günü önemlidir. İnsanoğlu için ömrünün her anı bu münasebetle önemli ve değerlidir. Peygamberimizin “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhârî, Rikak 1) hadisi şerifi gereği insan ömrünün her anını çok iyi değerlendirmeli ve faydalı ve güzel işlere koşmalıdır. Zararlı ve vakti boşa harcayan faydasız işlerden kaçmalıdır.

Ancak bir yılın içinde öyle mübarek günler ve geceler vardır ki bunların değerini bilmek her inananın görevi olmalıdır. Özellikle üç mübarek ay olan Recep, Şaban ve Ramazan-ı Şerif ve bu aylar içerisinde bulunan Regaip, Miraç, Berat ve Kadir geceleri ilâhî feyiz ve bereketle bezenmiştir. Bu feyizli gecelerden ilki Regaip Kandilidir.

Kökü "arzulamak, meyletmek ona karşı meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarf etmek " anlamlarına gelen regaip sözcüğü "çokça rağbet edilen, nefis, kıymetli, değerli, ihsan"  manalarına gelen Ragibe kelimesinin çoğuludur. Buna göre Regaip Gecesi denilince: “Çok lütuf ve ihsanla dolu, kıymeti ve değeri büyük, çok iyi değerlendirilmesi gereken gece” manası anlaşılır. Kur'an-ı Kerim de geçmez. Ondan maksat tabi ki yüce yaratıcı Mevla’mızdır. Regaip gecesi de diğer kandil geceleri gibi ilahi rahmetin dolup taştığı gecelerden biridir. Üç ayların başlangıcı olan recep ayını ve bu aylar içindeki ilk kandil gecesi olan ve kâinatın efendisinin ana rahmine düştüğü gün olarak bilinen Regaip kandilini idrak ediyoruz.

Regaip kandili Recep ayının ilk Cuma gecesine denk geldiği için bu gece daha da bir kıymetli oluyor. Bu gece, yalvarış ve yakarışların Yüce Mevla'ya sunulduğu ve O'nun rahmetinden af istenildiği umut, huzur ve müjde gecesidir. Allah c.c kullarına lütuf ve ihsanının çokluğu, kerem ve izzetinin bolluğu ve pek çok günahı ve günahkârı pişmanlıkla tövbe ederse bağışlaması sebebiyle bu geceye Regaip Gecesi denmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Regaip gecesinin içinde bulunduğu Recep ayında çok dua eder, namaz kılar, oruç tutar, iyiliklerin her çeşidini yapar, sadaka vermeye özen gösterirdi.

Recep ayında oruç tutmak faziletlidir. Peygamberimiz bir Hadis-i şeriflerinde:
"Recep ayında Allah’a çok istiğfar edin; çünkü Allah’ü teâlâ Recep ayının her vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkleri vardır ki, ancak Recep ayında oruç tutanlar girer. " [Feyruz bin Deylemi-Hanedan’lıdır. Künyesi Ebu Şüca’dır.]

“Kim Recep ayında, takva üzere bir gün oruç tutarsa, oruç tutulan günler dile gelip Ya Rabbi onu mağfiret ederler.” [Ebu Muhammed]

“Recep-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Recebin hepsini tutmuş gibi sevap verilir”. [Miftah-ül-cenne]

"Kim haram aylarda üç gün oruç tutarsa; kişi için dokuz yüz senelik ibadet sevabı yazılır." (İhya-ü Ulumiddin)


"Kim Recep ayının yirmi yedinci günü oruç tutarsa, o kişi için altmış aylık oruç sevabı yazılır." (İhya-ü Ulumiddin)

Enes b. Malik (r.a) anlatır: Resûlullah’tan (s.a.v) işittim, şöyle demişti: “Cennette recep isimli bir nehir vardır. Sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır. Kim recep ayında bir gün oruç tutarsa Allah (c.c) o kimseye bu nehirden su içirecektir.” (Süyûtî)


“Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Regaip gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi. ” (İbn-i Asakir)

“Recep’in ilk Cuma gecesini [Regaip gecesini] ihya edene, kabir azabı yapılmaz. Duaları kabul edilir. Yalnız, yedi kimsenin duası kabul olmaz: Faizci, Müslümanları aşağı gören, ana babasına eziyet eden, Müslüman olan ve dinin emirlerine uyan kocasını dinlemeyen kadın, çalgıcı, livata ve zina eden, beş vakit namazı kılmayan.” (Saadet-i Ebediyye)

Hadisi şeriflerden de anlaşılacağı üzere regaip kandilinde insanların kurtuluşa ve mutluluğa ulaşmaya oldukça yakındır. Bu kurtuluş ışığına ruhumuzu karartan kötü duygu ve düşüncelerden kalplerimizi temizleyerek, davranışlarımızdan kötülük ve günahları çıkararak pişmanlık içinde tövbelerimizle koşalım.

Regaip kandilinde diğer kandil gecelerinde olduğu gibi artmaktadır. Kaza ve nafile namazlarının sevabı ise diğer gecelere oranla çok daha fazladır. Regaip kandili gecesini oruçlu olarak karşılamak ve kaza namazı varsa bu gece de onları kaza etmeye çalışmak, hiç değilse bir günlük kaza namazı kılmak çok iyi ve çok yerinde bir ibadet olacaktır. Regaip kandilinde yapılacak ibadetlerden birisi de duadır. Peygamberimiz (sas), bir hâdislerinde bu gecede yapılacak duaların Allah katından geri çevrilmeyeceğini bildirmişlerdir.

Bol bol Kuran-ı Kerim okumalıdır. Bu gecenin ihyası, tabi her zaman olması gerektiği gibi yatsı namazıyla sabah namazını camide cemaatle kılmakla daha güzel olur.
Peygamberimiz (s.a.v.): "Yatsı namazını cemaatle kılan kimse, gece yarısına kadar namaz kılmış gibidir. Sabah namazını cemaatle kılan kimse ise bütün gece namaz kılmış gibidir" (Müslim, Mesâcid 260, Tirmizî, Salât 165)

Ebû Hüreyre(r.a): Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İnsanlar yatsı namazı ile sabah namazındaki fazilet ve sevabı bilselerdi, emekleyerek bile olsa mutlaka camiye, cemaate gelirlerdi." (Buhârî, Ezan 9, 32; Müslim, Salât 129)

Yine Ebû Hüreyre(r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Münafıklara sabah ve yatsı namazından daha ağır gelen hiçbir namaz yoktur. İnsanlar bu iki namazda ne kadar çok ecir ve sevap olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa cemaate gelirlerdi." (Buhârî, Mevâkît 20, Ezân 34; Müslim, Mesâcid 252, İbni Mâce, Mesâcid 18) Bu iki hadisi şeriften şu sonuçları çıkarmak mümkündür; 1. Sabah ve yatsı namazlarını camide cemaatle kılmak, diğer namazları cemaatle kılmaktan daha faziletlidir. 2. Sabah ve yatsı namazları, münafıklara en zor gelen namazlardır. Bu sebeple bu iki vaktin namazı, mü'min ile münafığı ayırıcı bir özelliğe sahiptir. 3. Emekleyerek ve sürünerek de olsa camiye, cemaate gelmeye özen göstermek gerekir. Bu hadisi şerifler ışığında yatsı ve sabah namazlarını camide kılmanın, bu gecenin ihyası olduğunu söyleyebiliriz.




Bu geceyi iyi değerlendirmek için yine bol bol zikir yapmalıyız. Salâvat, tembihat, tövbe zikirlerini çokça söylemek çok yerinde olacaktır. "Ve la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim", "Estağfurullah", "subhanellah", "Elhamdülillah",  "Leilehe illallah" gibi zikirleri söylemeliyiz. Tespih namazı kılabiliriz. Hacet namazı kılmalıyız. Peygamberimizin regaip gecelerinde 12 rekât hacet namazı kıldığı kabul görmüştür. Hacet namazında aşağıdaki âyetler okunur:

1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Rekâtın sonunda: Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.

Namaz tamamlandıktan sonra Allah'tan hacet neyse o istenir. "Mesela şöyle dua etmek güzel olacaktır: Hâkim ve kerim olan Allah’tan başka ilah yoktur. Yüce arşın Rabbini tespih ederim. Hamd, âlemlerin rabbi Allah'a hastır. Rabbim! Senden, rahmetini ve mağfiretini gerektiren değerli şeyleri ve her günahtan uzak olmayı istiyorum. Allah’ım! Bizde bağışlanmadık günah, atılmadık üzüntü, senin rızana uygun- giderilmedik ihtiyaç bırakma, ey merhametlilerin merhametlisi." Duasına benzer şekiller de dua edilebilir.

Anne ve babamız bizden uzakta ise mutlaka arayıp kandillerini kutlamalıyız. Büyüklerimizin, dostlarımızın, arkadaşlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandillerini telefon, faks yahut e–mail gibi iletişim araçlarıyla tebrik edilmeli; dua ve iyilik, sağlık ve neşe temennilerinde bulunmalıyız.

Bu gecede her Müslüman’ın her zaman yapması gerektiği gibi Tefekkürde bulunmalıyız. “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah'ın benden istekleri nelerdir?” gibi konular başta olmak üzere hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli. “Allahın istediği gibi ve onun razı olacağı hayatı yaşayabiliyor muyum? Ömrümü güzel işlerde mi yoksa boş ve faydasız işlerde mi harcıyorum?” sorular kendimize sorulmalıdır.

Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı ve geleceğe hayatımıza çeki düzen vererek yürümeliyiz. Küslükleri ve dargınları bu geceyi fırsat bilerek ortadan kaldırmalıyız. Bunun için ilk adımı bizler atmaya gayret etmeliyiz. Başka küs ve dargınlar varsa onların da barışmasını temin etmeye çalışmalıyız. Gönülleri almaya ve kederli yüzleri güldürmeye çalışmalıyız. Nefislerimizin kötü arzularını bizleri ibadetin zevkinden mahrum etmesine fırsat vermeyelim. Gönüllerimizi karartan haset, kin, düşmanlık, dedi kodu, yalan konuşma, komşulara zararlı olduğunu bildiğimiz ve tedbiri gayet kolay olan hallerde bile haddimizi aşıp onları rahatsız etmekte dâhil, her türlü haramdan ve kul hakkından uzak durmaya çalışmalıyız.

Rahman ve rahim olan Allah bizleri ve tüm Müslümanları lütfu keremiyle bağışlaması ve biz Müslümanlara her zaman yardım ve ihsanda bulunmasını niyaz ederim. Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerimize olsun. Affı ve mağfireti bizleri kuşatsın


Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

22 Mayıs 2012 Salı

ÇANAKKALE GEZİ NOTLARIM-2


6- KİLİT BAHİR KALESİ
Değirmen burnundan yola devam ediyoruz. Ve yol bizi Eceabat'a bağlı şirin bir köy olan Kilitbahir Köyüne ulaştırıyor. Köy içerisinde, boğazın en dar noktasına Çimenlik kalesi ile karşılıklı olacak şekilde Fatih sultan Mehmet han tarafından 1462-1463 yılları arasında yaptırılan Kilitbahir Kalesi bulunmaktadır. İstanbul'un Vatan topraklarına katılmasından sonra Büyük Sultan İstanbul'un güvenliğinin Çanakkale boğazından geçtiğini çok iyi takdir etmiş ve İstanbul'a saldıracak düşmanın İstanbul'a varmadan Çanakkale de durdurulması gerektiğini düşünerek bu kaleleri inşa ettirmiştir. Fatih Sultan Mehmet Han'ın bu düşüncesinin doğruluğu 1915 yılının 18 Mart'ın da anlaşılmış boğazı geçerek İstanbul'u işgal etmek isteyen müttefik donanmasına karşı bu iki kale çok büyük görevler yerine getirmiştir.
Fatih Sultan Mehmet tarafından Çanakkale'nin karşısındaki Kilitbahir köyünde yaptırılmış olan kale iç ve dış sur duvarlarından ve avlu içinde 7 katlı üçgen bir kuleden oluşmaktadır. İç kale 7 katlıdır. Kalenin inşasını Gazi Yakup Bey yürütmüştür. Kale mimari yapısı itibari ile Osmanlı mimarisi içinde tek olarak yonca yaprağı şeklinde inşa edilmiştir ve 1541-42 yıllarında bugün içi müze olarak kullanılan sarı kule ise kaleye takviye olarak Kanuni Sultan Süleyman tarafından inşa ettirilmiştir.
Kilit bahir kalesi; 1870 yılında Sultan Abdülaziz tarafından ikinci kez restore edilmiştir. Kuzey bölümünün orijinal dış deniz duvarı günümüzde yoktur. Bu bölümün kuzey parçası 1893-1894 yıllarında II. Abdülhamit tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. 1893-1894 yıllarında yeniden onarım görmüştür. Dış sur duvarları (dış kale) 4 m ikinci dış kale 18 m iç kale 30 m yüksekliğindedir. Duvar kalınlıkları 4-6 m arasındadır. Deniz duvarlarının güney kısımları top mazgalı olarak kullanılmıştır. Kale tümüyle kaba yontulmuş taşlarla inşa edilmiştir. Açıklık kısımları kiremit kemerli olup kapı ve pencereler beyaz mermerden yapılmıştır. Kale Çanakkale Savaşları’nda çok önemli rol oynamıştır. Bu kale 14 Kasım 1980 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından “Korunması Gereken Kültürel Varlık” olarak tescil edilmiştir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Kilitbahir_Kalesi )
Osmanlıların Anadolu’dan Rumeli’ye geçişi 1354 tür. Gelibolu’ya geçilmiştir.Yarımada’nın tamamının fethi ise 1356 dır. Bu bölge Ece Bey’in tımarına verilmiştir.

Kilitbahir’de ilk Türklerin yerleştiği yer ELPEDEN köyüdür. Tarım ve hayvancılıkla uğraşırlardı. Havuzlar’da ise meyve ve sebze bahçeleri vardı.
1462-63 yıllarında Kilitbahir Kalesi inşa edilince kale çevresinde yavaş yavaş yerleşim başlamıştır. İlk etapta askeri binalar, kışlalar, asker ve aileleri için binalar ve evler yapılmıştır. Elpeden Köyü ise ilerleyen yıllar içersinde kaleler çevresindeki bu yeni yerleşim yerine taşınmıştır.
Kilitbahir; 1884 yılına kadar Gelibolu Kaptan Paşa eyaletine bağlı bir kaza merkezidir. 1659 da Sultan 4. Mehmet’le beraber Kilitbahir’e gelen Evliya Çelebi; burada 750 kadar çift katlı, kiremit örtülü hane olduğunu yazar. 1892 de kaza merkezi Maydos’(Eceabat) a geçmiştir.
30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Ateşkes antlaşmasıyla Çanakkale Boğazı’nın Rumeli tarafı Fransız işgaline maruz kalmıştır. Yunan karakolları kurulmuştur. İşgal dönemin olan Kaymakam Nazım Bey zamanında kaza merkezi yine Kilitbahir’dir. (http://www.kilitbahir.com/hb/sayfa/osmanli-donemi )

7- KİLİTBAHİR DAMAT İBRAHİM PAŞA ÇEŞMESİ

Padişah III. Ahmet’in damadı Nevşehirli İbrahim Paşa, III. Ahmet’in emirleriyle Çarşı Sebilde denilen bu çeşmeyi; Çanakkale İli Eceabat İçesi Kilitbahir Köyünün yüksekçe bir yerine yaptırmıştır. Yeri şimdiki Kilitbahir muhtarlığının önüdür. Halk arasında buraya Şadırvan, Damat İbrahim Paşa Çeşmesi, Padişah 3. Ahmet Çeşmesi ‘de denilmektedir. Musluklarının kenarındaki lale resimleri ile diğer çiçek dekorları dikkat çeker. Üzerinde yapılış kitabesi mevcuttur. (http://www.canakkaleili.com/kilitbahir-carsi-sebili-canakakle-eceabat.html )

8- KİLİTBAHİR CAHİDİ SULTAN CAMİİ

Cahidi Cami’nin mimari bir özelliği yoktur. Basit kubbelidir. Akustik bir yapıya sahiptir. Yapılış tarihi kesin belli değildir. Cami’de I.Dünya savaşına kadar ibadet yapılmış, savaş sonrası buraya uğrayan pek olmamıştır. Bu yüzden cami harap hale gelmiştir. Bu bakımsızlık ve ibadete kapalı durumu devam ederken Kilitbahir köyündeki 9.Piyade alay komutanı Albay Mehmet Nuri Tokaç’ın müsaade ve emirleri üzerine, muhabere takım komutanı Teğmen Muzaffer Sağesen; 250 askeri ile 25-30 gün çalışarak cami ve türbeyi temizleyip ibadet ve ziyarete açmıştır. Zamanın teğmeni Muzaffer Bey, albay olduktan sonra emekli olmuş, İzmir-Karşıyaka’ya yerleşmiştir.
Cahidi Cami ve türbesinin bahçesinde Cahidi’nin eşi Kerime Hatun, Mustafa Paşa’nın kızı Atiyye Hanım, alay kâtibi Tevfik Efendinin annesi Ayşe Hanım, 16 yaşında veremden ölen Cevat Paşa’nın kızı Bedile Hanım’ın ve başka kişilere ait mezarlar ve bu mezarların mezar taşlarında ise kitabeleri vardır. (Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Harp Tarihi Yayınları, “Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Çanakkale Cephesi Amfibi Harekât”, 5. Cilt 2. Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1978.)
Cahidi Sultan Camii Çanakkale İli Eceabat İlçesi Kilitbahir Köyü’ndedir. Yapılış tarihi belli değildir. Muhtemelen 1600 lü yıllarda inşa edilmiştir. (Caminin girişindeki mermer levhada 1630 yazmaktadır) Cami ahşap ve dörtgen bir yapıdır. Duvarlarının kalınlığı 1 m yi geçmektedir. Kiremit örtülü, kapısı mermer kemerlidir, içerisindeki levhalar oyma işçiliktir. Denize nazır bir tepe üzerinde olup, Caminin hemen yanında Cahidi Efendi’nin türbesi de vardır. Köyde Fatih Camii, Kırklar Camii ve Tabip Hasan Paşa Camileri de vardır.
FATİH  CAMİİ
Kilitbahir Kalesi’nin inşasından sonra Fatih döneminde Gelibolu Beylerbeyi olan Yakup Paşa’nın gayretleriyle 1460-1470 li yıllarda yapılmıştır. Köyün ilk camisidir. Halen ibadete açıktır.
 KIRKLAR  CAMİİ
Bu gün cami mevcut değildir.1950 li yıllarda yıkılmıştır.Eski Kilitbahir fotoğraflarında köyün ortasında net bir şekilde görülür.Yapılış tarihi belli değildir.Sadece 1825 yılındaki onarım kitabesi mevcuttur. Ayrıca köyde bugün mevcut olmayan, yapılış-yıkılış tarihleri belli olmayan ama isimleri bilinen iki cami daha vardır. Bunlar: Rüstem Paşa Camii, Ebu-l Fetih Camii

TABİP  HASAN  PAŞA  CAMİİ
Yapılış tarihi kesin belli değildir. Tabip Hasan Paşa veya Tabip Hasan Ağa 3. Selim döneminde Kilitbahir’e yerleşmiştir. Saray damadıdır. Muhtemelen camide 1700 lü yılların sonuyla 1800 lü yılların başında yapılmıştır.
Camii, köyde yapılan camilerin sonuncusudur. Mimarisinin mütevazı görünüşü, mihrabı ve kubbesindeki ihlâs suresinin yazılışı kayda değer bölümlerindendir. İbadete açıktır.1902 yılındaki onarım kitabesi mevcuttur. ( http://www.kilitbahir.com/sayfa/camiler )

9-NAMAZGÂH TABYASI

Çanakkale Boğazı’nın en büyük tabyasıdır. 1861-1876 yıllarında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır. 1860 lı yıllarda Sultan Abdülaziz Han döneminde yapımına başlanmış, 1892 yılında tamamlanmıştır. Boğaz savunmasını güçlendirmek amacıyla yapılmıştır. Tam karşısında Aziziye tabyası vardır. Namazgâh Tabyası, Kilitbahir Kalesi’nin hemen güneyinde boğazın kenarında yer almaktadır. Tabya; Arapça karşılığı ‘üzeri toprakla örtülü sığınak’ demektir.

Bu tabya, Padişah Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır. 1915 Çanakkale Savaşları’nda tabyada 2 adet ağır 11 puss’luk (28cm. çapında), 11 adet ağır 9,4 puss’luk (24cm. çapında), 3 adet ağır 8,2 puss’luk (21cm. çapında) toplam 16 adet top yerleştirilmiş ve toplar 18 Mart 1915 Boğaz Savaşında kullanılmıştır. Tabyada 14 adet bonet bulunmaktadır. Diğer tabyalarda olduğu gibi buradaki bonetlerin de üst kısımları toprakla örtülmüştür. Mekânların iç tarafları kesme taşlarla inşa edilmiştir. Bonetlerin orta kısmında bulunan geniş alanda, o dönemde, askerler toplu halde namaz kıldıkları için “Namazgâh” olarak isim verilmiştir. Tabyanın topları 1950 li yıllarda sökülmüştür.
Bu tabya, 14 Kasım 1980 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından “Korunması Gereken Kültürel Varlık” olarak tescil edilmiştir. Tabya 2006 yılında restore edilerek Deniz savaşları müzesi olarak düzenlenmiştir. Günümüzde ziyarete açıktır. (http://www.canakkaleili.com/namazgah-tabyasi.html)
KİLİTBAHİR NAMAZGÂH TABYALARI MÜZESİ
Kilitbahir Namazgâh Tabyaları Müzesi  2007 yılında resmen açılmıştır.
Tabyaların restoresi sırasında ortaya çıkan askeri malzemelerin sergilendiği kapalı alan ile birlikte bir açık hava müzesi. 37 odadan oluşan 26 adet tabyadan oluşur. (http://www.canakkaleili.com/kilitbahir-namazgâh-tabyalari-muzesi.html)

10- RUMELİ HAMİDİYE TABYASI

Rumeli Hamidiye Tabyası, Kilitbahir Köyü’nün güneyinde, Namazgâh Tabyası ile Mecidiye Tabyası arasındadır. Yol kenarında olmasına rağmen üzeri çam ağaçları ile kaplı olduğu için seçilememektedir. Bu tabya, 1896 yılında II. Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. 3 adet cephanelik boneti bulunan tabyada Çanakkale Savaşları’nda 2 adet 14 puss’luk (35cm. çapında) Alman Krupp marka top yerleştirilmiştir. Bonetler cephanelik olarak kullanılmış, üzerleri toprakla kaplıdır. 1915 Çanakkale Boğaz Savaşına 35 cm. çapında iki adet çakma top ile katılmıştır. Bu odaların havalandırmaları giriş kapısından olmaktadır. Rumeli Hamidiye Tabyası, 14 Kasım 1980 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından “Korunması Gereken Kültürel Varlık” olarak tescil edilmiştir. (http://berkantayhan.blogcu.com/canakkale-ve-gelibolu-da-bulunan-8-tabyamiz-hakkinda-bilgi-v/1254595)

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

21 Mayıs 2012 Pazartesi

ÇANAKKALE GEZİ NOTLARIM-1


Aslında gündem 19 mayıs ve kutlamaları ancak; 2010 Yılında Akbaşlar Köyü ilk Öğretim Okulumuzla okul aile birliği başkanı olarak benim ve okul müdürümüz Erdoğan Işık iledüzenlediğimiz öğrenci-veli elele Çanakkale'ye gezimizden sonrayazmayı düşündüğüm ve 2012 yılı DİVA-SEN Dursunbey şubesi olarak düzenlediğimiz Çanakkale gezilerimizde tekrar ziyaret ettiğimiz yerler ve oraların hatıralarını yansıtacak araştırmalarımı kaleme almaya başladığım yazılarımı sizlerle paylaşmak istedim. Çanakkale ile ilgili bilinmesi ve görülmesi gereken 61 adet yerden ilk beşini bu bölümde ele aldım. Bu bir araştırma yazısı olacaktır ve kaynaklar yazımızın içinde ifade edilecektir.


1-   ÇİMENLİK KALESİ

 
Kilitbahir kalesiyle birlikte Çimenlik kalesini Fatih Sultan Mehmet Avrupa’nın tekrar İstanbul’u almak için geleceğini düşünerek, Çanakkale boğazının en dar ve akıntılı kısmına planını ve mimarisini de bizzat kendisi hazırlayarak 1461 yılında kalelerin yapımına başlanmış ve sekiz aylık kısa bir zamanda bu ihtişamlı yapılar 1462 yılında tamamlanmıştır. Kalenin inşa işlerini Gazi Yakup Bey yürütmüştür.  Muhtemelen kalelerden artan malzeme ile de Lapseki-Çardak’taki Gazi Yakup Bey Külliyesini yaptırmıştır. Sahil tarafına Sultan Abdülaziz tarafından Aziziye Tabyası eklenmiştir. Kal’a-i Sultaniye adı verilen; Çimenlik ve Kilitbahir kaleleri plan bakımından alışılmış şehir surları ve iç kale düzenine sahip kalelerden farklıdır. Daha çok belli bir mevkiyi savunmak için tasarlanmış, özel planlara sahip tümüyle askeri amaçlı yapılardır. Osmanlı devletinin deniz gücüyle merkezine batılılar tarafından bir saldırı düzenlenmesini engellemek amaçlı ve böyle bir saldırının zorluğunu göstermek amaçlı olarak yapılmıştır.

Evliya Çelebi’nin Seyahatname İstanbul 1315 ve 303 eserinde 1551’de Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1551 de onartıldığını yazmaktadır. Daha sonraki yıllarda da 1570-71 yıllarında da II. Selim tarafından tamir ettirilmiştir.
Ama şuan itibariyle bu yapılar eski güzelliklerinin bir kısmını kaybetmişler ve bakımsızlıktan birçok yerleri yıkılmıştır. Kilitbahir kalesinin hemen arkasında bulunan Kilitbahir köyüne de bu kalelerin yapımında çalışan kişiler yerleştirilmiştir. Köyün sınırları içinde bulunan Kale DUR YOLCU yazısı ve Necmettin Halil ONAN’ın savaşı anlatan şiirinin ilk dörtlüğü, Cahidi tarikatının kurucusu Ahmet Cahidi Sultanın türbesiyle, Kaşıklı Dedenin mezarı buranın sembol yerleridir.

2. ECEABAT ÇAMBURNU KALESİ

“Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Yönetim Merkezi bu kalenin içinde yer almakta. Kalenin yapımına 1807 tarihinde padişah III. Selim zamanında başlanmış,1820 tarihinde padişah II. Mahmut döneminde bitirilmiştir. 19 Şubat 1807 tarihinde donanmasıyla Çanakkale Boğazını geçen İngiliz Amirali Duekworth’ın, on gün boyunca İstanbul’u kuşatıp başarılı olamayınca geri döndüğünde, Çanakkale Boğazından çıkarken iki İngiliz kalyonu Çamburnu Kalesindeki toplarla batırılmıştır. Yüzyıllarca İngiliz donanmasının en çok kin duyduğu kale olmuştur.
İngilizler I.Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918 tarihinde yapılan Mondros ateş-kes antlaşmasına dayanarak 09 Kasım 1918’de Çanakkale Boğazını işgal etmişlerdir. Bu işgal sırasında 1807 yılının intikamını tek Çamburnu Kalesi’nin Kitabesini söküp götürerek almışlardır. ”

Kadri PERK, Askeri Mecmua, Sayı 55 Çanakkale Savaşları Tarihi I.Kısım.
    
3.AĞA DERESİ HASTANESİ

Eceabat ilçesine bağlı Kilitbahir köyü sınırları içinde kalan bugün ‘DUR YOLCU’ yazısının bulunduğu yerde savaş sırasında hastane vardı. Yaralanan yaralılar oraya getirilerek tedavileri orada yapılırdı. Orada yaraları sarılırdı. Fakat pek çoğu maalesef orada şehit olur ve dere yatağına elbiseleriyle gömülürdü. Seyahatimiz sırasında rehberimizin ifadesiyle savaşın yaşandığı 1915 teki o günlerde orada dört tane hastane vardı. Sadece Ağadere Hastanesinin bulunduğu yerde 3000 den fazla şehit yatmaktadır.

Kuranı Kerim de; "Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz hissedemezsiniz". Bakara Suresi 2/154 ayetinin ifadesi üzere onlar diridirler. İşte bizlerde bunu düşünerek, ziyaretimiz esnasında rabbimin izniyle biz onları göremesek de bizi göreceklerini düşünerek ve onları hiçbir zaman unutmadığımızı göstermek ve onların zorlu mücadelelerini anımsamak için buraları ziyaret ettik. Ve vatanı bize nasıl ve hangi şartlarda emanet ettiklerini yerinde görmeye gittik ve imkân oldukça da gitmeye devam edeceğiz.
06-03-2012 günü yapılan bir habere göre; Ağadere Hastane Şehitliği'nde kemikler toprak üstüne çıktı. Bir süre önce bölgede mantar toplayan vatandaşlar, Ağadere Hastane Şehitliği'nde bazı kemiklerle karşılaştı. Kafatası, çene, kol ve bacak gibi kemikleri görenler durumu yetkililere bildirdi. Ağır geçen kış mevsiminin ardından toprak üzerine çıkan kemiklerin 97 yıl önce Çanakkale Savaşları sırasında şehit düşen Mehmetçiklere ait olduğu düşünülürken, Doğa Koruma Milli Parklar 3'üncü Bölge Müdürü İsrafil Erdoğan, şehit kemiklerinin toplanıp yeniden defnedileceğini açıkladı.
Ağır Mecruhin (Ağır Yaralılar) ve Ağadere Hastanesi Belgeleri

İsmail SABAH adlı araştırmacının notlarından yararlandığımız bu bölümde bazı resmi belgelere yer vereceğiz. Ama önce rehberimizin de ifade ettiği bazı bilgiler vermek istiyoruz.
Önceden beri Çanakkale üzerinde iyice durulup bilimsel araştırmalar yapılamaması, bunları yapmakta geç kalınmış olması ya da yapılan çalışmaların yetersiz kalması sebebiyle tam anlamıyla her şey gün yüzüne çıkarılamamıştır. Ve bu gün hala Çanakkale Savaşıyla ilgili yeni bulgu ve belgeler ortaya çıkmaktadır. Yapmış olduğumuz farklı zamanlardaki iki ayrı seyahatimizde de müşahede ettiğimiz gibi, buranın Çanakkale’ye bu kadar yakın, fakat Çanakkale’nin kendi halkının ilgisi anlamında çok uzak olduğu bir olması bunun sebeplerinden birisi olarak söylenebilir. Zaten insanoğlu çoğu zaman elindekinin kıymetini; elindeki gittikten sonra, ya da gitme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıktan sonra anlamıştır.

Çanakkale’de bir savaşın çıkması ihtimali üzerine, harp sahasına yakınlığı itibariyle eski adıyla Maydos şimdi ki adı ile Eceabat ilçesinin yerleşim yeri büyük önem kazanmıştır. İlçe birkaç Türk esnafın dışında tamamen Rumların yaşadığı bir bölge halinde idi. Bu küçük ilçe içlerinde (Atatürk)Yarbay Mustafa Kemal’inde komutanı olarak bulunduğu 19. Tümen olmak üzere birçok tümenin merkezi haline gelir. Böylece birçok tümenin merkezi haline gelen ilçenin küçük hastanesi de büyük önem kazanır ve askeri idare altına alınır.

3 Kasım 1914’te ilk bombardımanın yaşanmasıyla hastaneye ilk yaralılar gelmeye başlar. Fakat ilçenin üstünde her gün düşman uçakları dolanmaya başlar. Bu uçaklar tüm savaş kurallarına aykırı bir şekilde şehri defalarca bombalar. “ Savaş kurallarına göre sivil yerleşim yerleri ve hastanelerin bombalanması insanlık suçudur.”

Osmanlı Orduyu Hümayunun Başkumandanlığı Vekaleti, Şube:7,  Numara: 1934/1408
belgesindeki Hariciye Nezaret-i Celilesi’ne yani Dış İşleri Bakanlığına yazdığı mektubunda
şunları ifade ediyor:

‘Ma’ruz-ı çaker-i kemineleridir.

İngilizler Çanakkale Muharebesi esnasında sabit balonlar yardımıyla Maydos Kasabası ve alanda Kızılay bayrağı çekmiş olan hastaneyi her türlü kurallar ve devlet işleri haricinde bombardıman ederek otuz kadarını şehit etmişlerdir…’
 
                                                                                                 10 Mayıs 1915
                                                                                            Başkumandan Vekili
                                                                                                      Enver
     

Bu bombardımandan sonra  verilen acele emir ile hastane Ağadere ye taşınır. Zamanla Ağadere Gelibolu yarımadasının en büyük hastanesi haline gelir. Vadide kurulmuş olan hastaneler şunlardır: 3. kolordunun 1. seyyar hastanesi,  4. tümen seyyar hastanesi, 4 tane değişik birliklere ait seyyar hastanenin bir araya gelmesiyle oluşan büyük bir hastane ve 9. tümen seyyar hastanesidir.

Cephede harp olanca şiddetiyle devam eder. Yaralı akınının arkası gelmek bilmez. Cephede ve cephe arkasında harp olanca şiddetiyle devam ederken kurallara aykırı olan bombardımandan Ağadere de nasibini alır.


(Basın Ajansı Müdürlüğüne) Matbuat Müdüriyet-i Uumumiyesi’ne, Şube:2, Numara 3693

 ‘Çanakkale Cephesinde:

…Kilitbahir civarında Ağa deresi mevkiinde etrafı birkaç Kızılay bayrağı ile gösterilmiş olmasına rağmen hastanemize düşman uçakları tarafından bombalar atıldı. Dört yaralımız şehit oldu, on dört kişi de ayrıca yaralandı.’

                                                                                                       5 Ağustos 1915
                                                                                 Karargah-ı Umumi İstihbarat Şube Müdürü
                                                                                                    Erkan-ı Harb Binbaşı
                                                                                                                  Seyfi
‘Müttefik donanma ve uçakları bununla da yetinmeyecek yaralı askerleri taşıyan gemileri de ya bombalayacak ya da torpilleyecektir. Tüm bunların karşısında Türk askerin tutumunu göstermesi açısından aşağıda ki belgenin yararlı olacağı düşüncesindeyim.’ Denir ve
         
Harbiye Nezareti Muamelat-ı Zatiye Müdüriyeti İstihbarat Kalemi adına 1124 Numaralı belge yazılır.
‘Hariciye Nezaret-i Celilesi Canib-i Samisi’ne

Ma’ruz-ı çaker-i kemineleridir ki

Çanakkale harbinde yaralı olarak esir edilen ve Kilitbahir hastanesinde tedavide iken 25 Temmuz 331 tarihinde içine işlemiş yaradan dolayı vefat eden İngiliz ordusuna mensup George Taylaran hakkında oluşan haber teskeresi İngiltere savaş bakanlığına ulaştırılmak üzere haber zarf ile arz edilir…’

                  
                                                                                       17 Ağustos 1915
                                                                                                            Savaş bakanı adına
                                                                                                                      (imza)

Bir milletin şerefi muhakkaktır ki; her şeyden önce cephedeki askerinin sırtındadır. Savaş kurallarına bağlı kalıp kalmamasındadır. Teslim olana kurşun sıkmamasında, savunmasız yaşlılara dokunmamasında, kadınlara kuralsızca saldırmamasında, bebeklere ve çocuklara acımasızca eziyet etmemesindedir.
Bunların hiç birine dikkat etmeden düşman filosunun bu saldırı faaliyetleri devam  ederken Türk ordusunun ve askerinin davranışlarına bakınacak olursa iki ordunun dolayısı ile milletlerin arasında ki farkın ne olduğu açıkça görülecektir.

Osmanlı Orduyu Hümayunun Başkumandanlığı Vekaleti, Şube:2, Numara: 13180 belgeli mektupta şunlar yazılıdır:

(Basın Ajansı Müdürlüğüne) Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi’ne

“Reuter Telgraf Ajansı Çanakkale muhabirinden telgraf nameyi almıştır.

Türkler pek mert ve cesur bir şekilde harp etmişlerdir. Bunlardan biri şiddetli bir ateş altında olduğu halde askerlerimizden birinin yarasını sarmak soyluluğunda bulunmuş, diğer bir Türk askeri dahi tanımadığı bir Avustralya’lı askerin yanına bir şişe su bırakarak insanlık hareketinde bulunmuştur. Mert Türk askerlerinden bir diğeri de İngiliz siperlerinden uzak bir mevkide yaralı düşüp saatlerce aç ve halsiz kalmış olan İngiliz ekmek vermek cömertliğinde bulunmuştur. Türkler ile savaşta bulunan İngiliz askerlerinin  hemen hemen hepsi Türkler tarafından İngiliz esirlerine çok iyi muamelede bulunulduğunun beyanı bulunmuştur.”

                                                                                                                  20 Temmuz 1915
                                                                                                              İstihbarat Şube Müdürü
                                                                                                                             Seyfi 

Evet bir milletin şerefi cephede ki askerinin sırtındadır fakat o şerefi sırtında taşıyan askere “sen bu şerefi nasıl taşıdın” diye soracak olursak bize ne yanıt verirdi acaba… Kadına kıza saldırmadan, yaşlı ve çocuklara dokunmadan, teslim olana kurşun sıkmadan, yokluklar içinde savaş kurallarını çiğneyip düşman askerlerinin ceplerini soymadan ve ganimet sevdası gütmeyip sadece kendi vatanımı savunarak bu şerefi taşıdım ey bu vatanı bedava bulmuş neslim dediğini duyar gibi olur mu acaba kulaklarımız?

Bu sorunun cevabını İsmail Sabah adlı yazarın makalesinde; İhtiyat Zabiti Münim Mustafa “Cepheden Cepheye” adlı hatıratında şöyle veriyor:  “… Ağa deresi ve Çamburnu hastanelerine yaklaştığım vakit hayvanımı ileriye zorlukla yürütebiliyordum. Büyük taarruzun akabinde gördüğüm o yaralı deryasının tekrar karşıma çıkmasından korkarak adeta titriyordum. O necip insanların yollarda, topraklar üzerinde sefil bir halde yatarak doktor, hastane beklemeleri gözümün önünden bir daha geçiyordu. Hastaneleri, yaralı çadırlarını birer birer dolaştım. Bu defa alayın yaralılarından pek azını bulabiliyordum. Onların hatırlarını sorduğum vakit gene başlıyorlardı.”

< Neler anlattıkları makalede yer almamıştı. Sonrasında işittiği şeyleri bunları işittikçe diye ifade ediyor Zabit Munim Mustafa ve şöyle devam ediyor.>
“Kuru topraklara konan ot minderler üstüne uzanmış o kahraman Türk çocuklarının dilinden bunları işittikçe kendi kendime kalmış gibi düşünerek yutkunuyor  ve acaba bu yolsuzluktan kurtulacak mıyız? Diye haklı bir soru soruyordum.”

Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölüm Başkanı Doç. Dr. Aydın Büyüksaraç, 27-10-2011 itibariyle Eceabat ilçesi ile Kilitbahir köyü arasında bulunan Ağadere mevkisinin tamamını içine alacak şekilde çalışma yaptıklarını hatırlattı.

Gelibolu Yarımadası'nda daha önce tespit edilen şehitliklerin ziyarete açık olduğunu, bunun dışında 1916'da Şevki Paşa tarafından hazırlanan haritada, bölgede 28 adet daha şehitlik alanı olarak işaretlendiğini belirten Büyüksaraç, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park Müdürlüğü'nün, bu alanların tespitini yapabilmek adına kendilerine başvuruda bulunduğunu kaydetmiştir.
Farklı fiziksel özellikleri yüzeyden kazmadan bulabilme şansını yakalayabildiklerini bildiren Büyüksaraç, aralarında harita mühendisinin de bulunduğu 7 kişilik bir ekiple, iki aylık bir çalışma sonucunda bölgede şehitlik olan ve şehitlik olmayan yerleri haritalandırdıklarını dile getirmiştir.
Doç. Dr. Aydın Büyüksaraç, Ağadere mevkisinin cephe gerisi bir alan olduğunu söyledi. Buranın önemli bir işlevinin olduğunu dile getiren Büyüksaraç, "Burası hastane alanı olarak kullanılmış. Özellikle ağır yaralıların deniz yoluyla sevkıyatının yapılıp, burada tedavilerine çalışılmış. Bu alan ilginç bir alandır aslında. 3 tarafı dağlarla çevrilmiş, sadece Boğaz tarafı açıktır. Burası korunaklı bir alandır. Buraya bomba düşmemiş, o yüzden de hastane çadırları işlevlerini sürdürmüş. Bu alanın öneminden dolayı da burası hastane alanı olarak kullanılmaya devam etmiş." diye konuşmuştur.
Büyüksaraç, mezar taşlarını o zaman görenlerin ifadelerinden ve tarihçilerin yazıtlarından okuduklarını belirterek, şöyle dedi: "Ancak yüzeyde hiçbir belirtisi olmayan bu alanda yaptığımız jeofizik ölçümler sonrasında şu anda nerede şehit mezarlığı var, neresi değildir bunu ayırt etmiş durumdayız. Şehitleri tek tek belirleme şansını bulamıyoruz. Şehitler defnedilirken, o zamanın şartlarında bir mezar kazılıp, bir gömü şeklinde yapılmamıştır. Büyük bir mezar alanı açıp oraya tek tek definleri yerleştirip üzerini kapatmışlar. Dolayısıyla çukur açıp, üzerini kapatma mantığı ile düşündük, böylece bir mezarlık alanı olarak tanımlayabildik. Onun içerisinde kaç şehidimiz var, sayma şansımız yok."
1919 yılında C. Bean adındaki Avustralyalı bir savaş muhabiri olan Binbaşı Zeki Beyle savaş alanlarında yapmış olduğu gezi sonrası yayınladığı notlarında Ağadere de 3000 den fazla mezar taşı saydığını belirtmiştir. Ağdere’nin diğer bir özelliği ise Çanakkale savaşları ile ilgili haritalar hazırlayan Şevki Paşa’nın haritalarında da yer alıyor olmasıdır. Kilitbahir platosunda DUR YOLCU yazısının hemen sağındaki vadide 96-97 yıldır 3000’den fazla şehit yatmaktadır. Allah ruhlarını şad eylesin.

4- DEĞİRMEN BURNU TABYASI


Değirmen Burnu Tabyası, Kilitbahir Köyü’nün girişinde, Eceabat’ın 3km. Güneyinde yer almaktadır. Eceabat-Kilitbahir Köyü arasındadır. Tabyanın bulunduğu yer günümüzde Askeri Alan olduğu için ziyarete açık değildir. Askeri Alan’ın girişinin tam karşısında İstihkâm Yüzbaşı Tahir Bey Anıtı bulunmaktadır.
Tabya, 1894 yılında bizzat II. Abdülhamit’in emriyle yaptırılmıştır. Rumeli Mecidiye, Rumeli Hamidiye ve Namazgâh Tabyalarıyla birlikte boğazın savunmasını güçlendirmiştir. 1915 Çanakkale Muharebeleri’nde 7 adet boneti bulunan tabyada Alman Krupp marka toplar kullanılmıştır. Tabyanın dış görünüşü doğal çevreye uyum sağlayan küçük tepeciklerden oluşmaktadır. Cephanelik olarak kullanılan dikdörtgen şeklindeki odalar (bonet) kesme taştan yapılmış ve üzerleri tonoz sistemiyle örtülmüştür. Odaların bazılarında havalandırma amaçlı küçük delikler bulunmaktadır. Aynı yerde bir de kışla binası bulunmaktadır. Bu yapı da aynı dönemde yapılmıştır. Tabya ve kışla binası, şu anda Çanakkale Boğaz Komutanlığı’na bağlı 3. Deniz Piyade Taburu tarafından kullanılmaktadır. Bu yapılar, 14 Kasım 1980 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından “Korunması Gereken Kültürel Varlık” olarak tescil edilmiştir.

5-DUR YOLCU YAZISI
Değirmenburnu diye adlandırılan bölgede yer alan askeri alanın içerisinde yer alan meşhur yazıdır. Türkiye Cumhuriyetinin temelinin atıldığı Çanakkale savaşında kahramanca çarpışan Türk askerlerinin cesaret ve asaletini temsil eden bir yazıdır.

1960 yılında askerlik görevini yerine getirmek üzere buraya gelen Seyran Çelebi tarafından yapılmış olan bu çalışmada, Seyran Çelebi asker sigarasından etkilenerek elinde silah tutan asker figürünü inşa eder ve yanına da Necmettin Halil Onan'a ait olan Dur Yolcu şiirinden bir dize yapar. Kilitbahir platosunun yamacında bulunan yazı ve figürler uzak mesafeden daha iyi görülmektedir.
İlk dörtlüğü burada yer alan Necmettin Halil Onan’ın Bir Yolcuya şiirinin tamamını okuyalım;

BİR YOLCUYA
Dur  yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmet’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmet’in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

Necmettin Halil Onan

18 Mart 1915 tarihinde donanma zorlaması ile boğazı geçemeyen müttefik filosuna İstanbul yolunu açmak için müttefikler  25 Nisan 1915 tarihinde yarımadaya güney ve kuzey sahillerine olmak üzere binlerce asker çıkarır.  Güney koyuna çıkan binlerce askerin amacı Kilitbahir platosunu ele geçirerek boğaz boyunca konuşlanmış olan Türk tabya ve bataryalarını susturarak mayın tarama gemilerinin mayınları rahatça sökmesini sağlamak ve böylelikle donanmaya tehlikesiz bir geçiş imkânı sağlamaktı. Donanmanın yanı sıra kara ordusu ile de başarı sağlayamayan müttefik orduları hüsran içinde Çanakkale topraklarını terk etmek zorunda kalır.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey