31 Ocak 2011 Pazartesi

EŞİM BENİ SEVMİYOR HOCAM


Çok harika örnek gösterilecek derecede yaşanan evlilikler olduğu gibi, özlenen ve istenen seviyede yaşanamayan, eşlerin birbirlerini anlayıp kavrayamadığı evliliklerde yaşanmaktadır.

Geçen bir yazı okudum. Benim de bir benzerine bir erkeğin aynı minvalde sızlanmasına şahit olduğum bir olayın, Hatice Hantal isimli arkadaşım yazısında farklı olarak, kadın vaize ile bir bayan arasındaki olayından bahsetmiş. Çok hoşuma gitti. Bu yazımda da önce bahse konu bu olayı kendi cümlelerimle işlemeye, daha sonra da, üzerine bir şeyler söylemeye çalışacağım.

Kadın kocaya saygı sevgi duymaz. Koca dersen aynı şekilde ve belki de istediği ilgi ve alakayı bulamadığı için gözü dışarıda bir hayat yaşantısını tercih etmektedir. Ya da lalettayin ve biteviye evlilikler devam edip gidebilmektedir. Ya da evlilikler boşanmalarla son bulmaktadır.

Şimdi böyle bir durumda yaşandığını tahmin ettiğimiz ve yazımızın başında okuduğumu ifade ettiğim olaydan bahsedeyim. Bayanlara yönelik bir vaaz ve sohbet anında, bir kadın camide vaize hanıma yaklaşarak:
‘Hocam! Kocam beni sevmiyor. Bir şirinlik muskası yazıversen de, kocam beni sevse. Ya da bana bu konuda kimden yardım isteyeyim? Bana bir akıl versen’ der.

Vaize hanım: ‘Bacım seni görür görmez, yani sen şu kapıdan içeri girer girmez; ‘Ne itici bir kadın’ diye düşündüm. Sana şirinlik muskası fayda etmez. Evliliğinizi ise hiç kurtaramaz. Önce senin kendine bir çeki düzen vermelisin. Kendine daha iyi bakmalısın. Yoksa senin sorununu muska falan çözemez. Muska senin şu görüntünü değiştiremez. Hem bilmez misin muska ve fal gibi şeyler dinimizde yasaklanmıştır, haramdır ve büyük günahlardandır’ der.

Kadın sinirlenir: ‘Sen ne diyorsun hocam ben bir şey anlamadım’ diye sorar.

Vaize hanım devam eder söze:
‘Kendini değiştir diyorum. Kendine ve yaşantına çeki düzen ver diyorum. Hatta hemen önce şu üzerindeki elbiseden başla. Sarı, siyah, kırmızı renkte, itici bir elbise giymişsin. Üzerine de rast gele uygunsuz bir eşarp takmışsın. Karmakarışık tuhaf bir görüntün var. Alelade giyinmek yerine, saçma sapan giyinmek yerine, biraz daha özenli giyin.

Sana neyin nasıl yakışacağını iyi bilmelisin. Bilmiyorsan bilene danışmalısın. Saadet yerine göre sadeliktedir. Yerine göre uyumlu renklerle kendini göstermendedir. Öyle giyinmeli ve öyle davranmalısın ki, kocan sana baktığı zaman en güzel seni görmeli. Yanıma gelip oturdun ya; bana bile itici geldin. Sadece giyim ve görüntü sorunu olsa, bu yetmez gibi birde üzerine ter, yemek, soğan ve sarımsak kokusu gibi kokular sinmiş. Hayvanlara bakmışsın ve üzerine ineklerin dışkı kokusu sinmiş vaziyetteki kıyafetlerle buraya gelmişsin. Muhtemelen kocanın yanına da böyle yaklaşıyorsun.

Birde ‘erkeğin kalbine giden yol mutfaktan geçer’ derler. Mutfağına ve hazırladığın yemeklere özen göstereceksin. Yemekleri zamanında yapacaksın. Aşırı israfa kaçmadan en güzel yemekleri hazırlayacaksın. Mutfağını zamanında temizleyeceksin. Kocana karşı nazik olacaksın. Sopa gibi dille her an ona her türlü cevabı yetiştirmeyeceksin’ demiş.

Kadın gözlerini kocaman bir şekilde açıp ‘hocam sen bana hakaret mi ediyorsun.’

‘Hayır! Ben sana nasıl göründüğünü, nasıl koktuğunu ve nasıl hareket etmen gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Dahası; konuşurken dişlerinin arasından yemek kırıntıları gözüküyor. Hatta yeşilsi ot gibi şeyler dişlerinin arasından görünüyor.

Bak ablacığım yemek yediğin zaman mutlaka dişlerini fırçala. Ağız sağlığına ve beden temizliğine çok dikkat et. Sacını yıkarken şampuan kullan. Sabunla yıkan. İtici olmayan ve güzel kokan parfüm veya koku kullan. Hatta kullanacağın parfüm ya da kokuyu kocana seçtir ki, kendi hoşuna giden kokuyu seçmiş olsun.

Ev temizlik yapacağın zaman, hayvan vs bakacağın zaman, tarla-bahçe işi yapacağın zaman, hatta yemek yapacağın zaman kullandığın elbisen ayrı olsun. İşlerin bittiği zaman, imkânın varsa hemen bir duş al ve temiz elbiselerini giyin. Evde otursan bile temiz elbiselerini giyip öyle otur. Hiç olmazsa; kocan akşam eve geldiğinde, seni tertemiz görür. Ama eğer gündüz banyo yapamam vaktim olmaz diyorsan, yatmadan önce mutlaka bir duş al, üzerindeki ter ve yemek kokusundan kurtulursun, mis gibi sabun ve şampuan kokarsın. Boş ver nasıl olsa kalkınca yıkanacağım dersen, kocam beni beğenmiyor, kocam beni sevmiyor demeye hakkın olmaz.

Vücudu tertemiz olan ve saçı düzgün taranmış ve çekici kokan bir bayanı hele ki beğenip Allahın emriyle ve kendi isteğiyle almışsa mutlaka sever. Ama bu dediğim gibi daha çok senin elinde’ …

Kadın onaylama mahiyetinde kafa salladı ve şöyle demiş:
‘İyi de hocam, bir sürü şey söyledin, hiç biri benim aklımda kalmadı ki… Önce ne yapacaktım?’

Vaize: ‘Ablacığım! Ben sana yarım saattir semizlikten bahsediyorum. Düzenli ve özenli giyinmekten bahsediyorum. Mutfağına ve bulaşığına dikkat etmenden bahsediyorum. Evinde düzenli ve tertipli olmandan bahsediyorum. Temizliğin önemini anlatıyorum.

Temiz olacaksın!
Temiz olacaksın!
Temiz olacaksın!
Kocana karşı güler yüzlü olacaksın! Düzenli olacaksın! Bakımlı olacaksın!
Şimdi evine gidince önce dişlerini güzelce bir fırçala!
Sabah, öğlen, akşam birer kaşık bal ye!
Böylece öncelikle ağız kokundan bir kurtul!
Yatağına yatmadan önce duş al!
Böyle kötü kokan ve yatağa girerken, ya da kocasını karşılarken ne bulursa giyen bir bayanı, ne Allah sever, ne de kocası sever’ der.

Tabi kadın üzülür ama niçin üzülürmüş bir daha kulak verelim:
‘Hoca diyoruz, gelip akıl danışıyoruz. Söylediği laflara bak!
Muska istiyoruz, dua istiyoruz… Nasihat alıyoruz…
Yarım saat söz söyleyeceğine, üç beş dakikanı ayır da bir muska yazıversen, ya da bir dua ediverseydin ya!...

Yazının başında, benimde aynı sızlanmaya bir erkek tarafında ‘karım beni sevmiyor, bana gerektiği gibi davranmıyor’ gibi şikâyetlerine tanıklığımı ifade etmiştim. Aynı durum kocalar içinde geçerlidir. Onlarda her türlü temizliğe ve eşlerine karşı aynı şekilde davranmalıdır.

Bakıyoruz; kadın olsun, erkek olsun, düğüne veya pazara çıkarken en güzel elbiselerini giyerler. Süslenirler ve kokulanırlar. Komşuya giderken aynı şekilde özen gösterirler. Lakin asıl süslenip yanlarında bulunmaları gereken eşlerinin yanında sıradan bir şekilde giyinirler. Sıradan bir şekilde davranırlar. Sonra da karşılıklı ‘eşim beni sevmiyor’ şikâyet ve sızlanmalarına devam ederiz. Eşlerin birbirlerine karşı görev sorumlulukları unutulur. Birbirlerine karşı hak ve ödevleri unutulur.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Durunbey

19 Ocak 2011 Çarşamba

BİR YÖNETİM NE ZAMAN ÇOKER?


Bir yönetim ne zaman çöker?

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini merak eder. Günün birinde Osmanlı oğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı? Diye derin derin düşünmeye başlar…

Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi, meşhur alim Yahya Efendiye sorduğundan bunu da sormaya karar verdi. Güzel bir hat yazıyla yazdığı mektubu bilgisine ve engin ön görüsüne inandığı Yahya Efendiye gönderir.

‘Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanlı oğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün olurda izmihlale uğrar mı?’ şeklindeki mektubunu gönderir.

Güzel bir hat yazısıyla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hal alır:

‘Neme lazım be Sultanım!’ demiştir cevaben.

Topkapı sarayındaki makamında bu cevabı alan Kanuni Sultan Süleyman, bir mana veremez bu cevaba. Yahya Efendi bizim mektubumuzu önemsemiyor mu? Ciddiye alsa böyle kısa bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünemiyordu. Bu yüzden söylenmeye başlar:

‘Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?’ der ve merak eder. Nihayet kalkar, Yahya Efendinin Beşiktaş’taki dergâhına gider…

‘Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, mektubu ve soruyu ciddiye al!’ der.

Yahya Efendi duraklar. Sonra şunları söyler önce: ‘ Sultanım mektubunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça yazıp arz emiştim’ der.

Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman:
‘İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ‘neme lazım be Sultanım!’ demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum.’ Dedi.

Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu akıl almaz açıklamasını yapar:

‘Sultanım bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık alıp başını gitse, işitenler ve görenler de neme lazım deyip sussa ya da oradan uzaklaşsalar; sonra koyunları kurtlardan önce çobanlar yese, bunu bilenler söylemeyip sussa ve gizleseler; fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, hak sahiplerinin feryadı göklere çıksa da bunu taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır. Halkın itimat, hürmet ve güveni sarsılır. Asayişe itaat ve kayırma hissi girer. Halkta yöneticilere ve kolluk kuvvetlerine güven ve hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir…’ der.

Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan Kanuni Sultan Süleyman söyleneni başını sallayarak tasdik eder. Sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Bu tür ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunarak oradan ayrılır.

Bu mektup Topkapı sarayında bu gün sergilenmektedir. Cevabın içinde hayatın her dönemine, yönetimlerin ve yönetim erkini kullanan her makam için günümüze de ışık tutar her yönüyle.

Yetkililer haksızlık ve adaletsizlik edeni değil de bunu kendilerine bildirerek görevini yapan vatandaşın kimliğini araştırırsa, oturup makamında halkın huzuru ve hukukunu korumak için gereken önlemi almazsa, emir verdiği memur işini savsaklarsa, amirlik eden yönetici kanunsuzluğu herkesten önce kendi yaparsa, yolsuzluğu yapar, tüyü bitmedik yetimin hakkını kendisi yerse, işin özü:

‘Koyunları kurtlardan önce çobanlar yerse’ bir başka ifadeyle ‘balık baştan kokarsa’

Bu işin hakkından nasıl geleceğiz. Bu toplumu, toplumun huzurunu, halkın hakkını ve hukukunu nasıl ve kime korutacağız. Hukuksuzluğu ve kanunsuzluğu önleyecek merci bulmak mesele olursa, hakkı çiğnenen halk kime gitsin.

Bu konu da çok şey yazılabilir. Ancak ‘anlayana sivrisinek, anlamayana davul zurna bile az’

Lakin köyümüzün, ilçemizin, ilimizin ve top yekûn ülkemizin adalet ve huzur içinde kalkınmasını istiyorsak, bunları anlayıp uygulayacak makam ve mevkiler bulacağız. Ya da hep birlikte zulüm ve eziyetlerimizle, kimimizde sessiz kalmamızla Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü gibi kendi sonumuzu hazırlayacağız.

Şimdi soru şu hep birlikte yasaları uygulayıp, adaleti hâkim kılıp işlerimizi savsaklamadan, kötülük, zulüm, hırsızlık ve yolsuzlukları görmezden gelmeyip, çalışıp üreterek kalkınacak mıyız? Yoksa ‘böyle gelmiş böyle gider’ deyip görmezden gelmeye, boş ver ‘ben kötü olmayayım’ ya da ‘kanunlar delmek için vardır’ gibi garip söylemlerin arkasına sığınmaya devam mı edeceğiz?

Trafik ihlallerine, hak gasplarına, arazi çalmalarına göz yummaya, kapalı alanda sigara içerek içmeyenleri de zehirlemeye, yükselse müzik dinleyip komşuları rahatsız etmeye, düğünlerde magandalık etmeye ve tüm bunlarda köylerde muhtarlar ve azalar başı çekmeye, diğer yerlerde de malum yöneticiler ve idareciler başı çekmeye vs. devam mı edeceğiz?

Dedik ya ‘Anlayana sivrisinek, anlamayana davul zurna az’dır…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

15 Ocak 2011 Cumartesi

SANMA YOLCUM! (Gülce-Üçtuğ)



Beklenen gün çok yakındır, dönmesiz yoldur, akındır
Nefsi emmâren sakındır, en güzel ahlak takındır
Yaprağın düşmüş bakın dur, sanma yolcum! Sen değilsin

Gün bu gündür al varından, rahmetin al tez arından,
Endişen olsun yarından, kavrulur gönlün darından
Canlarım çıkmış zarından, sanma yolcum! Sen değilsin

Yolcuyuz biz yolsa tandır, ol bu dünyâ ders-i handır
İblisin derdiyse kandır, gözyaşın aksın hemandır
Ah gözüm haller yamandır, sanma yolcum! Sen değilsin

Beklenen hep hüsnü zandır, söz diyen sanmam ozandır,
Tutmazım dersem hazandır, dû melek her şey yazandır,
Kul ki nankördür, azandır, sanma yolcum! Sen değilsin.

F â i lâ tün / Fâ i lâ tün / Fâ i lâ tün / Fâ i lâ tün

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

10 Ocak 2011 Pazartesi

SAĞLIK VE KUL HAKKI


Hayatımızda sahip olduğumuz en önemli şey, en önemli sermaye; hayatımızdır. Sağlığımız ve canımız olmadan dünyanın bize sunduğu diğer nimetlerden faydalanmamıza olanak yoktur. Onun için öncelikle; bize emanet edilen bu bedeni ve onu yönlendiren canı en güzel şekilde korumalıyız. Sonra da boş ve zaman öldürücü işlerden uzak durmalıyız. Çünkü geçen günler ve ömrümüzün yaşanan kısmı geri gelmemektedir.

Ebedi âlemde bize faydalı olan hayırlı işlerde yarışmalıyız. Zararlı ve günah işlerden uzak durmalıyız. Kul hakkına tecavüz etmemeliyiz. Kamu malına haksız yere sahip olmaya kalkmamalıyız. Çünkü onda tüyü bitmedik yetimin hakkı vardır. Garip gurabanın hakkı vardır.

Kamu malı demişken şimdi şöyle devam edelim:

Kamu malına tecavüz ediyorsak, birileri para verip mal-mülk ve eşya satın alırken, biz çalıyorsak! Devletten çaldığımız hazine arazisini, rüşvet ile tapulatıyorsak! Bulunduğumuz makamı ve mevkiimizi kullanarak hakkımız olmayan şeyi ve yeri kendi üstümüze yaptırıyorsak! İşimizi kuzu keserek ve içki sofraları düzenleyerek hallediyorsak! Bunların hesabı verilecek, biliyor muyuz? Biliyoruz da işimize gelmez. Dünya hevesi ve nefislerimizin esiri olmuşuz değil mi?

Yine gücümüze ve malımıza güvenerek toplumun huzurunu bozuyorsak, toplumun havasını kirletiyorsak, suyunu kirletiyor ya da zehirliyorsak, merasını, otlağını, yetişmiş ormanını dikkatsizlik vs. çeşitli sebeplerle yakıyorsak. Belki senden korktukları için, belki bulunduğun görev ve mevkideki durumundan çekindikleri için, belki de şu laf anlamaz komşumla veya komşularımla kötü olmayayım, diye düşündükleri için çekip gidiyorlardır. Komşuların ses çıkaramıyorlardır.

Çalanın çaldığını gördüğümüz halde görmezden geliyoruzdur. Dövdüğünü gördüğümüz halde dövdü diyemiyoruzdur. Lakin peygamberimiz ‘Bir kötülük görürseniz onu elinizle, buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltin, buna da gücünüz yetmezse kalbinle buğz (bu durumdan hoşlanmadığınızı hissettirin) edin’ buyuruyor. Peki, bizler hangi kötülüğe karşı bunu yapıyoruz?

Şimdi gelelim en önemsediğim ve yetkilileri polis, jandarma, kaymakam, vali, özellikle sivil memurları göreve çağırdığım konuya:

Yine peygamberimiz “Soğan, sarımsak yiyenler ağızlarının kokusu gitmedikçe camimize gelmesinler, evlerinde otursunlar” buyurmuştur. Çorap kokusuyla, soğan ve sarımsak kokusuyla gelmek ne kadar rahatsız edicidir. Melekler bile insanların eziyet çektiği kötü kokulardan etkilenirler. Buna hakkımız olmasa gerek. Sigara içmeyen birinin yanına, içen bir kişi dursa namazda nasıl rahatsız olur, onu içmeyene sormak gerek.

En gelinmesi gereken yer olan camiye gelirken pis kokular yasaklandığı halde; dinimizin sosyal yaşama önem vermesine rağmen, böyle durumda peygamber efendimiz tiksindirici kokularla gelmeyin dediği kokulardan biri olan sigarayı toplumun istirahat yeri kahvelerde içiyoruz. Yemek ziyafeti veriyoruz, ziyafete gelenleri dumanımızla karşılıyoruz. İlla içeceksen dışarıda iç, kendine ediyorsun kötülük, diğer insanlara etmeye ne hakkın var. Keşke kendine de etmesen ama mademki illa içeceğim diyorsun. En azından komşularına saygın olsun da dışarıda iç. Lakin bunun için önce kendine saygın olmalı!...

Şimdi gelelim hak hukuk meselesine:

İçtiğimiz sigaranın dumanıyla topluma açık olan, ama kapalı yerleri dumanımızla dolduruyorsak, sigaramızın pis kokusunu içeriye sindiriyorsak, duvarları sapsarı hale getiriyorsak. Yapma arkadaşım, içme komşum dendiği halde, kapalı alanda sigara içmek yasak olduğu halde; zulme ve içmeyenlere eziyete devam ediyorsak. Sadece kendi keyfimizi düşünüyorsak, sanmayalım ki bu bizim yanımıza kalır.

Kolluk kuvvetleri ve kanunları uygulayacak olan yetkililerde görevini yapmıyorsa. Şehrin göbeğinde adam polisin vs gözü önünde kanunsuzluğu yapıyorsa, görmezden geliniyorsa, sanmayalım ki bu bizim yanımıza kalır.

Jandarma köye kontrole gelip; şikâyet var, öyle geldik. Belki de; şikâyet bir üst makama yapılmış, gönderildik diyorsa, gerekeni yapmadan gidiyorsa, yakalasa bile görmezden geliyorsa, köy veya mahallin ileri gelenlerinin ricasıyla idare etme yoluna gidiyorsa, sanmayalım ki bu bizim yanımıza kalır.

Hadi evinin önünde hayvan pisliğine bir şey demeyelim. Kanalizasyon sistemi varken, o olmazsa; başka tedbirler almak varken, imkânsızlıklarla döşenen parke taşların üzerine hayvan pisliklerini akıtıyorsa, bu yollar hem de köyün en işlek yolları ise, gelen geçen herkes rahatsız oluyor, kontrole gelen memurlar cay ve yemek ikram edilip aman deyip geri gönderiliyorsa, sanmayalım ki bu bizim yanımıza kalır.

Peki rahatsız olan halk ne yapacak. Herkes kendi hakkını kendi aramaya kalkarsa, ne olacak. İstenmeyen ve beklenmeyen şey olacak. Ya dövecek, ya dövülecek. Ya da komşularıyla kavga gürültü etmemek için ceketini alıp gidecek ve bütün hak hukuk işlerini mahşere bırakacak.

Peki; bu kötülük edenin yanına mı kalacak? Görevli olduğu halde görevini yapmayan ve hangi sebeple olursa olsun; bunlara göz yuman kolluk gücünün yanına mı kalacak? Hayır kalmayacak. Boynuzlu koyun boynuzsuz koyundan hakkını alacak. O gün geldiğinde hak sahibi ceketini alıp gitmeyecek. Hakkını gasp edeninde ceketini alıp gitmesine müsaade etmeyecek. Bu hakkın gasp edilmesine göz yuman kolluk kuvvetinin gitmesine de, bu hak gaspını dile getirmeyen din görevlisinin de gitmesine müsaade etmeyecek. İşte bu yüzden bir din görevlisi olarak bunu dile getiriyorum. Uyarılara rağmen haksızlığın olduğu yerde durmamayı, kendime ilke ediniyorum.

O yüzden hakkımızı bilelim. Haddi aşmayalım. Başkalarının hürriyetine ve haklarına tecavüz noktasında bizim hakkımız biter. Müslüman için diğer insanların can, din, akıl, mal, ırz ve namus(yani nesil) korunmuştur. Onlara zarar noktasında bizim hürriyetlerimiz bitmiştir.

Son olarak Mehmet akif ERSOY şiiriyle son verelim:

ZULMU ALKIŞLAYAMAM

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı? hatta boğarım!...
—Boğamazsın ki!
—Hiçolmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
’Adam aldırmada geç git’ diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma, severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede manası bu mu?
.........................................Mehmet Akif Ersoy

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

8 Ocak 2011 Cumartesi

ŞİİR VE ŞAİRLERİN ŞİİRE BAKIŞI



Şairler şiiri farklı yaşar kslplerinde ve gonüllerinde. Zaten herkes aynı pencereden bakamaz. Ancak şiirin ortak bir dili vardır mutlaka. Eendim işte kafiye yapısı, hece yada vezin, içerdiği içerik ve onun akıcılığı gelir mesela benim aklıma. Şekilsel duruşu gelir sonra aklıma.

Bir başkasına göre daha farklı olabilir. adam kelimeleri ve mısraları öyle sıradan dizmesine rağmen çok beğenilen bir şiir ortaya koyabilir. Hiç kafiye kullanmadan da yürekleri paralayan şiir yazabilir. Bu beceri ve şiire bakış acısıdır. Herkeste aynı bakış acısını ve beceriyi beklemek olanaksızdır.

Kimisi edebiyat eyitimi almıştır. Her şeyi mektebinde görmüştür.Kabiliyette vardır. Kimisi de bir usta şairin yanında yetişmiştir yıllarca ondan alabildiğini almıştır. bu belki bir 30-40 yıl devam etmiş ve şiirde pişmiştir. Kimisi de liseden gördüğü edebiyat dersi bilgisi kadar bilir şiiri ve edebiyatı. Kimisi de kendi çabalarıyla birazda yeteneği varsa duygularını dile getirmeye çalışır.

Ama hangi şekilde olursa olsun herkesin farklı bir penceresi vardır, şiire ve edebiyata bakan.

Şiir i bir kardan adama benzetirsek; mesele burnu uzun olmuş, kömürü gözlerine fazla koymuşuz. vs. yada süpürgesi kardan adamdan büyük olmuş. gibi. detaylar olsa belki daha kolay olur yeniden ele almak.

Her bakış penceresi farklı şiire bilirsiniz. keşke bende değerli şair ve şairelerin hepsinin bakabildiği pencerelerden bakabilsem şiire ve edebiyata.

Bu tıpkı birkaç âmâ'yı bir fil etrafında toplayıp, fili tarif ettirmeye benziyor biraz da. Her âmâ eliyle yoklayabildiği yeri tarif eder ya fili tarif ederken.

Biri hortum gibi birşey der mesla. diğeri kuyruk gibi bir şey der. vs vs. Şiir de ve edebiyatta filin tamamını gören, zaten gerçek şair oluyor sanırım. onlarda Yunus Emre, Karacoğlan, Mehmet akif, Arif Ninat Asya, Mevlana gibi değerli şahsiyetler oluyor işte.

Şimdi burada soylemem gereken şey şudur: Şiirler yazıyoruz. yorumlar yapıyoruz. Daha güzel olabilirdi diyoruz. Tekrar ele almalısın diyoruz. Ama şurası soyle olsa, şu mısra da şu olmuş. Şiiirin ahengini bozmuş vs gibi yapıcı eleştiriler olsa şairler birbirine daha güzel yardımcı olur kanatindeyim.

Bu yüzden bende tekrar ele alırken nelere dikkat etmemiz konusunda, nerelerini düzeltmemiz konusunda bir fikre sahip olabilimş oluruz. Yapıcı bir eleştiri yapmayı düşünmüyorsak ta, bir cumleyle, kutlarım diyebilmeyiz diye düşünüyorum.

Gurubumuzda ve Özel mesajdan paylaşılan şiirlere yorum yapan, Yapma gayretinde olan, yapıcı yorumlarladestek olan, tüm şair ve okuyucu arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Acizane kendi şiirlerime, şiir yazıyorum diye gönül eylediğim şiirlerimeyapılan tüm yorumlara ve yazan tüm arkadaşlarıma gönüldenteşekkür eder saygılar sunarım.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey