19 Kasım 2014 Çarşamba

DİLENCİLİK SEKTÖRÜNE DUR DEYİN




Sosyal paylaşım sitelerinde hızla yayılan bir yazı, her zaman gördüğümüz bir sahnenin gerçek yüzünü gözler önüne seriyor. İşte dilendirilen kadınların kuçağındaki yada yanındaki bebeklerin neden genellikle hep  uyuduklarını dile getiriyor.   Bizde buna ilave olarak daha büyük çocukları da tek başına uzaktan kontrol edecek şekilde sokağa salıp dilendirildiklerini ekleyebiliriz.  Yine bir kadına annesiymiş veya ninesiymiş gibi elinden tutturarak dilendirildiklerini görmüşsünüzdür mutlaka. Hele birde sapasağlam olduğu halde kolu kesik, bacakları yokmuş gibi görüntü vererek insanların dini ve insani yardım duygularını sömürenleri görmüşsünüzdür.

Alın size bir gazetecinin dilinden bir dilenci hikayesi: "Metro istasyonu yakınında yaşı tam olarak belli olmayan bir kadın oturuyor. Kadının saçı karışık ve kirli, başını kederli bir şekilde öne eğmiş. Yanında bir çanta duruyor. İnsanlar çantaya para atıyor. Kadının kucağında uyuyan iki yaşında bir bebek var. Bebek, kirli bir şapka ve kirli giysiler içinde habersizce uyuyor.

Yoldan geçen sayısız insan ona para veriyor. Kötü bir niyeti olduğunu düşünmeden, her zaman cebindeki son kuruşu ve üzerindeki son kıyafeti hayırlı bir iş yaptığını düşünerek vermeye hazır olan insanlar. Bir ay boyunca bir dilencinin yanından geçtim. Bunun çete kontrolünde bir aldatmaca olduğunu bildiğim için dilenciye para vermedim. Bir ay sonra dilencinin önünden geçerken aniden bir şey fark ettim…

Her zamanki gibi pis bir eşofman giydirilmiş bebeğe baktım. Sabahtan akşama kadar kirli bir metro istasyonunda bir çocuğun bu kadar sakin durmasını garipsedim. Bebek uyuyordu. Ağlamıyordu, hıçkırmıyordu veya bağırmıyordu, sadece başını annesinin dizlerine gömmüş uyuyordu. Bir ay boyunca günün farklı saatlerinde yanından defalarca geçmeme rağmen dilencinin kucağındaki çocucuğu hiç uyanık görmedim! Merak ettim. Dilencinin dizlerine gömülü olan bebeğin yüzüne baktım ve içimde beliren kuşku daha da arttı. Gözlerimi bebeğe dikerek dilenciye sordum: "Neden sürekli uyuyor?"

Dilenci beni duymamış gibi yaptı. Gözlerini indirdi ve yüzünü perperişan ceketinin yakasına sakladı. Soruyu tekrarladım. Kadın tekrar yukarı baktı. Ardından arkamdaki bir yere iğrenmiş bir şekilde baktığını fark ettim. Bas git, diye mırıldandı. Ben adeta çığlık atar gibi "neden sürekli uyuyor?" diye sordum bir daha. Arkamdaki kişi omzuma elini koydu. Arkamı döndüm. Yaşlıca bir adam, tasvip etmeyen bir tavırla bana bakıyordu:

"Ondan ne istiyorsun? Ne kadar zor bir hayat yaşadığını görmüyor musun?" Eh… Cebinden biraz para aldı ve dilencinin çantasına attı. Dilenci tevazu ve büyük bir keder ifadesi belirmiş yüz ifadesi takınarak istavroz çıkardı. Adam omzumdan elini çekti ve metro istasyonundan dışarı çıktı. Bu yaşlıca adamın eve gittiğinde, ev halkına metro istasyonunda gördüğü ruhsuz bir adama karşı fakir, perişan bir kadını nasıl savunduğunu anlatacağından eminim.

Ertesi gün bir arkadaşımı aradım. Bu arkadaşım zeytin gibi gözleri ile Romen uyruklu komik bir adamdı. Eğitiminin sadece üç buçuk yılını tamamlamayı başarmıştı. Eğitimini tamamlayamaması, onun pahalı ve yabancı arabalarla şehrin sokaklarında gezinmesini engellemiyordu. Arkadaşımdan bu işin bariz bir şekilde organize edilmiş olduğunu öğrenmeyi başardım. Kullanılan çocukların alkolik ailelerden "kira"landığını veya en basit deyişiyle kaçırıldığını öğrendim.

Bebeğin bütün gün uyuması için bu kişiler tarafından ona votka ya da uyuşturucu verildiğini de şaşkınlıkla dinledim. Tabii ki, çocukların vücutlarının böyle bir şok ile baş etmesi mümkün değildir, bu yüzden çocuklar genellikle ölür. En korkunç şey ise – bazen bu çocuklar "iş günü" içerisinde ölür. Ve sözde annenin akşama kadar kucağında ölü bir çocuğu tutması gerekir. Bu bir kuraldır. Yoldan geçenler torbaya biraz para atar ve bunun ahlaki ve doğru bir şey olduğuna inanır, bunun "yalnız" bir anneye yardım etmek olduğunu düşünür. Ama değildir.

Ertesi gün aynı metro istasyonunda yürürken gazeteci kimliğimle konuşmaya hazırdım. Kadın aynı yerde oturuyordu ve kucağında dünkünden farklı bir bebek tutuyordu. Ona bu çocuğun belgelerini ve dünkü çocuğun nerede olduğunu sordum. Cevap vermedi. Fakat yanımdan geçen insanlar neden çocuklu ve yoksul bir dilenciye bağırdığımı sorup aklımı kaçırdığım imasında bulundular. Bunun üzerine metro istasyonundan bir koruma eşliğinde zorla çıkarıldım. Yapmam gereken tek şeyin polisi aramam gerektiğini biliyordum ve aradım. Fakat polis geldiğinde ortada ne dilenci ne de bebek vardı. "

Bir başka dilenci hikayesi daha: Geçen gün internette dolaşırken güya dizinden aşağısının dört parmak altından bacağı kopmuş bir kişi dileniyor. Gelen geçen ona acıyıp önündeki şapkaya para verip yardım ediyorlar. Derken bir uyanık kişi koşarak geliyor ve kendisine bir Arslan’ın kafesinden kaçtığını ve kendilerine doğru geldiğini söyleyerek diğer tarafa doğru koşusuna devam ediyor. Birden ne görsün arkasından güya ayakları olmayan dilenci ayaklanmış ve sapasağlam bir vaziyette arkasından geliyor.

Bir başka dilenci hikasinde: iki dizinden aşağısı kopmuş gibi dilenen bir dilenciye aynı şekilde iki uyanık kız geliyor ve dilenmek için açtığı tasa büyükçe bir kertenkele koyuyor. Bir anlık korkuyla bir anda ayağa kalkıyor.

Bir başka dilenci hikayesine de ilimiz Balıkesire gittiğimde şahit oldum. Yaşlı bir kadın elinde 5-6 yaşlarında bir çocuk dolaşıyor. Açlıktan ölmek üzere olan ve annesi babası ölmüş şu yetim torunuma bir çorba parası sadaka verin diyerek dolaşıyor. Para vermek istedim. Merak ettim nedir ne değildir diye. Biraz takip ettim. Gözüne kestirdiği herkese aynı şekilde para isteyerek yoluna devam edip gidiyordu. Bende para vermekten vazgeçtim.

Eğer siz de sokaklarda tek başına yada çocuklarıyla dilenen kadınlar görüyorsanız, ayağı yok, baçağı yok insanlar görüyorsanız. Sadaka veya para vermeden önce bir kez daha düşünün. Yada en azından bir gerçekliği var mı diye kontrol edin. Kontrol yollarından yazımızın içinde anlatmaya da çalıştık. Para vermediğiniz takdirde sektörleşmiş bu tür kötü niyetli işler bir süre sonra bitecektir. Böylece çocukların votka ve herhangi bir ilaç verilerek kullanılmasına ve sömürülmesine de engel olacaksınız. Dilencilerin kucağında uyuyan bebeğe sakın şefkat ile bakmayın. Bu korkunç gerçeği görün! İşte artık bu yazıyı okuduğunuz için dilencilerin kucağındaki çocukların neden sürekli uyuduğunu biliyorsunuz.

Gerçek muhtaç, gerçek yoksul ve fakirler gururludur, çıkıp ev ev sokak isteyemez. Onları arayıp kendimiz, bilenlerden tanıyanlardan sorarak bulmalıyız. Bu şekilde dilenenler sayesinde gerçek açlar ve muhtaçlar malesef açlıktan ölüyor.
Nitekim, Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (sav) meslek hâline getirilen dilenciliği şerefsizlik saymış ve şöyle buyurmuştur:

"Her kim malını çoğaltmak için insanlardan mallarını isterse, o ancak ve ancak ateş parçası ister. Artık bunun ister azını, isterse çoğunu ister." (Müslim, Zekât: 35)

 "Sizden bazıları dilenmekten asla vazgeçmez. En sonunda kıyamet gününde bu şerefsiz kişi, yüzünde bir et parçası kalmaksızın Allah'a kavuşur" (Müslim, Zekât, 103).

"Her kim çok mal toplamak için, insanlardan onların mallarını dilenir durursa, muhakkak bir ateş parçası istemektedir... " (Müslim, Zekât, 105).

"Sizden birinizin bir kucak odun toplaması, sonra o odun demetini sırtına yüklenip satması, kendisi için verecek, yalnız vermeyecek bir kişiye gidip istemesinden elbette çok daha hayırlıdır. " (Müslim, Zekât, 107).

Bu hadis-i şerifler, mecbur kalmadığı halde dilenmenin caiz olmadığını ve Cehennem azabını netice verecek bir iş olduğunu ifadeyle haram saymaktadır.

İşte haram işleyenlerin sayısının artmaması için bu tür kimselerin türemesine meydan vermemek lâzımdır. Duhâ Sûresinde geçen "Birşey isteyeni geri çevirip azarlama" mealindeki âyet-i kerimeden esas murad, ilmî bir mesele soranı, birşey öğrenmek isteyeni geri çevirmemektir. Yoksa her isteyeni boş çevirmemek şeklinde anlaşılmamalıdır. (Es-Sâvî, 4: 330) Ayrıca maddi bir şey isetemek anlamı varsa, zaruretten ve mecburiyetten dolayı isteyenler için olabilir. Onlarında durumunu iyi araştırıp öyle vermek lazımdır. Yada yaşadığı mahalde onu tanıyanlar sıkıntısını gidermesi lazım ki dilenmek durumunda kalmasın.

Feyzullah Kırca

10 Ekim 2014 Cuma

MESELE KOBANİ DEĞİL HALA ANLAMADIN MI?




Dün hükümet Türkiye’yi savaşa sokmak istiyor diyerek 2 Ekim 2014 de mecliste oylanan teskereye karşı çıkıp, askerin Suriye’ye ve Irak’a geçip mazluma yardım etmesine karşı çıkanlar, saldırılar kürtlerin bölgesine sıçrayınca yeniden teskere istiyor.
CHP lideri, şunları söylüyor: ‘Gelin askerimizin kara harekâtını Kobani'nin kurtarılması ve IŞİD'in buradan püskürtülmesi hedefiyle kısıtlayalım. Böyle bir tezkereyi Meclis'ten hemen, yeniden çıkaralım. Böylece halkımızın akrabalarını IŞİD gibi bir terör örgütünün öldürmesine izin vermeyelim. Tezkereden ülkemize yabancı asker konuşlandırma maddesini kesinlikle çıkaralım. Onun yerine 'hava harekâtları için işbirliği sağlayabileceğimiz' ifadesini koyalım. Böylece herkes tezkereyi desteklesin. Bu çerçevede biz de CHP olarak ülkemizin bekası için her türlü desteği verelim.’
Bu şu demek mi yani? Kobani kurtarılsın da diğer şehirlerin halkları öldürülsün mü? Ne demek teskere sadece kobani ile sınırlı tutulsun?  Ayn El Arab bölgesi yerle bir edilirken seyirci mi kalalım? Suriyede kürt kardeşlerimiz var da, arap kardeşlerimiz yok mu?
Sahi Türkiye diğerlerini ülkemize mülteci olarak kabul etti de kürtleri kabul etmedi mi? Daha saldırılar başlamadan kürtlere kapıyı açmadı mı? Mesele kobani değil ağam hala anlamadığımızı mı sanıyorsun?...
Çözüm sürecini baltalamak için eylemlerini ve saldırılarını devam ettirmek isteyen dış servislerin ‘taksim gezi parkı’ benzeri ve daha büyük yeni eylemleri planlama çalışmalarını sürdürecekleri, Ortadoğu  ve Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçmeyecekleri tüm halkımızın malumudur. Onun için halkı galayana getirecek yer yer yol kesme, zaman zaman yargılama görüntüleriyle sinirleri bozup halkları karşı karşıya getirmek; fırsat buldukça askerimize ve polisimize pkklı teröritler adına saldırılarla türk kürt savaşı, olmadı alevi sünni savaşını başlatmak hevesinde olduklarını anlamayan yoktur sanıyordum.
Lakin varmış… Bunu kobani saldırılarını kınayan eylemlerin provoke edilmesi sonucu kiminin molotoflu saldılarda ve eylemler sırasında çıkan arbedelerde toplam 18 civarında insanın can verdiğini, 130 kişinin yaralandığını gördükten sonra bir kez daha anladım. Okullara, dershanelere, yurtlara, hastahane ve sağlık ocaklarına, devlet dairelerine, bankalara ve kendilerine destek vermediğini bildikleri sivillerin iş yerlerine ve dükkanlarına zarar verdiler.
Neden okullar, yurtlar ve dershaneler?
Okullar da, yurtlar da ve dershaneler de cocuklar ilim ve bilimi öğreniyor. Cahillikten ve cehaletten kurtuluyorlar. Kendilerini iş güç sahibi yapacak bir gelecek kazanıyorlar. Haliyle Gelecekten emin, bir o kadar da mutlu ve umutlu gençleri dış servislerin emelleri doğrultusunda kandırıp kullanmak mümkün olmayacak bunu biliyorlar.
Neden Hastahaneler, sağlık ocakları, devlet daireleri ve bankalar?
İnsanlar en hastalık durumunda sağlık hizmeti alamadığı zaman sinirli oluyor. Asabileşiyor ve saldırganlaşıyor. Aynı zamanda hastahanelerde ve diğer devlet dairelerine verdikleri zararın her kuruşunun devletin kasasından çıkacağını ve ekonomik olarak devlete zarar vereceklerini, devleti yıpratacaklarını çok iyi hesap ediyorlar.
Neden kendi halklarının iş yerlerine ve araçlarına zarar veriyorlar?
Onları korkutup yola getirmek, kendilerine destek vermeye zorlamak için kendi halklarının mallarına ve hatta canlarına kast ediyorlar.
Bu manzara ortadayken, aklı selim sahibi herkes ‘oyuna gelmeyelim, çözüm sürecinden geri adım atmayalım. Bu kargaşayı kurgulayanlara, güzel ülkemiz Türkiye’mizi karıştırmak isteyenlere verilecek en güzel cevap budur’ derken, ana muhalefet lideri yine yuvarlak laflar ediyor. ‘Çözüm ile ilgili bir hazırlığınız mı var?’ surusuna: ‘Türkiye'de demokrasi ve barışın tesisi için öncelikle 12 Eylül darbe yasalarından arınmamız lazım. Yüzde 10 seçim barajının kalkması lazım. Demokrasiyi yeniden inşa etmek zorundayız. Bunu yeniden inşa ettiğimiz zaman daha güzel bir Türkiye'yi ellerimizle inşa edeceğiz.’[aksam.com.tr / 10 Ekim 2014 ]

12 Eylül darbe yasası deyinde adamın aklına ya yüzde 10 barajı geliyor ya da milletvekili dokunulmazlığı geliyor. Ya da her yolsuzluk iftira ve iddiasında istifa et çağrısı geliyor. Bunlarında durup dururken olduğunu sanmayın. Bunlarında dış servislerin ve ülkemizi karıştırmak isteyenlerin emelleri olduğunu, onların ülkemize yönelik emellerine hizmet ettiğini asla unutmayın.  
Neden yüzde 10 barajının düşmesini istiyorlar?
Yüzde 10 barajı, 7 ye veya 5 e çekilirse oylar daha fazla partiye bölünecek koalisyonların kurulmasının önü açılacak. Koalisyonla yönetilen ülkemizin yönetilemez halini artık bir daha düşünmek bile istemiyorum. Ben cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi tek partinin iktidar olmasının sağlanması için iki turlu seçim taraftarı bile olurum arkadaş. Sen kalkmış barajının düşmesinden bahsediyorsun.
 Neden milletvekili dokunulmazlığının kalkmasını istiyorlar?
Sebebi çok basit. Buda yine ülkemizin yönetilemez hale gelmesi için ikinci bir yolda ondan dolayı. Her hangi bir milletvekili hakkında eften büften iftira ve yalanlarla dolu bir dosya hazırlayıp hala ellerinde olduğunu düşündükleri mahkemeden bir mahkumiyet kararını bile beklemeden etik butik diyerek köşeye sıkıştırarak istifa ettirmek suretiyle iktidarın gücünü ve sayısını azaltarak hükümetin düşmesini ve kargaşayı hedefliyorlar. En azından istedikleri karaları mecliste desteklemek suretiyle kendilerine dokunmamayı vaad ederek yola getiririzin hesabını yapıyorlar.
Neden sık sık yolsuzluk ve hırsızlık iftirası yapıyorlar?
Yolsuzluk, hırsızlık ve diğer iftiralarla, çeşitli konuşmalardan kesip yapıştırarak hazırladıkları düzmece kasetlerle insanların kafasında soru işaretleri oluşturmayı planlıyorlar. Birde işin diğer yüzü var ki; o da şudur. Herkes herkesi kendisi gibi zannedermiş. Yani kendisi hırsız ise ona göre herkes hırsızdır. Kendisinde allah korkusu yoksa herkes de yoktur. 
 Tekrar kobani meselesine dönecek olursak; Akşam gazetesi başta olmak üzere, birçok medya organına göre kobani eylemlerinin arkasında da paralel yapı ve yandaşları var. Çözüm Süreci’ni dinamitlemek için elinden geleni yapan Paralel Yapının, hain planının dördüncü aşamasını devreye soktuğu ifade ediliyor. IŞİD protestolarının arkasında, AKŞAM’ın ‘4 Aşamalı Paralel Kumpas’ başlığıyla duyurduğu kirli operasyonu yöneten derin örgüt var. 17 ve 25 Aralık operasyonlarında deşifre olduktan sonra her aşamada Hükümet’in icraatlarını baltalamaya çalışan ihanet şebekesi, bayramın son gününde kendini gösterdi.
‘İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın Çözüm Süreci’nde önemli aşamalara geçileceğini açıkladığı tarihte Lice’deki heykel provokasyonuyla ilk adımı atan kirli ittifak; “Kürtleri Hükümet’e karşı kışkırtmak”, “Sürece inancı azaltmak”, “Şok eylemlerle çatışma ortamı yaratmak” aşamalarının ardından son adım için uyuyan hücrelerini devreye soktu.
IŞİD’in Kobani'nin kontrolünü ele geçirmesinin ardından, HDP’nin Kürt vatandaşlara yaptığı protesto çağrılarını fırsat bilen paralel provokatörler; “Gezi olaylarına benzer bir kaosla süreci bitirmek” için düğmeye bastı. İnfial yaratıp ülkeyi kana bulamak için Türk bayrağı yaktırıp, Atatürk büstü parçalattı.’[ aksam.com.tr]
Kobaniye destek için 30 un üzerinde şehirde sokakları ateşe veren, sivil ve kamu araçlarını yakan, devlet ve kendilerini istemeyen sivillerin binalarını yakıp yıkan, okulları, hastaneleri, parti binalarını, polisleri taşlayarak, molotoflarla ve hatta silahlarla saldıranların tutarsızlıklarını görmediğimizi ve anlamadığımızı sanıyorsunuz. Yaptıklarınız nereden baksan tutarsızlık, nereden baksanız ahmakça.
İşte hemen ilk bakışta görünen tutarsızlıklarınızdan bazıları:
1.Sivil katliamından, kobanide kürtlerin katledildiğinden bahseden HDP li ahali ve onları sokağa çıkıp hükümete karşı seslerini duyurmaya teşvik eden eş başkanlar; daha saldırıların başladığı ilk günden itibaren, kobani nüfusunun yekününe tekabül eden 170 000 suriyeli kürt vatandaşı türkiyeye sığınmadı. Kobani de katliam deyip devletten ve hükümetten neyin hesabını istiyorsun.
Kürtlere zulüm yapıldığı iddiasında bulunuyorsun, ancak yakıp yıkarak Kürtlere en çok zararı sen veriyor. Başta Diyarbakır, Van ve Batman olmak üzere doğu bölgelerimizdeki birçok ilde esnaf olaylardan büyük zarar gördü. Van ve Şanlıurfa'da marketler yağmalandı. Milyonlarca lira zarar oluştu.
2. Hem Türkiye'nin IŞİD'e destek verdiği bahanesiyle ve Suriye'ye asker gönderilmemesi için tezkereye hayır diyorsun. Bu sebeble Türkiyenin kara harekatına katılmasına karşı çıkıyorsun. Ama Türkiye'nin IŞİD'e karşı nasıl mücadele vereceğini izah edemiyorsun. Türkiye'nin kendisini 30 yıldır vuran, 0n binlerce askerini ve polisini şehit eden PKK'ya kalkıp bir de silah vermesini istiyorsun.
3. Meydanlarda barış çağrıları yapıyor, akan kanın durması için çözüm sürecini desteklediklediğinizi  ifade ediyorsunuz. Ancak neredeyse iki ayda bir sokak gösterileri tertipleyerek ortalığı savaş alanına çeriyor ve ülkemiye milyonlarca lira zarar veriyorsun. Haklarını savunduğun kendi halkına hizmet veren okulları ve kamu binalarını yakıp yıkıyorsun. Yolları kesip kendi halkından haraç topluoyorsun. Halkının huzurunu ve güvenliğini temin etmek için çalışan askere ve polise yer yer saldırılmasını lanetleyemiyorsun ve ses çıkarmıyorsun. Bir de üstüne üstlük müdahale edilince de “süreci bitiririz” tehdidinde bulunuyorsun.
4. “Kobani'de olan biteni izliyorsunuz, önlem almıyorsunuz” diye Türkiye'yi suçluyorsunuz. fakat 3 yıl boyunca aralarında sınır bile olmayan Halep ve Rakka gibi şehirlerdeki katliamları seyrettiniz. Onlar için siviller öldürülüyor insanlık görevi yapılsın dediğinizi duymadık. Onlar öldürülsün de o topraklar size kalsın diye mi hesap ediyordunuz. Yoksa sizin yaşama hakkınız varda onların yok muysu?
5. IŞİD'in kafa kesmesinden şikayet ediyorsunuz. Ama Diyarbakır'da bir Hüda Par üyesini kafasını ezerek öldürüyorsunuz. Senin halkına hizmet vermek için orada olan kızılay kan toplama merkezine, hakkari çevre ve şehircilik müdürlüğüne, antep belediyesinin sosyal tesislerini, hakkari üniversite rektörlüğü ve onlarca halkına hizmet eden halk otobüsüne ve kamu-sivil ayrımı bile yapmadan araçları yakarak ülkemize ve devletimize verdiğiniz zararın kobaniye bir faydası oldu mu sizce? Yoksa asıl derdiniz kobaniden gelerek ülkemize sığınan mültecilere bir dilim ekmek fazla düşer diyemiy di bütün öfkeniz?
Allah tüm insanlığa alık, fikir ve vicdan sahibi olmayı nasip etsin. Herkese neyi ne için yaptığını idrak etmek, kime ne şekilde hizmet ettiğini bilmek nasip etsin.
Feyzullah Kırca

3 Eylül 2014 Çarşamba

DAHA İNSANCA GÖZ VE YÜZ



İnsanoğlu ezelden ebede bir yolculuk yürümektedir. Kimi insanlar bu yolculuk esnasında yüce yaratıcısının da istediği istikamette, onun rızası için iki cihan olarak ifade ettiğimiz dünya ve ahiret yurtlarını herkes için saadet ve güzellik yurtları yapmaya çalışmaktadır. Bunu başarmak için ise hem kendisinin hem bütün insanların ve hem de diğer bütün canlı varlıkların hayatını güzelleştirmeye, mutluluk ve refah düzeylerini artırmaya çalışmaktadır.

Kimi insanlar ise yüce yaratıcının razı olmadığı ve uyulması için koymuş olduğu kanun ve nizamlara aykırı olarak iki cihan yurdu dünya ve ahireti hem kendisine, hem de diğer canlılara çekilmez kılacak hale getirmektedir. İnsanlara ve diğer canlılara eza edip, cefa çektirmekte; adalet, hak, hukuk tanımaz bir şekilde davranmakta ve insanlığın adilce paylaşması ve birlikte kalkınması yolunda ilerlemesine set çekmekte ve tıkaç rolü oynamaktadır.

Halk ve ulus sözünü hiç ağzından düşürmemesine rağmen, hak ve doğal yollardan alamadığı, elde etmeyi başaramadığı şeyleri elde etmek için sözde çok sevdiği halka ihanet edip, halkına diz çöktürmek isteyen dış güçlere, istihbarat servislerine şikâyet etmekten çekinmez. Onlardan destek istemekten çekinmez.
Müslüman’dır ama din adına Müslümanları yaşlı, çoluk çocuk, kadın, sivil, Pazar yeri, cami, medrese ayrımı gözetmeden kendisini kirli emellerini sağlamak için açık veya gizli bir şekilde maşa olarak kullanan güçlerin ve servislerin isteğini yerine getirirler.

Hak adalet, özgürlük ve barış için çalıştıklarını söylerler. Ama ülkemizin huzur ve güvenliğini sağlamaya çalışan askere, polise ve memura saldırırlar. Bu şekilde ülkemizin ekonomik ve politik anlamda savunma gücünü azaltarak ülkemize diz çöktürmek isteyenlerin emellerine ve bu yönde çalışmalarına destek olurlar.

Allah yolunda öğrenci yetiştirip, insanlara ilim öğretip İslam dinini yaymak insanlığı kurtarmak için çalıştıklarını söyleyen, yıllardır biz Türk halkını ve hatta birçok dünya halkını buna inandırırlar. Ülkemizin idari ve yargısal anlamda köşe başlarını ele geçirerek yine ülkemizi diz çöktürüp emir eri gibi kullanmak, her dediklerini yaptırmak, ekonomik ve siyasi olarak bizi zayıf bırakarak sömürmek isteyenlere destek olurlar.

Güya Türkiye cumhuriyetini ve ülkemizin her bir metre karesinde yaşayan herkesi çok severler. Ülkemizin gizli sırlarını yabancı servislere servis ederler. Onlar razı olsun diye sudan bahaneler ile çeşitli isyanlar çıkarırlar. Tıpkı yeniçeri askerlerinin yağsız hoşaf ismezük deyip çıkardıkları isyan gibi.

Demokrasi yanlısıdır ama halktan alamadıklarını bu yolla almaya alıştıkları için darbelere kucak açarlar. Yeşilcidirler, 3-4 ağaç için gezi parkından başlayıp tüm ülke sathına yayılarak ortalığı yakıp yıkmayı ve hükümet kurumlarını ele geçirerek darbe yapmayı kendilerinde hak görenlerin; gelin taksimdeki 3-4 ağacın yerine oraya yüzlerce ağaç dikelim ve orayı yeşillendirip güzelleştirelim deyince yine ortalığı ayağa kaldırmaya hazırlanmaları gibi.

Kalkınmacıdırlar ama günümüzde en önemli kalkınma hamlesi olan enerji sektöründe ülkemizi söz sahibi edecek hamleler olan termik santrallere karşı çıkmaları gibi. İstikbal göklerdedir derler, Atatürk’ün de öyle söylediğini söylerler; ama ülkemize kurulacak en büyük hava limanına karşı çıkarlar.

Baz istasyonuna karşı çıkarlar ama telefonu ellerinden düşürmezler. Telefonların modelleri Madein İsrail, Madein ABD, Madein İngiliz, Madein Fransız, Madein Alman, hatta çakma olup Madein Chine yazdığı sürece telefonlar zaten insana zarar vermez herhalde. Ama bak Türkiye telefon üretimi sahasında söz sahibi olmaya kalkarsa o zaman zararlı olduğu hemencecik anlaşılır. O gün gelirse sizlerde görürsünüz ve de duyarsınız.

Uranyum enerjisinden İsrail, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya gibi ülkeler yararlanırken, kimyasal bomba üretip savaştıkları gariban ülkelerin şehirlerini içindekilerle birlikte yok ederken zararsızdır. Ama onların ekonomik ve siyasi olarak çıkarlarını gözettikleri ve onların yanlışlarını güçlendiklerinde dur diyebilecek Türkiye ve İran gibi ülkeler insani amaçlarla sadece enerji amaçlı olarak bile olsa üretmeye kalkarsa hemen insanlara ve çevreye zarar verebileceği hemen anlaşılır.

Ülkemizdeki maşaları çevreci yaklaşımlar ile hemen sokağa çıkarlar ve eylem yapmaya seslerini duyurmaya başlarlar. Seslerini duyurmak ve eylem yapmakla kalsalar iyi, bay ve çoğu da bayan, bide masum görünüşlü çocuklardan oluşan çevreciler; çevrecilik adına arabaları, evleri, dükkânları, halk otobüs ve binalarını yağmalayıp, Molotof ve benzeri silahlarla ateşe verirler. Bu esnada engel olmak isteyen emniyet güçlerinin hatası sonucu birinin başına bir şey gelirse, o zaten üç mahalle aşağıdaki fırına yüzü gözü sarılı halde ekmek almaya gidiyordu olur.

İşte bu Yavuz Sultan Selim hikâyesinde olduğu gibi düpedüz ülkemizin başını tutuvermektir. Halkımızın geleceğini ipotek altına aldırarak, ülkemizin avlanmasını sağlar. Yavuz Sultan Selim pazarda keklik satılan tezgâhın önünden geçerken; bütün kekliklerin 1 altın, sadece ayrı bir kafes içindeki kekliğin ise 100 altın olduğunu görür.

Yavuz Sultan Selim sorar:
-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?

Satıcı:
-Hünkârım 100 altınlık olan keklik ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.
Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve kekliği aldıktan sonra halkın şaşkın bakışları arasında kafasını tuttuğu gibi gövdesinden koparır ve şöyle der; ‘Kendi ırkına ihanet edenin sonu budur.’

Güya kekliğin derdi de onları çiftleşmeye çağırarak onlara mutluluk vermektir. Ama aslında anlatmaya çalıştığımız hainler gibi, asıl hedefi çağırdığı diğer keklikleri maşası olduğu insanlara yakalatmaktır.  

Maverdi Şöyle diyor; ‘Kul geceleri, gündüz yaptığı işlerin muhasebesini yapmalıdır. Zira geceleyin insanın aklı ve fikri daha topludur. Muhasebe edince, gündüz yaptığı işi faydalı bulursa, ona devam eder. Şayet kötü bulursa, onu telafi etmeye çalışır ve ileride bundan ve bunun benzerlerinden sakınır.’ Ama keklik gibi hapsedildiği kafesinde önüne atılan bir avuç yeme çalışırken, o kafesten kurtulup bütün ekili arazileri hayal etse daha güzel değil mi? kendisi kurtulamayacak olsa bile soyunu ve diğer keklik halkını buna mahkûm etmeye çalışması, hiç olmaz ise onları bu tuzağa çekmese daha iyi değil mi?

Bir hikâye daha anlatarak bu yazıya da son noktayı koyalım. Hikâye şöyle cereyan eder:
Kayıp vermek istemeyen, yani ekonomik ve siyasi gücünü kaybetmeden yer altı zenginlikleri olan bir ülkeyi almak isteyen başka büyük ülke, almak istediği yer altı zenginliği olan ülkenin söz sahibi generalini satın alır ve bir şekilde kendisinin çıkarları istikametinde çalışmaya ikna eder. Derken kendi halkı onun ihanetinin farkına varır. Kendi ülkesinin halkını dize getirmek için halkına savaş açar. Kendi parasıyla çıkarları için çalıştığı büyük ülkeden aldığı silah ve bombalarla şehirleri ve köyleri taşı taş üstünde bırakmayacak şekilde bombalar. Özel tim ekipleriyle tek tek evleri aratır ve temiz raporu alarak kendisine karşı gelecek tek canlının kalmadığından emin olmak istemektedir.

Yine başka bir yerleşim birimi, yine inanılmaz bir bombardıman başlar. Mantar gibi yükselen alev topları, bomba ve silahların sinir bozucu sesi ve arkasından korkunç bir ölüm sessizliği duyulur. Yine özel timlerin her bir deliği aramasında bir de ne görsünler. Açlıktan bir deri bir kemik kalmış bir çocuğu elinde bir tüfekle sağ olarak bulurlar sorgusuz sualsiz generalin önüne getirirler.

General çocuğu görünce çok etkilenir. Çünkü kimseleri görmeden uzaktan bomba yağdırmaya benzemez karşılıklı ilişki. Çocuğa bir kurtuluş ümidi vermek ister. Generalin sağ gözü hayli belirgin bir şekilde takma bir protezdir. ‘Sana bir şans vereceğim. Hangi gözümün gerçek olduğunu bilirsen seni kurşuna dizmeyeceğim’ der. Çocuk bir an generalin yüzüne bakar ve ‘sağ gözün gerçek’ diye cevap verir. General şaşırır. ‘Nasıl olur, sağ gözüm takma, niye böyle söyledin ki?’ deyince çocuk; ‘o daha insanca bakıyor’ diye cevabı yapıştırır. 
İnsanlarla yüz yüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin. Pablo Neruda

Allah her insana insanca göz, insanca vicdan, insanca ahlak, insanca yaşam, insanca üretim ve paylaşım yapmayı ilke edinmeyi nasip eylesin. Âdemden bu yana iyi ve kötünün mücadelesinde iyiden yana hareket eden ve tercihini iyiden yana yapan bir topluluk ve halklar olmayı cümlemize nasip eylesin. Adalet ve kalkınma ile haksızlık ve yere çöktürme mücadelesinde başta kendi ülkesinin ve kendi halkının olmak üzere tüm halkların adalet ve kalkınmasından yana safını belirleyen bir topluluk ve halklar olmayı nasip eylesin.  


Feyzullah Kırca

7 Ağustos 2014 Perşembe

FİLİSTİNDE YARIN OKULLAR YOK




Geçen gün haberlerde İsrail vatandaşlarının, terörist devletleri İsrail’in taş atanlara karşı misket,  varil bombası gibi bombalar başta olmak üzere envai çeşit bomba ile Filistin halkını çocuk, yaşlı, hasta, asker, sivil ayrımı gözetmeden yaptığı katliamlara destek veren kutlamalarını gördüm. 

O kalabalığın arasından: ‘Yarın Gazze de okullar yok! Yarın Filistin de okullar yok!’ diye sesler yükseliyordu. Evet bu. Gazze de atılan bombaların, hedef gözetmeksizin, pardon gözetip özellikle okulları, hastaneleri, çocuk parklarını hedef gözeterek yapılan katliamların amacını ne kadar güzel ortaya koyuyor yükselen sesler.  Katliamların amacının Filistin’in geleceğini bitirmek olduğu ne güzel gözler önüne seriliyor.  

Şimdi Erdoğan’ın en az 3 çocuk isteğine İsrail ve Siyonistlerin yandaşlarının neden karşı çıktıklarını yıllarca aile planlaması yaptıklarını şimdi daha iyi anlamayabiliyorum. Yoksa siz hala anlamadınız mı? Ey Türk milleti! Ey mümin kardeşim! 

Neyse geçelim asıl konuya; sonra da çıkıp diyor ki İsrail hükümeti; Hamas’ın kaçırdığı İsrail askerine misilleme yapıyoruz. Onların attığı taşlara misilleme yapıyoruz. Taşa karşılık misket bombası, kaçırılan bir askere karşılık yaklaşık 1500 Filistinli kadın, erkek, yaşlı, çocuk gözetilmeksizin sivil halkın ölümüyle bir o kadar, hatta iki misli, üç misli insanın sakat kalmasıyla sonuçlanan katliamlar. 

Dünya gündeminde askeri bir yaptırımla karşılaşma olasılığı Birleşmiş Milletlerde İsrail yörüngesinde büyük koruyucu ve destekçi ABD’nin vetosu varken zaten yok. Ekonomik olarak birkaç İslam ülkesi ve onların çıkar ortaklığına ihtiyacı olan ülkelerin sesleri yükselmeğe başlayınca İsrail’in menfaatleri doğrultusunda ateşkes deyip barış olacakmış gibi göstermelik görüşmeler yapılır. Tam barış oldu olacak derken, sonra İsrail gene bir bahane bulup saldırıya geçer. Bahane bulmak ne kelime, bir askerin kaçırılması, bir İsrail vatandaşının yüzerken havuzda boğulması, daha olmadı Filistin askerinin elbisesi ile kendilerine muhalif bir İsrail vatandaşının öldürülmesiyle hem o çatlak sesten kurtulma, hem de bahane yaratma onlar için yerinde olacaktır.

Hiç birisi olmadı daha kolayı vardı 2002 öncesinde El Fetih ile Hamas’ı birbirine düşman ederek Filistin halkını birbirlerine kırdırmak vardı. Hatta 2009 yıllarına kadar aynı şekilde birbirleriyle savaştırarak Filistin halkını birbirine kırdırma umudu vardı. İktidardaki Hamas’a karşı El fetih’ desteklerler, El fetih iktidarda olsa Hamas’ı desteklerler ki iç savaş sürsün ve Filistin halkı birbirini kırsın. 

El Fetih, El Kaide, İŞİD, Hizbullah (PKK gibi zaten İslam ile alakası olmayan örgütleri saymıyorum bile) vb, örgütleri kullanarak dünyanın dört bir yöresindeki Müslümanları öldürme ve yerlerinden sürme işini yaptırmak onların işi. 

Diyorlar ki; İslam dini cihat emrediyor. Müslümanlar terörist. Peki, Müslümanları terörist göstermek için kullandıkları Müslüman örgütler hangileri. El Kaide, İŞİD; Taliban, Hizbullah, İBDA-C ve Türkiye de bir zamanlar Aczimendiler’i kullandılar. Müslüm gündüz ve Fadime şahinlerin olmadık görüntüleri ve tahrikleriyle darbe yapmayı planlayıp iktidar değişikliğini başardılar. Ömründe bir kere bile Cuma namazı kılmayan, başka bir söylentiye göre bir kere bile Allah demeyen Avukat Alpaslan Aslan’a güya kendilerinin adamları Danıştay üyelerine saldırtıp dışarı çıkınca Allahü Ekber dedirterek Müslümanları hedef gösterterek iktidar yıkmayı başarmaya çalıştılar. 

Peygamber efendimiz Bir Hadis-i Şerif'te: “Abbasoğullarının içinden doğudan ileri de siyah sancaklı kişiler çıkacak. Onların önce gelenlerinin ve sonra gelenlerinin işi adam öldürmek olacak. Onlara yardım etmeyin. Allah onlara yardım etmez. Kim onların sancağı altında yürürse yahut bayrağını taşırsa Allah onu kıyamet günü cehenneme koyar. Gerçekten onlar Allah’ın en şerli yaratıklarıdır. Onlar benden olduklarını iddia edecekler. Dikkat edin, ben onlardan beriyim ve onlar da benden beridir. Onların alameti şudur: Saçlarını uzatırlar ve siyah giyerler. Onları desteklemek için oturmayın. Çarşılarda onlarla alışveriş yapmayın. Onlara yol göstermeyin ve onlara su vermeyin. Çünkü onların haykırdıkları Tekbir, sema ehli'ni rahatsız etmektedir.” buyuruyor. (Sağîr/Taberanî-Cilt 13/Ümmü Umame) Böyle bir tehlikeye karşı bizi 1400 kusur yıl önce uyanık olmamız için uyarıyor.

Değil, kesinlikle değil de, diyelim ki onlar haklı. Diyelim ki; Müslümanlar terörist, islam’ın emri olduğu için düşmanlarını öldürüyorlar. Peki; İslam düşmanı olanlar İsrail, ABD, Fransa, Almanya, Sırbistan, Ermenistan, Rusya, Yunanistan gibi ülkeler ve onların vatandaşları değil mi? O halde Müslümanların hedefi devlet terörü işleyen İsrail veya ona sonsuz destek veren ABD askerleri olması gerekmez mi? Saldırsınlar diye sormuyorum bu soruları, bir gerçek olan kimin emellerine hizmet ettiklerini ortaya koymak için soruyorum. Neden cihat ettiklerini iddia eden bu Siyonist maşası terör azmanı sözüm ona mücahitler, kafa keserken neden hep kesilen kafaların Müslüman kafası olmasına özen gösteriyorlar bunu ortaya koymak için soruyorum.

Neden İsrail başta diğer birçok ülkenin gitmesin ama çokta güçlenmesin dedikleri Esad’ı dengede tutmak için muazzam şekilde örgütlenmeyi başaran, Irak ordusuna Kafa tutan İŞİD ve diğerleri konu Filistin, Gazze, Doğu Türkistan, Bosna Hersek vb birçok yerde Müslümanlar katledilirken dut yemiş bülbül oluyorlar. Neden Bağdadi denilen James Bond saatli son halife olduğunu iddia eden herifin kafası ramazan boyunca ve sonrasında hala Gazze’yi bombalayanlar için atıp İsrail’e karşı cihat etmiyor da hedefindekiler neden hep Müslümanlar.

Neden tüm bu İslam mücahidi olduklarını iddia eden ve aslında tek hedeflerinin Siyonistlere hizmet ederek İslam’ı kötülemek ve gerçek Müslüman olarak gördüklerinin sayılarını azaltmak olan terör örgütleri hep camileri ve dini eğitim veren medrese ve okulları hedef alır. Neden hep dini simge olarak algılanan türbe ve hayır kurumları hedef alınıyor. 

Neden İslam adına kendisini canlı bomba yapan güya Müslüman eylemci kendisini; yaşlıların, kadınların, çocuk ve yaralıların şifa aradığı hastane, masum insanların alış veriş yaptığı pazar yeri, eğitim gördüğü okul bahçesi, Müslüman ülkelerin polis karakolları, askeri tesislerinde patlatıyor da terörist İsrail, Terörist Amerika diyemiyor. 

İslam’a ve Allahın dinine hizmet ettiğini savunan ve Kendisinde Türkiye Cumhuriyeti devletini el altından yönetmeye ve hükümetini güya yolsuzluk iddialarıyla kendisinin yetiştirip yerleştirdiği yargı elamanları vasıtasıyla yıkmaya kalkışan Gülen Hareketi, konu İsrail olunca dut yemiş bülbül oluyor.  

Neden uluslar arası hava sularında saldırılan mavi Marmara gemisinde Türkiye hükümeti gemiye izin vermekle yanlış yaptı diyebiliyor da. İsrail devletinin ambargolarıyla Filistin halkını açlığa ve sefalete mahkûm etmesi yetmezmiş gibi toplu katliamlarına maruz bırakması karşısında İsrail’e ve hükümetine lanet okuduğunu duyan var mı? 

Hani Müslümanlar bir vücudun azaları gibiydi. Türk hükümetine yolsuzluk yapıyorlar, Müslümanların hakkını çalan hırsızların evleri yansın, tepelerine yıkılsın diye beddua eden Fethullah Gülen efendi Müslümanların hayatlarını çalan, topluca katliam yapan İsrail için de beddua okudu mu? Bırakın bedduayı, yanlış yapıyor diyebildi mi? 

Güya İran ile Siyonistler düşman, ama yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla kime hizmet ediyor? Güya Müslüman terör örgütleri İslam adına yapıyoruz dedikleriyle kime hizmet ediyorlar? Orta doğu başta olmak üzere İslam ülkelerinin yönetim kadroları Siyonist uşağı olmuşken, kendi halklarına ve kendi halklarının çıkarlarına mı hizmet edecekler.  İslam dünyası bu vaziyetteyken birlikte hareket etmesini nasıl bekleyebiliriz. 

Namı değer Cumhurbaşkanı adayımız Ekmeleddin Bey kaç yıl İslam konferansı Örgütünün başında Başkanlık yaptı. Bir kez bile İsrail terörist, orada yaşanan bir insanlık dramı diyemedi. Her gün gündemi takip etmeye çalışan, en azından ana haberleri takip etmeye çalışan ben hiç duymadım. Deseydi mutlaka duyardım. Yıllardır Türkiye de Siyonistlerin emellerine hizmet eden politikaları destekleyenler tarafından cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi beni hiçte şaşırtmadı. 

Gazeteciler Şimon Perez’e 1986 yılında “Kur’an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” diye hatırlattıklarında? Şimon Perez şu cevabı veriyor: “Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin düşünürüz.”DİYE CEVAP VERİR (Tercüman Gazetesi, Ergun Göze, 1986)
 
Müslüman halkların çoğunluğunun bizim gibi düşünmesine rağmen ele geçirilmiş Siyonist uşağı idareciler ve İslam adına Müslümanları hedef alıp öldürerek yine Siyonistlerin emellerine hizmet eden terör örgütlerinden fayda bekleyemeyeceğimize göre biz ne yapabiliriz?  Dua edip Allah’a sığınabiliriz. Kahrolsun İsrail, kahrolsun ABD diyerek yürüyüş yapabilir, onların zulmünü haykıracağımız mitingler yapabiliriz. Peki, bunlar onlara zarar verir mi? Hayır, kesinlikle zarar vermez.

 Sofranda CocoCola, fanta, Danone olacak, dondurman Algıda olacak, çamaşır makinen Arçelik, Bosh, Simens olacak, çamaşırların Ariel veya  Omo ile yıkanacak, hamburgerin McDonalds, meyva suyun Cappy, Tang olacak, corban Knorr olacak, sana yağın Becel, çayın Lipton, cipsin Raffles, Doritos, Lays, Cheetos, sabunun Dove, şampuanın Loriel, Kahven nescafe, Jacobs olacak, daha neler neler, sonra da çıkıp kahrolsun İsrail diye bağıracaksın. Sizce de bu işte bir terslik yok mu?

Feyzullah Kırca