9 Eylül 2015 Çarşamba

ELEŞTİRMEK BASİT, İCRAAT YAPMAK ZOR


 Eleştirmek çok basittir. Bekara karı boşamak çok kolay gelir. Elinin taşın altına koymaya gelince bin dereden su getirip her şeye hayır diyeceksin. İdam cezasını kaldırıp, ceza evinde besliyorlar diye başkasını suçlayacaksın. Mecliste iç güvenlik yasası çıkarken, elinde molotof olanı vurma yetkisine, kamu malına zarar vereni tutuklama yetkisine, yüzünü örtenlerin, suc örgütlerine üye olanların aranmasına hayır diyeceksin, sonra utanmadan neden bu askerin polisin vurma yetkisi yok diye eleştireceksin.


Her hangi bir konu da herkesi birden memnun etmek zordur. Zaten onun için demokrasilerde seçimler olur ve ekseriyetle askari çoğunluğun onayını almak için yapılır. Sonra da çoğunluğu alan bir daha ki demokratik seçimlere kadar ülkeyi bildiği yönetir. halk beğenmezse değiştirir. Ama dedikya bekara karı boşamak kolaydır. çatışma olmasın dersin demokratik haklarınızı verelim ve birlik beraberliğimizi sağlıyalım dersiniz, terörle teröristle barış olmaz diyeceksiniz. hadi tamam teröristler çözüm sürecini bitirdi, top yekün teröristlerle mücadele edelim dersiniz. destek vermek şöyle dursun. Hükümet iktidar olamayınca savaş başlattı dersiniz.

Afedersiniz ama askeri ve polisi emniyet karakollarına hükümet mi saldırıp asker ve polislerimizi şehit ediyor. Hdp yetkileline savaş çığırtkanlığını hükümet mi emrediyor. cumhurbaşkanı mı emrediyor. Durun yahu azıcık kendinize gelin. Sizin kime hizmet ettiğinizi artık bu millet biliyor.
Şehitler siyasi bir partinin propoganda malzemesi değildir. Ben bir vatandaş olarak şehit olan asker veya polis herhangi bir şehit kardeşimizin cenazesinde siyasi işaret görmek istemiyorum. Adam gibi gelin şehide son görevinizi yapın. Yapmayacaksanızda gölge etmeyin başka ihsan istemez. Sanki siz partilerinizin işaretini orada gösterince millet oylarını hemen sizin patilerinize verecek. Artık işaretten çok hangi konuşmayı, hangi eylemi ne amaçla yaptığınızın önemi ortaya çıkmış durumdadır.
Alın size ülkemizin halini anlatan bir Nasreddin Hoca hikayesi. Maalesef eskiden beri böyle idi. Yine Ülkemiz Bu halde Şimdi.

Bir gün Nasreddin Hoca, oğlunu eşeğe bindirmiş kendisi arkasından ağır ağır yürüyerek köye gidiyorlarmış. Yolda bunları görenler :
– Dünya tersine döndü galiba ! Baksana hâle ihtiyar adam yerde yürüyor da parmak kadar çocuk eşeğin üzerinde. Ne ayıp şey değil mi ? Diye söylenmeye başlamışlar.
Bu sözleri duyan Nasreddin Hoca , merkepten oğlunu indirip kendisi binmiş. Biraz gidince bir kaç kisiye daha rastlamışlar. Onlar da :
– Şu hâle bakın siz ! Koskoca adam binmiş eşeğe, parmak kadar çocuk arkasından yetişeyim diye ter döküyor, insanoğlu işte hep kendini düşünür, diye konuşmaya başlamışlar..

Bu sözleri duyan Hoca :
– Oğlum en iyisi gel beraber binelim. Bakalım ne diyecekler , demiş.
Hoca önde oğlu arkada giderken birkaç kisi daha görmüş onları. Onlar da :
– Şu insanoğlunda merhamet diye birşey kalmadı. Baksana eşeğin beli neredeyse yere değecek. Yerde yürüseler sanki ölecekler mi ? Azıcık Allah korkusu olan kimse böyle yapmaz, gibi sözler söyleyerek uzaklaşmışlar.

Hoca bu sefer :
– Oğlum en iyisi mi, ikimizde yürüyelim, öyle ettik olmadı böyle ettik olmadı. Bir de bu şekil deneyelim demiş.

Eşek önlerinde, onlar arkada yollarına devam ederlerken , birkaç kisi daha görmüş bunları. Onlar da :
– Şunların ki de akıl mı yani ? Eşek önlerinde bomboş gidiyor da her ikisi de şu sıcakta yerde yürüyorlar. İnsan , boş eşek olur da binmez mi hic ? Demişler.
Bu sözleri duyan hoca :

– Gördün ya oğul, her kafadan bir ses çıkıyor. Ne yapsan beğenmiyorlar. En iyisi bildiğinden şaşmayacaksın. Elin ağzı torba değil ki, büzesin ! Demiş..

Ey ülkemizin liderleri, yöneticileri! dışardaki emperyalistlerden emir almayın, vatanını seven, bu ülke için söylecek akıllıca bir sözü olan herkesle istişarenizi yapın; oprtak aklı çalıştırarak bir karar alın ve ölsekte ülkemiz için yerinde bulup uygulamaya koyduğunuz kararı uygulayın. Hz Peygamberimiz de doğru kararı bilse de istişare eder, birlikte karar alır ve sonuna kadar o kararı uygulardı.
Biz ülke olarak, inanmış insanlar topluluğu olarak bu şekilde hak mücadelesi verdiğimiz sürece geçmişte olduğu gibi günümüzde de rabbimin yardımı bizimle olacaktır. East gibi toplu katliam yerine, hukuk içinde mücadelemize kararlılıkla mücadelemize devam ettikçe, hainlerin tuzakları başına geçirilecektir. Hak batıl mücadelesini yakın bir zamanda hak kazanacaktır.

istemediğimiz bu savaşa bizi mecbur bıraktıkları için mutlu değiliz. geleceğimizi emin kılmak için, vermek zorunda olduğumuz mücadelemizin sonucu zafer, şehidimizi ve yaralımız az olsun. Ey ülkem gazamız mübarek olsun. Amin.

Feyzullah Kırca

12 Haziran 2015 Cuma

UHUT’TAN300 MÜNAFIK KAÇTI




Tıpkı bugün şahsi çıkarları için ülkemizin düşmanlarıyla iş tutan, kirli emellerini gerçekleştirmek için her türlü oyunu ve düzeni kendilerine mubah gören paralel çetenin seçim sonuçlarına; İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet edasıyla sevindiklerini görmekteyiz. 

Ama unuttukları bir şey var. Uhut savaşı sırasında münafıkların lideri Abdullah bin Übey, “Ey ahali, biz ne diye kendimizi öldürteceğiz, bir türlü anlamadık!” diyerek 300 münafığı yanına çekerek Medine’ye geri dönmüştü. Peygamberimizin sonuç ne olursa olsun ben izin verene kadar sakın bu tepeyi terk etmeyin diye yerleştirdiği 50 okçu düşmanın kaçtığını görüp savaşı kazandık diye terk etmesi sonucu Uhut Savaşının kaybedilmesine, hz Hamza ile birlikte 70 Müslüman’ın şehit edilmesine müşriklerle birlikte savaş meydanını terk eden o 300 münafık da sevinmişlerdi. Münafıklarına ve Müslümanları arkadan vurmak istemelerine rağmen sonunda peygamberimizin öncülüğünde onların Mekke’yi fethetmesine asla engel olamamışlardı. 

Onların ağa babaları her türlü saldırı, ihanetlere rağmen, Selehaddin-i Eyyübi’nin ordusunun Kudüs’ü fethetmesine engel olamamışlardı.

1071 de Malazgirt’te beyaz elbisesini ak kefen olarak giyen Alparslan ve ordusunun Anadolu’ya girişine engel olamamışlardı.

Süleyman Şah Halep yakınlarında ölse de oğlu Ertuğrul’un soyunun Osmanlı’yı kurmasını ve İstanbul’u fethetmesini engelleyememişlerdi. 

Çanakkale de alamadıklarını bugünkü paralel çete zihniyetli (kandırılmış alt tabakayı kast etmiyorum) insanların Siyonist ve sömürgeci ağalarına yaranmak isteyen diğer din düşmanlarıyla birlikte ülkesine tuzaklar kuranlar gibi mandacı zihniyetin eliyle komutam ve yönetici diye devşirdiklerinin marifetiyle masada vermişiz. Bugün de yapılmak istenen budur. 

Orta doğu da ve dünyanın dört bir yanında kim kimi vuruyor belli değil. Öldüren de, Ölen de Allahüekber diye bağırıyor. Silah satıp parasını kazanıyorlar. Birlik olup asıl düşmanlarımız olan, o sömürgeci ve İslam düşmanı haçlı zihniyetlerine karşı her alanda mücadele etmek varken; biz Müslümanları birbirimize öldürtüp, halklarımız can derdindeyken yer altı ve yerüstü varlılarımızı soyuyorlar. Göz göre göre çalıyorlar. Halklarımızı birbirleriyle savaştırıp yok ederken, keyifle kahkahalarını atıyorlar. 

İnsanımız kime inanacağını şaşırmış bir durumda. Kimi mehdilik ilan ediyor, okullar açıyor. Peşinden İslam’a gelin diye dünya insanlarını mehdilik iddiasıyla peşinden çağırırken; Allahın örtünme emrini görmezden gelip o dinin aslı değil, furuatından diyebiliyor. Dünyanın dört bir yanı zulüm altında inlerken, Londra, Washington, Tel Aviv, Vatikan, Paris, Berlin, Rusya, Tahran, merkezli terör örgütleri dinin adını kullanarak güya İslam devleti kurmak için katliamlar yapıyorlar.

Güya bunların düşmanı Tahran, siz ne yapıyorsunuz dediği yok. Danışıklı düşman İsrail, onun hamileri ABD ve Vatikan merkezli Avrupa ülkeleriyle al gülüm ver gülümler de. Bir taş atımı mesabesinde dediği Kudüs zalimi İsrail’e elinde her türlü imkân olmasına rağmen taş bile attığı yok. Ama İslam’ın lider ülkesi olduğunu savunuyor yıllardır. Diğer bir İslam merkezi Suudi Arabistan krala rağmen halkının sesi çıkamayacak bir ülke ve bir diğer liderlik yapabilecek İslam ülkesi olarak görebileceğimiz Mısır’ın durumu zaten içler acısı.  

Abdülhamit Han gibi vatan perver bir lideri içimizdeki ihanet çevrelerinin desteğiyle alaşağı etmiş olan sömürü devletlerinin rahatı epeydir gayet iyiydi. Daha sonrasında Çanakkale de hezimet yaşasalar bile bir şekilde ülkemizin ve İslam inancımızın düşmandan çok daha fazla düşmanı olan ihanet şebekelerinin masa başında verdiği topraklarda Merhum Kemal Atatürk bir şeyler yapıp işgalden kurtarsa da sömürge olmaktan kurtaramamıştı. Çünkü Menderes ve Özal hariç kendisinden sonra gelen hemen bütün liderler yine ülkemiz üzerindeki hesaplarına uygun olarak yönetmeye devam etmişlerdi. Belki biri de 3 beş ay hükümet olup gitmişti.

Yıllar sonra yıllardan bir yıl, günlerden bir gün dirayetli bir lider çıktı. Yanına aldığı mahir bir ekip ile ülkemizi ayağa kaldırmaya ve zalimlerin hakkını savunmaya, mazlumun yaptığının zulüm olduğunu söylemeye ve Müslüman halkların umudu olmaya başlamıştı.

Yıllardır Müslüman çocukları okullarımızda ve dershanelerimizde yetiştiriyoruz diye Müslüman halkımızın zekâtlarını, sadakalarını, kurban derilerini, hatta kafalarını toplayıp umutlarımızı taze tutsunlar diye yardım ettiğimiz cemaat lideri ve yakın çevresinin ülkesine ihanet eden bir sahte mehdi olduğunu öğreniverdik. 

Yüz yıllardır orta doğudan kirli ellerini çekmeyen İngiltere merkezli Siyonistlerin yönettiği ABD nin aşanı olup, yetiştirdiği elemanları kullanarak onların adına dinleme yapmak, şantaj montaj hazırladıkları kasetlerle kirli emellerine sahip çıkmayan veya göz yummayan liderleri devirmekmiş amacı. Kendisine halis niyetlerle inanmış, kandırılmış tabanı bir kenara koyarak söylüyorum ki; Münafıklık böyle bir şey olsa gerek. Sağ gösterip sol vurmak ya da inanmış görünüp kâfirlere hizmet etmekmiş amacı. 

Yollar dikenli olsa da, Allahın yardımıyla Allahın yolundan ayrılmayan kulları sayesinde er veya geç onun vaat ettiği günler gelecektir. Sefer (çaba) inanmış kulların olsa da, zafer mutlaka Allahın olacaktır. İhanet edenler ihanetlerinin bedelini dünyada da, ahrette de ödeyecektir.  

Er veya geç İslam’ın zaferine inana biz Müslümanlar kitap, sünnet, icma ve kıyas’a ilaveten aklımızı da kullanarak oyunların ve tuzakların farkına varmalıyız. Kimin yaptığı neye ve kime hizmet ediyor diye düşünerek hareket etmeliyiz. Kim inancına ve ülkesine hizmet ediyor. Kim şahsi, ırki, maddi çıkarları için veya cemaat çıkarları için ülkesine nasıl ihanet ediyor. Kim ülkesinin yanında dünya mazlumlarını dış servislerin oyunlarından koruyarak birlik beraberlik içinde, servisler ne diyor değil, halkımın ekseriyeti ne diyor diyerek istikbale taşımaya çalışması ilgilendiriyor. Ben sadece bununla ilgileniyorum.

Her insanın ve oluşumun mutlaka hatası ve eksikleri vardır. Yanlışları vardı elbet, herkesi aynı anda memnun etmek çok zordur. Ama bu yanlışlar arasında Siyonist Yahudi uşakları adına ülkemize hiza vermek ve Siyonistlere rağmen yaptığı tüm atılımları durmaya çalışanların hesabının sorulması yoktu. Ülkesinin gizli kalması gereken konuşmalarını izinsiz dinleyip uşaklığını ettiklerine servis edenlere bunun hesabı sorulması yanlış değildi. Bu asla sekteye uğramadan devam etmesi lazım, zaten devam edecektir. 

Güya ülkesine iyilik olsun diye gizlice dinleyip ispiyonlayan sözüm ona mehdi efendinin üst kademe yapılanması; PKK’nın yapıp ettiklerinden, silahların gölgesinde HDP’nin meclise girmesinden hiç rahatsız değiller. Onların mutlaka meclise girmeleri lazım diye her türlü yayını ve her türlü oyunu oynamaktan geri durmadılar. 

Ama Türkiye’yi ayağa kaldıracak bütün atılım hamlelerinden rahatsızlar. Ele geçirdikleri yargı elemanları vasıtasıyla Avrupalı dostlarının iyiliği için engellemeye yönelik her şeyi yapıyorlar. Oldubittiye getirip bunları durdurmak, tek amaçları ülkemizin ayağına nasıl kurşun sıkarız da sahiplerine yaranırız bunun derdindeler. 

Ey saf halkım benim ‘başörtüsü Allah’ın emridir; ister takarsınız, ister takmazsınız. Ama takmayan günaha girer’ bile diyemeyen cemaat liderinin arkasından koşarak mı İslam’ı kurtaracaksınız. Mazluma zulüm eden zalimlere ‘zalim’ diyemeyen mehdiler ile mi kurtaracaksınız İslam’ı. İslam adına kâfirlere değil de, hep Müslümanlara kurşun sıkan terör örgütlerine göz yumarak mı kurtaracaksınız İslam’ı. 

Gelelim; ülkemizdeki tüm terör örgütlerini ve partilerini yanınıza alıp, bilumum medya organlarınız ile desteklediğiniz halde, şantaj-montaj kasetlerle, akla hayale gelmeyecek iftira ve yalanlarınızla halkın gözünden düşürmeye çalışmanıza rağmen  % 41 alan bir partinin karşısında zafer kazandık diye şenlik yapmanıza. 

Yazımızın başında ifade ettiğimiz ve Uhut Savaş meydanında Müslümanları bırakıp giden, sonra da yenilmelerine sevinen 300 münafık aklınızdan hiç çıkmasın. Onlarda sizin gibi sevinmişlerdi. Ama ne onlar, ne de galip gelmesini istedikleri müşrikler ve kâfirler Allah dinini hâkim kılmak isteyen Müslümanların Mekke’nin fethetmesine engel olamamışlardı.

Allah büyüktür. Zifiri karanlıkların ardından mutlaka yine bir ümit ışığı ve aydınlık çıkacaktır. Koalisyon ihtimalini bir daha hiç bir zaman gündeme getirmeyecek bir sistemi kurmamız gerekiyor. Sanırım o da bana göre ya dar bölge sistemli ikinci turda oyların % 51 ini alan partinin güvenoyuna gerek duymaksızın hükümeti kurduğu iki turlu seçim, ya da başkanlıktır. İki turlu seçimde vekillerin yarısı birinci turda seçime giren partilere, diğer yarısının ikinci turda seçime giren iki partiye aldıkları oy oranında dağıtılan bir sistemde geliştirilebilir.

Rabbim bütün kâfirler topluluğunun ve münafıklık alameti göstererek onların destekçisi olan ihanet şebekelerinin tuzaklarına rağmen kendisine giden yolumuzu açık etsin. Rabbim kendisinin razı olduğu tek din olan, dünyevi çıkarlar için ayetlerinin ve hadislerinin görmezden gelinemeyeceği İslam dinini yüceltmek isteyenlerin yar ve yardımcısı olsun. Âmin!

Feyzullah Kırca 

2 Haziran 2015 Salı

CESURLAR BİR KERE ÖLÜR




Hayat doğumdan öncesi, doğumdan sonrası ve ölümden sonrası diye 3 e ayrılır. Doğumdan öncesi için insanın kendisinin hiçbir dahli yoktur. Doğumdan sonrası ölüme kadar bir imtihandır. Bu imtihanın sonucu olarak Allah’ı ne kadar razı edersek o derece ölümden sonrasını kolaylaştırırız. Hepsi bu. 

Anne karnında imtihan yok, doğunca süt verecek annesi ama doğum sonrası kendini tanımaya başladığı andan itibaren yani akil baliğ olduğu andan itibaren imtihan başlıyor. Rabbim bu imtihan neticesinde razı olduğu kadar süt veya zehir (Ceza) verecek ister inanın ister inanmayın. Herkes hak ettiğini mükâfatı veya cezayı alacak. 

Doğumdan önce insanın kendisinin hiçbir dahli olmadığı gibi ve ölümden sonra da insanoğlunun hiçbir dahli olmayacaktır. İkisi arasındaki zaman olan dünya hayatında ömrü boyunca yüce Allah’ı ne kadar razı ettiğine bağlı olacak. Bunda şüphemiz var mı? Yüce yaratıcımız olan Allah c.c ye iman eden her insanın bunda şüphesi yoktur. Olmaması gerekir zaten, varsa imanında bir sıkıntı var demektir. 

İmanda bir sıkıntı yoksa iş amele kalıyor. Yalnız Allah’a kul olma işine kalıyor. Allah Yüce kitabı kuran-ı keriminde genel olarak‘’okuyun, öğrenin, öğretin ve benim razı olduğum şekilde emirlerime uyun, yasaklarımdan kaçının, uzak durun. Peygamberime itaat edin. Namaz kılın, oruç tutun, zekât verin, eğer gücünüz yeterse hacca gidin, insanlara ve diğer hizmetinize verilmiş canlılara iyilik edin, faydalı işler yapın. Kendinize, diğer insanlara, diğer canlılara ve çevreye zarar veren işlerden uzak durun. Yararlı olana koşun, zararlı olandan da süratle kaçın diyor. İyi belli kötü belli, faydalı olan belli zararlı olan bellidir. Hatta peygamberimiz Hz Muhammet (s.a.v) şüpheli olanlardan uzak durun. Helal mi haram mı belli olmayan ve şüpheli gözüken şeylerden uzak durun ve harama götürebilecek olan işleri terk edin.’’ diyor. 

Şimdi biraz ayet ve hadislere kulak verelim:
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzâl 7-8) “Siz iftirayı günahsız ve kolay bir iş sanıyorsunuz. Hâlbuki o Allah katında büyük bir günahtır” (Nur 15) “Çünkü Rabbin her an ve zamanda herkesi ve her şeyi gözetleyip durmaktadır.” (Fecr 14) “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!” (Tirmizî, Kıyâmet 60 - Buhârî, Büyû 3) "Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur." (İsra 36)

"Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. " (Maide 8)

Bu ayette insanın bilmediği bir konuda söz söylemesi, hüküm vermesi, bilmediği tanımadığı kişiler hakkında ileri-geri konuşması yasaklanmaktadır. Daha özel olarak yalancı şahitlik yapması, iftira atması, kısaca bilgi sa­hibi olmadan, gazete küpürüne ve sosyal medyadaki art niyetli habere dayanarak; kişiler ve kuruluşların maddî veya manevî zarara yol aça­cak şekilde konuşması ve hareket etmesi yasaklanmaktadır.

‘İnsan ya duyduğu ya gördüğü ile veya akıl ve vicdanıyla hareket eder; yani bilgilerimiz ya habere ya gözleme ya da akla dayanır. Âyette bu bilgi kaynaklarının doğru kullanılması ge­rektiği, bunlardan sorumlu olunduğu ifade edilmektedir. Kuşkusuz bu yasak, insan ilişkileriyle ilgili olup, bilimsel ve fikrî konularda kurallara uygun olarak tahmin­ler yürütmek, görüş belirtip içtihatlar da bulunmak meşru, hatta gereklidir.’ (Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: III/420).

"Bilmediğin şeyin ardına düşme" emrini hukuki alana çekersek, şahitlik eden insanın duymadığı, görmediği, bilmediği ve kalbinin tatmin olmadığı bir konuda şahitlik etmemesi emredilmektedir, diyebiliriz. Böy­lece bu emir, hukukun yanıltılmasını önlemektedir. Bu hususta başka bir ayet de şöyle buyruluyor: "Ey iman edenler, zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah, tövbeleri daima kabul eder, çok merhametlidir." (Hucurat 12)

Bunları bildiğiniz halde hala ileri geri konuşuyorsanız, dinimizin bu uyarılarını dikkate almadan, iddialarınızı ispatlama gereği duymadan insanları yaftalamaya, iftira ve yalanlarla kendinizi sütten çıkmış ak kaşık görüp, kendinize karşı gördüklerinize oyun kurmaya ve montajlarla kumpas hazırlamaya çalışıyorsanız; siz nasıl Müslümansınız? 

"Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Ali İmran 54)

"İnkâr edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir." (Enfal 30)

"Onlar (Bizim bilip-gördüğümüz)) hileli bir düzen-tuzak kurdular. Biz de onların (bilip-görmediği) farkında olmadığı bir düzen-tuzak kurduk." (Neml 50)

"Allah o kitapla rızasına uygun hareket edenleri selamet yollarına iletir. Onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola sevk eder." (Maide 16)

"Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez." (Maide 16)

Ayet ve hadislere kulak verdikten sonra, şimdi devam edelim. Selçuklu da Karatoygar gibi komutanlar, Süleyman Şah ve Ertuğrul ile dirilişte ülkemize ihanet eden Kurtoğlu gibileri vardı. Osmanlı da hoca kılığında halkımızın zihinlerine İsrailiyat yerleştiren Yahudi ve İngiliz ajanları vardı. 

Bugün de yine İngiliz, İsrail, Amerika ve benzeri şer odakları adına çalıştıklarını söyleyenler var. Güya din adına, ülkenin menfaati için yolsuzluk ve hırsızlıklara karşı durduklarını söyleyenler var. Birlikte; görünmez olduklarını sanan bir üst akıl adına ülkemizde ve İslam coğrafyasında kirli emellerine ulaşmak için oyun üstüne oyun kuruyorlar. 

Orta doğuyu, Afrika’yı, Asya’yı kirli emellerini gerçekleştirmek için, dün olduğu gibi bu günde dünyayı sömürmeye devam edebilmek için, kan gölüne çeviriyorlar. Ama kendilerine hizmet eden bir kişinin başına altından geçerken ceviz düşse, Türkiye’mizden ve Müslümanlardan hesabını sormaya kalkarlar.

Onlarla birlik olup ülkesine veya İslam dünyasına ihanet edenlerin maddi çıkarları için onların yanında yer aldıklarını, "onlar çok güçlü bize her türlü zararı verebilirler" diyerek, zarar görmemek için gücün yanında durduklarını söylediklerini görürsün. Oysaki korkaklar her gün ölür, cesurlar bir kere ölür. Öleceksek hak yolunda bir kere ölelim. Öleceksek inancımıza ve ülkemize ihanet etmeden; İslam düşmanlarının ve gizli servislerin oyuncağı olmadan her gün ölmektense bir kere ölelim. 

"Kalplerinde hastalık bulunanların :" Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz" diyerek, onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih ihsan eder veya katından bir emir (iş) getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar." (Maide 52)
 
"İman edenler: "Sizinle beraber olduklarına dair, Allah'a bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı?" derler. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir ve kaybedenlerden olmuşlardır." (Maide 53)

"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir." (Maide 54)

Ne yaparlarsa yapsınlar, ülkesinin ve İslam âleminin iyiliği ve kalkınması için Allahın rızasına uygun olarak çalışanlara karşı onların oyunları her zaman boşa çıkacaktır.  Çıkıyor zaten, onlar kuruyor bin oyun, Allah kuruyor daha büyük bir oyun ve tüm oyunlarını başlarına çeviriyor. Dirilişte Kurdoğlu ve avenesi, yeni Türkiye de Fetenyahu ve organize ettiği terör çetesi. 

Netenyahu’lar var, bide Fetenyahu’lar var. ''Başörtüsü Allah’ın emridir, İsrail teröristtir, mısır da bir darbe oldu'' diyemeyen, kendisine himmet ödemeyenlerin ve kendisine biat etmeyenlerin defterini dürmeye çalışan, esaret altında olduğu halde kendini mehdi ilan eden ve başkalarını münafık ilan eden, hırsız ilan eden ve beddua seansları düzenleyen ikiyüzlü insanlar var. İhanet şebekeleri var.
Feraset sahibi halis düşünceyle; İslam’ı ve ülkemizi kalkındırmak isteyen meşru yollardan gelen idareciler bizlere nasip eylesin yüce rabbim. Ve hiçbir zaman cesaret ve ferasetlerini kaybettirmeden hatalarını ve eksiklerini gidermeye çalışarak adaletle ülkesini kalkındırma çabasında olmalarını daim eylesin. Yüce rabbim idarecilerimize tuzakların farkına varma feraseti versin. Her daim tuzakların boşa çıkarılmasını göklerden gelen bir kararla desteklesin.

*Twiter hesabımdan semce twitler ile bu yazımızı noktalayalım;
-Çok uğraştım insanların yanlışlarını düzeltmek için beceremedim. Anladım ki; yanlış kişilikte olunca düzeltmek için çaba kar etmiyor.

-Kötülük, zulüm ve haksızlığa boş vermek; gitmek tarzım değil. Boş verip gidiyorsam; muhatabım, nefsine esir olmuş, boş bir insandır.

-Ancak şeytanın esiri olmuş insanlar karşısında susmak; söyleyecek şey bulamamak değil, aksine anlayana naradır.

-Hedefi gösteren parmağı, hedef seçmeyi bırakın. Dini, akılı ve bilimi en doğru şekilde kullanıp parmağın gösterdiği hedefe uçmayı başarmalıyız.

-Bazen bazı insanlara söyleyeceğim çok şey varken susarım. Çünkü anlayanım yoktur bilirim. Ama oların yanlışını kabul ettiğim anlamına gelmez.

-Ağaçlar yüksek olsa da, yaprakları hep yere düşer. İnsanlar bencil ve gururlu olsa da, hesap için sonunda bedenleri toprağa düşer.

-Babamı namaz kılmış dua ederken görünce;'baba benim içinde dua et' dedim. Şöyle bir baktı: 'Kendisi nerde diye sorarsa ne cevap vereyim' dedi.

Feyzullah Kırca

10 Nisan 2015 Cuma

OLAY KÜÇÜK OYUN BÜYÜK



Bildiğiniz gibi geçen gün Fenerbahçe otobüsü 5-1 kazandıkları Çay Kur Rizespor maçından sonra dönüş yolunda şoförün hedef alındığı bir silahlı saldırıya uğradı. Bakıldığında gayet basit, 3 Temmuz 2011 Fetenyahu cemaatinin yargı, emniyet ve medya çevrelerine yerleştirilen elemanlarının kurguladığı kumpas sonucu Fenerbahçe’ye kızan bir Trabzon spor taraftarının kendi başına yaptığı bir saldırı gibi görünüyor.

Bu kumpas öyle bir kumpas ki, her şey sonradan ortaya çıkmış ve daha çıkacak olsa da; Siyonist ve Neocon ağabeylerinin desteğiyle Fenerbahçe’ye ve kendilerine 50 milyon dolar himmet vermeyi kabul etmeyen başkanına haddini bildirmek için 3 yıl UEFA ya gitmesine engel olmuştur. 50 milyon dolar olayını Galatasaray başkanı Duygun Yersuvat beyin medya önünde söylediğini de ifade edelim.

Ancak bizim de tahminimiz o dur ki; bu saldırı öyle basit kişisel bir saldırı değildir. Hedef iki güzide kulübümüz olan Fenerbahçe ve Trabzon taraftarlarını kışkırtarak seçim öncesi ülkenin huzurunu bozmaktır. Şimdi birilerinin de Trabzon otobüsüne saldırmasını teşvik ederler, birileri yapmaz ise birilerinin adına bunu onlar seve seve yaparlar.

Netice olarak bildiğimiz kesin bir şey var. O da ülkemizin huzurunu bozmak için, halkının gönlünü fethetmiş olan iktidarının bertaraf edilmesi için, bertaraf edilemiyorsa hiç olmaz ise gücünün zayıflatılması için oyun üstüne oyun kurarlar.

Ülkeyi yönetilemiyor gibi göstermek ve siyasi istikrarını bozmak ve tarihini yeniden hatırlayıp geleceğe şahlanışını durdurmak için; yalanlarla, iftiralarla, şantaj ve montaj kasetlerle hizaya getiremedikleri iktidarı halkın gözünden düşürmek için ülke çapında elektrik santrallerine veya iletim hatlarına sabotaj yaparlar.

Kendileri Yalova da benzeri yerlerde onlarca ağacı keserken görmezler ama Gezi parkında 3 adet ağacın yeri değişecek diye ortalığı birbirine katan Vandallığı yaparlar. Organize bir şekilde dünyadaki vahşete ve zulümlere bağlı oldukları mason ve neocon dernekleri kızmasın diye ses edememek bir yana, onların zulmettiği mazlumlara yardım götüren tırları durdururlar. Zulüm eden İsrail Siyonist devletine ses etmek şöyle dursun, Filistin’e gıda ilaç yardımı götüren İHH Derneğinin yardım götürmek amacıyla yola çıkan Mavi Marmara gemisini ve onu gönderdiğini düşündükleri kimseleri suçlarlar. İsrail Terör devletinden izin alınmadan yola çıkılmasını suçlu bulurlar. Sonra da gece saatlerinde Allahın kitabını öğrenmekten ve iki dünya saadeti temin için ilim tahsil etmekten başka hiç bir düşüncesi olmayan çocukların uykusunu bölerek beddua ve lanet seansları düzenlerler.

Emniyete saldırarak, Ak Parti binasına saldırı yaparak amatör liglerdeki maçlarda yenilen takımların taraftarlarını kışkırtarak önlerinden yürüyerek halkı birbirine koymak isterler. Zaten medyadaki haberlerde benim gördüklerimi sizde görüyorsunuz; onun için yapıyorlar demiyorum.

2013 yılında meydana gelen Berfin Elvan olayında iki ay öncesine kadar bir adım bile yol alamamış olan önceki savcıyı es geçip, daha iki ay önce getirildiği bu görevde büyük yol almış olan Mehmet Selim Kiraz’ın ortaya çıkardığı gerçekleri gizlemek isteyebilirler.  Ve böylece Türkiye’nin en büyük adalet sarayının korunamadığını göstermek suretiyle infial ve korku yaratmak isteyebilirler. Aksi olsa savcıyı Uğur Mumcu ve diğerleri gibi dışarıda da öldürebilirlerdi. İçerdeki savcının zor durumdaki görüntülerini medyaya servis etmelerindeki maksadın; ses getirmek ve infial yaratmak olduğu anlaşılıyor.

On sezonu aşkın yayın hayatında olan Kurtlar Vadisi Dizisi de birçok şeyi gözler önüne seriyor. Hangi suikastlar kimler tarafından hangi amaçlarla işleniyor. Bizim sandığımız istihbarat ve güvenlik güçlerimizin yabancı istihbarat servislerinin emellerine hizmet eder şekilde nasıl satın alınıp kullanıldığını gözler önüne seriyor. Tabi satın alınamayan, diz çöktürüp, ihanet ettiremediklerinin ise Türkiye Devletimizin geleceğini nasıl inşa ettiğinin kareleri gösteriliyor. Bu dizinin bu yıl ihanet şebekesinin medya ayaklarından biri olan Doğan Holdingin kanalında olması bize dizinin konseptini etkilediğini düşündürmüyor değil.

TRT televizyonunun yaptığı tarihi dizileri seyrediyoruz. Sakarya Fırat, Kızıl Elma gibi dizilerden sonra birbiri ardına müthiş diziler. O bahsettiğimiz zevatlar ve avenesi bunları sevmezler, seyretmezler, yıllardır uyguladıkları ihanet taktiklerini gün yüzüne çıkardığı için bu tür filmleri çeken, oynayan ve yayınlayanlara düşmanlık beslerler. Bu müthiş dizleri dile getirecek olursak onlar; Filinta Mustafa, Diriliş Ertuğrul, Milat, hatta Seksenler de bunlara dâhil edilebilir.

Filinta Mustafa dizisinde Osmanlı devletini çökertmek,  bir banka bile kurmasının önüne geçmek, kurulsa bile onu kendi avenelerinin kurmasını ve Osmanlının parasını yönetmek ve takip etmek için çevrilen dolaplar. İhanetler, ölümler, öldürmeler, tuzaklar ve tabii ki Hakk’ın adaletinin tecellisi için, ülkesinin menfaati için, ihanet şebekesinin satın alamadığı Osmanlı askerlerinin mücadelesi konu ediliyor.

Diriliş Ertuğrul dizisinde Kayı Türk obasının kurak yurtlarını bırakarak Moğolların zulmünden kaçarak yeni sulak ve yerleşime müsait yurt arayışlarının konu ediliyor. Yine burada da tıpkı günümüzde olduğu gibi, tapınakçılar ve kendi istikbal umutları için kendi halkına, kendi obasına ihanet eden Kurdoğlu emmileri ve Süleyman Şah’ın büyük oğlu Gündoğdu’nun eşi Sercan Hatun gibi kişilerle mücadelesi anlatılıyor. O gün ki Kurdoğlu tapınakçılarla iş birliği tutması ve kendi obasına tapınakçılarla birlikte tuzak kurmasıyla bu gün ki Kılıçdaroğlu, Fetenyahu cemaatinin ve diğer Gezi, şantaj, montaj ve kumpas kalkışması işbirlikçi oluşumların ülkesini İsrail başta olmak üzere diğer Avrupa ve ABD gibi ülkelerine şikâyet etmesinin ne farkı var?

O gün 1100 yıllarında Süleyman Şah’ın öncülüğünde sağduyulu Müslümanların da desteğini ve duasını alarak, oba halkıyla birlikte Allah’ın da yardımıyla Ertuğrul Gazi’nin Yeni yurdunda şahlanışını izliyoruz. Bu gün de tıpkı dün Hz Muhammed’(s.a.v.)in öncülüğünde olduğu gibi, sonra Selçuklu ve sonrasında Diriliş destanında Ertuğrul Gazi tüm engellemelere rağmen,  ihanetlere rağmen ve saldırılara rağmen Türklerin öncülüğünde İslam’ın yükselişi gerçekleşmiştir.

Çanakkale de savaşarak alamadıklarını Lozan da alma alışkanlığı olanlar ihanet şebekelerini de kullanarak gene alacaklarını sanıyorlar. Birkaç şantaj, birkaç montaj, birkaç kumpas ve birkaç suikast ile ülkemizin üzerinde Osmanlının son zamanı da dâhil 300 yıla yakın zamandır ameliyat yapma alışkanlığı olanlar hala bunu devam ettirmek istiyorlar.

‘Tarihi, tekerrür diye tarif ediyorlar. Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?’ Tarihi tekerrür eder sanıyorlar. Evet, tarih kendisinden ders alanların hatalarını bir daha tekrarlamadan korkusuzca, diklenmeden dik durarak, çalışarak ve üreterek, halklarının desteğiyle tuzakları bertaraf ederek Allah’ın adaletini hâkim kılacak şekilde, zulümleri ve sömürüleri durduracak şekilde tekerrür eder ancak.

Buda sadece; tarihte iz bırakacak şekilde işini yapan, çalışıp üreten, Türk halkının ve dünyanın hafızasına adını altın harflerle kazıyan insanlarla oluyor. İz bırakmak ise başarıyı imkânsız görmekle değil, zoru başarmakla oluyor.

Ey başarıyı imkânsız gören ihanet şebekesi! İz bırakanlarla sizin aranızda basit bir fark var. Onlar ömür boyu gayret ediyorlar, siz ömür boyu hayret ediyorsunuz. Bir de başarılarını gizlemek için yalan, iftiralar ve karalama kampanyaları düzenliyorsunuz. Bunlar da yetmezmiş gibi ülkesinin istikbalini yüceltmeye çalışanların başarısız olmaları için tuzaklar kuruyorsunuz. Sanki halkın duasına karşı sizin duanız kabul olacakmış gibi gece yarılarında bir kirli emellerinizden bihaber masum çocukları kaldırıp beddua seansları düzenliyorsunuz.

Tıpkı diriliş Ertuğrul Gazi destanında ve diğer Türk destanlarında ve kurulan 16 imparatorluk mücadelesinde olduğu gibi yine ülkem kendine güvenen kadroların elinde tüm engelleme ve tuzaklara rağmen yükselecek, dünya sahnesindeki yerini bir kez daha alacaktır. Bir zamanlar biz de millet, hem de nasıl milletmişiz. Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz. Unutmayalım ki; ''Şeytanın zaferi için gereken tek şey, iyi adamların hiç bir şey yapmamasıdır.'' Edmund Burke
''Kimseyi değiştiremezsin hayatta ve kimse için de değişmemelisin. Kimliğini kaybettiğin an yaşamını çöpe attın demektir. '' Charles Bukowski 

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak, alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak. Geleceği karanlık görerek, engel ve tuzakların, kirli oyunların çokluğu karşısında azmimizi yitirmeden, mazlumun yanında ve zalimin karşısında olmaya devam etmekten vazgeçmeden yolumuza devam etmek onlara karşı en güzel cevap olacaktır. Bu uğurda saldırıya uğraya biliriz. Yahudi, Hıristiyan ve onların gönüllü yaltakçılarının kuranın haber verdiği bin bir tuzaklarına maruz kalabiliriz. Hatta onlara yakalanıp esir düşebilir, akıl almadık işkencelere maruz kalabiliriz. 

Mesele esir düşmekte değil, teslim olmayıp, onların istediklerini vermemektedir. İnsan bir kere ölür; onların zaten istediğini aldıktan sonra bir başka ihanet beklentisi yoksa kimi yaşattığı görülmüş.  İster yaltakçıları olsun, ister esir aldıkları düşmanları olsun. Arkada iz bırakmamak adına kundaktaki bebekleri bile öldürmüşlerdir. Onun için istediklerini yaparak sadece kendi ölümümüzü onaylamış olmakla kalmayız uğruna nice kanlar döktüğümüz Al sancağın da istikbalini zora sokmuş oluruz.

Neye hizmet ettiğimizi, kime niçin destek verdiğimizi bilmeden; Allah’ın kanununa ve adaletine engel olacak, ülkemizin ve dünya Müslümanlarının aleyhine olacak, sömürü ve zulümlerin önünü açacak işlerde bulunarak iki dünya saadetini kaybetmeyelim. Bencilliklerimizi ön plana çıkarıp bölünüp parçalanmak yerine, birlikten kuvvet doğar deyip, birlik içinde olalım. 

Kazamayacağımızı bile bile küçüklerle bir araya gelerek büyük olmayı beklemek yerine küçüklerin koltuk sevdasını bırakıp en büyüğün yanında yer alması gerek. Unutmayın her zaman iki kere iki, dört etmez. Böyle durumlarda iki kere iki, gene iki, en fazla üç eder. 

Aslında artık ikiyüzlüleri sevmeye başladım. Çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım.

Son olarak biz doğduğumuzda ağlardık, gülerdi el âlem. Allahın emrinde, peygamberin uyarısını hatırlayım yetmiş iki fırkaya ayrılmak yerine öyle bir yaşam sürelim ki, ölümümüz bize hande olsun. Yani ölümümüzde biz gülelim, bize olan sevgilerinden ve gidiyor olmamızın verdiği eksiklikten dolayı halk ağlasın.

Feyzullah Kırca