8 Aralık 2012 Cumartesi

İNSAN HAKLARI VE İSLAM





Tüm insanlığın sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere kapsayan haklar bütününe insan hakları denmektedir. İnsan hakları, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların başkalarının haklarını gasp etmeden yararlanabileceği haklardır. Bu hakları kullanmakta herkes eşittir. Yani insan hakları zengin fakir, güçlü zayıf, amir memur, siyah veya beyaz ayrımı yapmaksızın tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır.

Diğer yandan insan hakları terimi bir ideali içerir. Bu özgürlükler haklarına saygıyı ve bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile dengelenmektedir. Bir başka deyişle, birçok hakkın yanında büyük bir sorumluluğu da içerir. Birleşmiş milletler insan hakları evrensel beyannamesi 1.maddesi şöyle demektedir: “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler” denilmektedir. 30 maddelik insan hakları bildirgesinin 30.maddesinde ise; “Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet, topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz” denilmektedir.

Dinimiz İslam ise insan hakları beyannamesinden 1400 yıl önce insan haklarına sahip çıkarak önem vermiş ve:  “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarma (gibi bir sebep) olmaksızın öldürürse, o bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur…” (Maide Suresi, 5/ 32) buyurmaktadır.

Yine “Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez” (Kasas Suresi, 28/77) buyuruyor. Bir başka ayette ise; “Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin” (Bakara Suresi, 2/ 188.ayet) buyurmaktadır.

Dinimiz İslam insanın vazgeçilemez (zarurat-ı diniye) 5 temel hakkı olduğunu belirterek; bunların veda hutbesinde din, akıl, namus, can ve mal güvenliği olduğu peygamberimiz tarafından dile getirilmiştir.

İnsanın, insanlar üzerindeki hakları şöyle özetlenebilir: Selam vermektir. Nasihat vermektir. İftira etmemek, gıybet ve dedi kodu etmemek, haset etmemektir. Yalan söylenmemek, emanete hıyanetlik etmemek, lanet okumamaktır. Verilen sözde durmak, direkt veya dolaylı yoldan canına, malına ve ırzına göz dikmemek ve bunları korumasına yardımcı olmaktır. Bir hak gaspın önlenmesi söz konusu değilse ayıpları örtmek, hataları bağışlamak ve suçları bağışlamaktır. Kibirli olmamak, alay etmemek ve zulmetmemektir. Her zaman iyi niyetli olmak, acısıyla dertlenmek, sevincine ortak olmaktır. Allah rızası için sevmek, güler yüzlü ve tatlı dilli olmaktır. Dargınlıkları gidermeye çalışmak, sağlığın-da ve hastalığında ziyaret etmektir.

Peygamberimiz(s.a.v):"Kıyamet gününde mutlaka haklar sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun öcü bile alınacaktır." (Müslim Birr, 15) buyurmaktadır. Rabbim üzerimizde kul hakkı başta olmak üzere hiçbir canlının hakkıyla ahirete gitmemeyi cümlemize nasip eylesin. Bile bile kardeşlerimize zulüm ve haksızlık edip de; herkes hakkını alınca iflas eden kullarından olmaktan muhafaza eylesin.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

ENGELLİLERE DESTEK OLALIM





Engelli olmak, diğerlerine göre yaşamsal faaliyetlerde kısıtlı olmak demektir, diye en basit tanımı yapabiliriz. Asıl itibariyle; doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olduğundan dolayı; korunma, bakım, iyileştirme, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişiler engelli sınıfına girer. Bunun diğer adı ise özürlüdür.

Engelli deyince ilk akla gelen işitme, konuşma, görme, yürüme ve zihinsel engelli olmaktır.
Engelli olmak demek hayata küsüp köşe çekilmek değil hayatla bir şekilde mücadele etmektir. Hayata küsmeyip mücadele ederek başarı kazanan birçok engelli kardeşimize şahit olmuşuzdur.

Doğuştan gözleri görmeyenler okumuş, yazmış ve Kuranı ezberleyip hafız olmuştur ve olmaktadır. Konuşma ve duyma engelli kardeşlerimiz işaret ve yazı diliyle anlatabilmekte ve anlaşabilmektedirler. Yürüme engelli olanlar takma bacak, tekerlekli sandalye vs kullanarak sokağa çıkabilmektedir. Hatta elleri olmayan kardeşlerimiz ayakları ile yazabilmektedir. Görüldüğü gibi engelli kardeşlerimiz hayata küsmeyip hayattan zevk almaya devam etmek istediklerinde, gerek kendi çabalarıyla, gerekse yakınlarının ve komşularının yardımıyla başarabilmektedir.

Görünen engelleriyle bir şekilde başa çıkabilmektedir. Ancak görünmeyen veya görmezden gelinen engeller karşısında zor durumlara düşmektedirler. Mesela diğer insanların onlarla alay etmesi, onlara sokakları çok görmesi, dikkatsiz davranarak onlara zulüm ve eziyet etmesi, hor görüp itip kakması gibi engeller yüzünden etraflarına daha başka engeller örülmektedir. Görünürde engeli olmayan ama kötü zihniyet ve ahlaklarından dolayı, acımasız insanların onlara çıkardığı engeller onların etrafına asıl duvarları örmektedir.

Oysa toplumsal yaşam içerisinde, herkesin eşit ölçüde yaşama ve dünya nimetlerini ortak kullanım hakkı vardır. Bu hak engelli olanlar için de geçerlidir. Bu hakkı engelli kardeşlerimize çok görmemeliyiz. Bizler bu gün sağlıklı ve engelsiz olsak da; her an engelli olmaya aday olduğumuzu unutmadan yaşamalıyız.

Engellileri yok sayıp onlara daha başka engeller çıkarmak şöyle dursun; onların topluma uyum sağlaması ve engelli olduklarının bir nebze olsun unutturulması için çaba sarf etmeliyiz. Hiç bir şey yapamıyorsak onların sokakta yürümelerine yardım etmeliyiz. Gerek devlet, gerekse fertler olarak; koltuk değneği, kulaklık, gözlük, takma organ vs gibi her hangi bir alet ihtiyaçları varsa ve alamıyorlarsa yardım etmeliyiz. Bakıma ve yardıma muhtaçsa öncelikle yakınları olarak yanlarına refakatçi vermeliyiz. Birde yeni yapacağımız kamusal hizmet alanlarında engelli vatandaşların girip çıkabileceği asansör ve merdivenler yapmalıyız. Otobüs ve trenlere rahatça binip inebilmeleri için düzenlemeler yapmalıyız. Hacetlerini giderebilecekleri tuvalet yerleri, telefon kabinleri, araç park yerleri yapmalıyız.

Kaldırımlarda engelli olanların da yürüyebileceği uygun yerler yapmalıyız. Kaldırımları yüksek yapmak yerine çizgilerle çizilen yerlerin neresi kaldırım, neresi araç yolu ve tabiî ki neresi engelli yolu olduğunu öğrenmek ve halkımıza öğretmek gerekir. Kaldırımı yüksek yapınca engelliler kaldırıma çıkamıyor. En kötü dükkân sahibi esnaf kaldırımı kendisinin sanıp malzeme koyarak işgal ediyor ve yayaları araç yolundan yürümek zorunda bırakıyor.
Yaya kaldırımı kenarlarına bariyer, korkuluk, vs gibi engeller koyarak insanları üzerinden geçmeye kalkarak kendilerini tehlikeye atmaya, engelli vatandaşlara engeller koymaya da gerek yok bence. İnsanımız yaya geçitlerinin olduğu beyaz çizgili yerlerden karşıya geçmenin gereğini öğrenmeli artık.

Şoförler de yayalara öncelik vermeli, en önemlisi trafik kurallarına uymalıdır. Arabanın vergi ve fenni muayenesi olmasa da er veya geç yaptırılır. Ama emniyet kemeri takmayıp, işaret ve ışıklara dikkat etmeyip kazaya sebebiyet verince sağlık, canlar geri alınmıyor. Acele giden ecele gitse belki daha iyi, sakat kalıp özürlü olmak kaçınılmaz oluyor.

Sosyal ve toplumsal hayatta engellilerin özgüvenlerini kaybetmediği bir dünyayı onlara çok görmeyelim. Onlara sunabileceğimizin en iyisi olan bir ortam sunalım ki; onlarında bilgi, yetenek, yaşam birikim ve deneyimlerinden faydalanalım. Toplum olarak bir vücut gibi olalım ki, uzvumuz ağrıyınca nasıl rahatsızlık duyuyor ve yok sayamıyorsak, toplumdaki engellileri de yok saymayalım. Birlikte var olalım ve birlikte huzur bulalım.

Hiç beklemediğimiz bir günde bizimde engelli olabileceğimizi düşünelim. 3 Aralık dünya engelliler günüyle yetinmeyip, bir günün değil, her günün onların olması gerektiği bilinciyle onlara kucak açalım.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

5 Aralık 2012 Çarşamba

ÇANANKKALE GEZİ NOTLARIM-7



30- ERTUĞRUL TABYASI


Seddülbahir kalesini ve ilk şehitler anıtını da gördükten sonra Yahya Çavuş anıtına doğru yol alıyoruz. Ertuğrul Tabyasının bulunduğu tepeye çıkıp Ege denizine doğru bakınca sağda Helles anıtı, önümüzde Ertuğrul Tabyası, tabyanın az solunda ve tabyaya hemen yakınında 25 Nisan 1915 günü yaşananları gösteren camekân içinde bir maket figürü ve Yahya çavuş ile 63 kişinin anıtını görmekteyiz.

Ertuğrul Tabyası'nın önündeki Ertuğrul tabyası yazan tabelanın yanında iki selvi ağacının arasında beyaz taştan yapılmış olan Er Halil İbrahim’in mezarı bulunmaktadır. Hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan mezar Kültür Bakanlığı tarafından 1991 yılında tescil edilmiştir.


Ertuğrul Koyu Tabyası, Çanakkale boğazının Ege denizi yönündeki girişini savunmak için I.dünya savaşı öncesi kurulan dört tabyamızdan biridir. Metal (giriş) gurubu tabyalarımızdan olan Ertuğrul tabyası boğazın Rumeli yakasında ve Seddülbahir kısmındadır. 14800 metre menzile sahip olan 2 toptan oluşan tabya müttefik güçlerin 3 Kasım 1914, 19 Şubat 1915 ve 25 Şubat 1915 tarihlerinde boğazı açmak için yaptığı saldırıların önlenmesinde büyük rol oynamıştır.


Yahya Çavuş Şehitliği’nin karşısında bulunmaktadır. 1895 tarihinde Padişah II. Abdülhamit devrinde Asaf Paşa’nın çalışmaları sonucunda yapılmıştır. Tabyada üç adet bonet (cephanelik) 2 adet Alman Kurupp marka 24 cm çapında çakma top kullanılmıştır. Toplardan bir tanesinin namlusu orijinal yerindedir. Üstünde 1883 tarih damgası vardır.


2005 yılında restore edilen Ertuğrul tabyaları gelecek ziyaretçilerini beklemektedir. Ayrıca bu çalışmalar sırasında şehitliğin yanına 25 Nisan 1915 gününde çıkarma gününde yaşananların figürize edildiği bir maket inşa edilmiştir.


31- YAHYA ÇAVUŞ ŞEHİTLİĞİ VE ANITI


Yahya Çavuş anıtıyla Ertuğrul Tabyası arasında denize paralel olarak Türk siperlerini görmek mümkündür.


Yahya Çavuşun 63 kişilik birliği; 3000 düşman askerine karşı bu koyu savunan 26.tabur 3.bölüğüne bağlı 500 kişidir. Bu Taburun 10. Bölüğünden Yahya Çavuş bölük Komutanı şehit olduktan sonra 63 askeriyle komutayı ele alıp koyu tarihe geçecek bir direniş göstermiştir.

Yahya çavuş 25 Nisan günü arkadan dolaşan düşmanın 2000 kişilik çıkarmasını fark edince 63 kişilik birliğine göğüs göğse süngü muharebesi yaptırdı. Ertuğrul koyunun kanla boyanıp cesetle dolduğu bu süngü muharebesinde Yahya Çavuş’un birliğinden sadece 3 kişi kaldı. Yahya Çavuş daha sonra kitre de öldü ve Zığındere de herhangi bir yerde yatmaktadır.


İlk anıt 1962 yılında Çanakkale Şehitleri Anıtlarına yardım derneği tarafından yaptırılmıştır. Bu ilk anıtta 25 Nisan 1915’te savaşın ilk günü 26.Alay,3.Tabur,10.Bölükten şehit olan subay ve erattan 18 kişinin adı vardı. Yahya çavuş şehitliği; 25 Nisan 1915 günü Ertuğrul Koyuna çıkan 3000 Bu kahramanlığın anısına Şehitliğin son hali 10 Ağustos 1992 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yaptırılmıştır.  

32- İNGİLİZ HELLES ANITI

Seddülbahir köyünün batısında Ertuğrul Tabyasının Yahya Çavuş anıtının ters istikametine duran tarafında bulunan 32 metre uzunluğundaki İngiliz Helles Anıtı; Çanakkale savaşlarında hayatını yitiren İngiliz, Avustralyalı ve Hindistan askerlerinden oluşan 20761 kişinin anısına dikilmiştir. 29. Kraliyet deniz tümeninin karaya çıktığı yerin yakınındaki tepenin üzerine dikilmiştir. Anıtın denize bakan yüzünde boğaz savaşlarına katılan gemilerin, anıtın karşısındaki avlu duvarının üzerine diğer savaş gemilerinin isimleri kazınarak yazılmıştır. Helles, Anzak ve Suvla isimleri anıtın diğer yüzlerine kazınmıştır.


32-33 metre yüksekliğindeki anıt 1924 Yılında yapılmıştır. Anıt, hem Gelibolu Yarımadası Savaşları için hem de bu savaşlarda yaşamını yitirmiş 20.763 kusur kişinin anısına yapılmıştır.


33- GÖZETLEME TEPE ŞEHİTLİĞİ VE ANITI


Yahya çavuş anıtını ve Ertuğrul tabyasını da ziyaret ettikten sonra abide yolundan kabatepe’ye doğru, bir diğer ifadeyle Behramlı’dan Saroz körfezi tarafına doğru giderken Alçıtepe’den sonra Çam ağaçları içinde Saros Körfezi’ne hâkim Gözetleme Tepesi denilen yerdedir. Gözetleme Tepe, Gökçeada (İmroz)’nın tam karşısındaki kıyı şeridinde yer almaktadır. Abide’den Karatepe’ye doğru giderken yolun solundadır. İmroz adası müttefiklerin, Mısır’dan gelen askerleri cepheye sürmek için üs olarak kullandıkları adalardan biridir. Düşman gemilerinin harekâtını gözetlemek amacıyla kullanılan bu tepeye sonraları bu isim verilmiştir.


Gözetleme Tepe’de II. Dünya Savaşı yıllarında önlem olarak bir birliğimiz vardı. Bu Gözetleme Tepe’sinde görev başında şehit olan 3 askerimiz var. Anıtın hemen arkasında üç tane şehit mezarı var. Mezarların üzerinde yazılı hiçbir şey yok.


Gözetleme Tepe’sin de 3 şehit mezarının yanı sıra birde 1939 yılında inşa edilen bir anıt bulunmaktadır. Anıtın üzerinde:
“Türküm ne mutlu Türküm diyene
  Ölürüm yan baktırmam Türk eline
  Ben Türk’üm güvenirim süngüme, gücüme
  Daha olmazsa ruhumla şahlanırım üzerine  
  Eskişehir Kor. İs. Tb. 1. Bl.” Yazısı yer almaktadır.


Bu gün pek bilinmeyen ve ziyaret edilemeyen anıt ve şehitliğin, en azından hizasından geçerken, ecdadımıza olan şükranlarımızı bir Fatiha ile sunmayı ihmal etmeyelim.
1939’da Eskişehir Kor. İş. Tb.1.Bl. tarafından yapılan üç katlı, yukarıya doğru katları küçülen beyaz renkte bir anıttır. Bunun yanında sanduka biçiminde isimleri bilinmeyen üç şehidin mezarları yan yanadır. 

34- KUMKÖY ÇAMTEKKE ŞEHİTLİĞİ


Çanakkale muharebeleri sırasında Kumköy’de ikmal tesisleri bulunuyordu. Buradaki bir kuyu civarında askerler çamaşırlarını yıkarken uçaktan atılan bomba ile 72 er şehit olmuştur.
Kumköy göletinin üzerinden geçtikten sonra sağ tarafa selvi ağaçları ile çevrili şehitlik görülmektedir. Bugün hala kuyu mevcut ise de bombanın açtığı büyük çukur artık kapanmak üzeredir.


1918 yılında 95 metre karelik bir alanda (19 x 5 metre) 72 şehit mezarı yapılmıştır. Kitabesinde eski Türkçe olarak; “Şehitler Mezarı 1331” yazılıdır. Kitabe yerinden sökülmüş durumdadır. Şehitlik yıpranmış ve köy mezarlığı görünümü almıştır.


35- KABATEPE TANITMA MERKEZİ

Kabatepe Limanı istikametinden Kilya Koyu Ana Tanıtım Merkezi’ne doğru giderken 8 km kala sol tarafta çamların arasında görülen yer Karatepe Tanıtım Merkezi’dir. 25 Nisan 1915 günü müttefik askerlerinin çıkmak istedikleri ana çıkarma bölgesidir. 


Bu üstteki resimde Kabatepe Tanıtım Merkezinin merdivenlerinden geriye doğru bakınca yanından geçmekte olan yol ve girişteki ziyaretçilerin araçları görünmektedir. Sağa doğru devam eden yolun sol tarafında ziyaretçilerin ihtiyaçlarını karşılamak için hediyelik eşya ve yiyecek türü şeyler satan satıcılar bulunmaktadır. Çanakkale, Eceabat, Kilitbahir, Seddülbahir, Behramlı, Alçıtepe gibi köylerin yanı sıra Yahya Çavuş, Seyit onbaşı, Kabatepe vb gibi daha birkaç yerde bu satıcıların bulunduğu pazaryerleri bulunmaktadır.  



Müttefik ordusunun istediği halde bu bölgeye çıkmamasının sebebi farklı kaynaklarda değişik şekillerde açıklanmıştır. Bunlardan biri; çıkarma anında ilk filikalardan birinde yer alan Deniz Astsubayı Metcalf’in Kabatepe’den açılan Türk ateşini fark etmesi, yön değiştirmesi ve diğer filikalarında ona uymasıdır. Diğeri ise; Avustralyalı Tarihçi Ashley Ekins’in karanlıkta yolunu şaşıran filikaların daha kuzeye yanlışlıkla çıktığından bahsetmesidir. Bazı kaynaklara göre ise müttefik kuvvetleri çıkarmadan önce, çıkartma sahasını işaretlemek için Kabatepe sahiline bir şamandıra bırakmıştır ve Türk askerleri şamandıranın ipini keserek şamandıranın kuzeye sürüklenmesini sağlamıştır. Böylelikle şamandıra kuzeye, Arıburnu yarları önüne sürüklenmiş, müttefik kuvvetleri yanlışlıkla bu bölgeye çıkmıştır.


Müzenin etrafında görülen siperler ise 27. Alay’a bağlı Teğmen Mahmut komutasında ki 5. Bölüğe aittir. Bölge mayıs ayındaki Avustralyalıların başarısız saldırısı dışında herhangi bir sıcak çatışmaya sahne olmamıştır.

Kasım 1983’te yapılan proje yarışmasında birinciliği Mimar Metin Hepgüler ve Mimar İlhan Şahin’in projeleri kazanmıştır. Arıburnu ve Anafartalar savaş alanlarında geçen çarpışmalar, bu merkezde düzenlenen sergileme ve tanıtma programlarıyla ziyaretçilere sunulmak üzere tören alanı ve lojmanlar dâhil, 1983 yılında Tarım Orman ve Köy İşleri Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılmıştır.


Bu müzenin içindeki parçaların önemli bir kısmı Alçıtepe Köyü halkından Salim Mutlu’nun özel koleksiyonundan alınan objelerden oluşmuştur. Çanakkale Savaşları sırasında savaş alanlarında bulunan çeşitli silah, mermi, giysi vb. malzeme ile Çanakkale Savaşları fotoğrafları şu anda sergilenmektedir. Yani Salim Mutlu’nun oluşturduğu Çanakkale Savaşları’na ait harp hatıralarından oluşmaktadır. Müze saat 08 ile 17 saatleri arasında açık bulunmaktadır.

ÇANAKKALE DESTANI TANITIM MERKEZİ

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kabatepe mevkiinde tesis edilen tanıtım merkezinde, Dünya’da benzeri olmayan hologram ile filmin aynı anda kullanılması tekniği ile Çanakkale Muharebeleri 11 farklı mekânda anlatılmakta ve muharebe anı ziyaretçilere adeta yeniden yaşatılmaktadır. Yaklaşık 80 milyon TL’ye mal olan Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi, 9 Haziran 2012 tarihinden itibaren kapılarını ziyaretçilerine açmıştır. Açılışını bizzat Başbakan Erdoğan ve beraberindekilerin kurdele keserek yaptığı merkezin açılış töreninde Bakan Veysel Eroğlu’nun verdiği bilgilere göre merkezdeki 11 bölümde şu gösterimler yapılıyor.

En ileri teknolojileri kullanarak 8 lisanda tercüme yapılmaktadır. İlk salonda Osmanlı'nın cihan harbine girişi, ikinci salonda Nusret Mayın Gemisi, üçüncü salonda deniz muharebelerini anlatılıyor. Dördüncü salonda Mecidiye tabyasının bombalanmasını ve Seyyit Onbaşının tarihe geçen kahramanlığını, beşinci salonda kara muharebelerini, altıncı salonda da özellikle 263 rakımlı tepede cereyan eden büyük muharebe anlatılıyor. Yedinci salonda siper muharebeleri, sekizinci salonda gökkubeden bir Gelibolu gösteriliyor. Dokuzuncu salonda 'Çanakkale Geçilmez'i anlatıyoruz. Onuncu salonda hatıralar ve onbirinci salonda da 1915 yılından günümüze Türkiye'nin durumu anlatılıyor.


35- ANZAK KOYU, ANZAK MEZARLIĞI VE TÖREN ALANI

ANZAK KOYU

Kabatepe Müzesinden sonra sahil boyunca Arıburnu tarafına doğru ilerleyerek Anzak Koyu'na ulaştık. Burası 25 Nisan sabahı saat 04.30'dan itibaren Anzak kuvvetlerinin çıkarma yaptığı yerdir.

Birinci Dünya Savaşı’nda, İngilizlere destek vermek amacıyla oluşturulan birliklere ANZAK (Anzac) adı verilmiştir. Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu anlamına gelen (Avustralia and New Zeland Army Corps) kelimelerinin baş harflerinden meydana gelmiş bir kısaltmadır.


18 Mart 1985 tarihinde Türk, Avustralya ve Yeni Zelanda Hükümetleri birer bildiri yayınlamışlardı. Bu bildirilere göre: Türk hükümeti, Gelibolu'da Anzak çıkarmasının yapıldığı Küçük Arıburnu ile Büyük Arıburnu arasındaki koya Anzak Koyu (Anzac Cove) adı verdi ve buradaki anıt kitabelere Atatürk’ün Anzaklar için 1934'te söylediği sözlerin Türkçe ve İngilizce metinlerinin yer aldığı bir Anıt-Kitabe diktirdi.

Avustralya hükümeti Avustralya Savaşı Anıtı yakınındaki Canberra'da Atatürk Anıt Bahçesi kurdurarak kendisinin Gelibolu’da savaşıp hayatını kaybeden askerler için söylediği sözleri anıta yazdırarak kabartma bir heykelini çizdirdi. Ayrıca Burley Griffin Gölü'nün kuzey kıyılarının bir kesimine “Gelibolu Sahili” adını verdi. Buna ilaveten Batı Avustralya Hükümeti de Avustralyalı ve Yeni Zelandalı grupları taşıyan “King George Sound” gemisinin Anzak Koyuna doğru hareket ettiğinde askerlerin Avustralya'yı son kez gördükleri Albany Limanı girişine “ATATÜRK” adını verdi.

Yeni Zelanda hükümeti ise Wellington Limanı girişindeki kıyı şeridinin, Taraki Koyu”ndaki kumsalın bir bölümünü de içine alacak şekilde Gelibolu'daki kahraman ve fedakâr Anzak ve Türk kuvvetleri ve Atatürk anısına isimlendirerek, buraya uygun bir anıt diktirmiştir. Bu alan Anzak Koyunun tüm coğrafi şartlarına benzemesinin yanı sıra Wellington P. Taburunun 1914 yılında Ortadoğu’ya gitmek üzere ayrılmasından önce eğitim gördüğü yerdir.

 ARIBURNU YARLARI 
Mehmet Çavuş Anıtı önünden deniz yönüne doğru 200 m. kadar yürüdüğümüzde Arıburnu Yarları tabelasını görürüz. Burası Yüksek Sırt ile Serçe Tepe'nin kesiştiği yerdir. Anzak koyunu geçip biraz yol alınca Arıburnu yarlarına varıyoruz. Arıburnu Yarlarının önünde Anzak Mezarlığı, Anzak tören alanı ve Kabatepe sahilinde de Anzak Arıburnu sahil kitabesi yer almaktadır.


ANZAK MEZARLIĞI


Biraz ileride Anzaklara ait Arıburnu mezarlığını görürüz. Dikdörtgen şeklinde toprak yükseltisiyle yükseltilmiş toprak yükseltisiyle çevrili mezar alanında dikdörtgenin bir tarafında haç işaretli beyaz mermer taşından yapılmış anıt bulunmaktadır. Anıtın önünde kalan mezar alanında ise mezar taşları yerlerini almış olarak Anzak mezarı bulunmaktadır.


ANZAK TÖREN ALANI


Biraz daha ilerlediğimizde Arıburnu Yarlarının önündeki düz alan da Anzakların anma törenleri yaptığı yer olan Tören Alanıdır.


Yol boyunca Arıburnu’na doğru ilerlerken ze (Z) harfi şeklinde ortasından birbirine bağlayan parke taşlarla döşenmiş yol olan ve sahile uzak ve biraz daha yükseltili yapılmış olan duvarında beş bir tarafta, beşte bir tarafta olmak üzere resimli anlatımların yer aldığı kitabeler yer almaktadır. Karşısındaki sahil dibindeki duvarda ise anzac yazısı yer almaktadır.

36-ARIBURNU SAHİL ANITI KİTABESİ


Conkbayırından, Kabatepe sahiline inildiğinde deniz tarafındaki küçük bir tepenin üzerinde mermerden, konkav şeklinde bir kitabe görülmektedir. Bu kitabede ;  “ 27. Piyade Alayının 8.Bölüğünden 1.Takım, 25 Nisan 1915 günü sabaha karşı Arıburnu kıyılarına çıkan Anzak Kolordusunun 1.500 kişilik ilk kademesine ağır kayıplar verdirerek kıyının dik yamaçlarına sığınmak zorunda bırakmıştır. İşte bu anıt o kahraman takımımızın anısına dikilmiştir. Takım Komutanı Asteğmen Muharremdir.”

37-DAMAKÇILIK BAYIRI KİTABESİ



Anzak Koyu ile Anafartalar arasındaki yamaçta mermer üzerine yazılmış bir yazıt bulunmaktadır. Bu kitabede; “ Anafartalar Grup K. Alb. Mustafa Kemal 7.Tümeni 9 Ağustos 1915 günü Damakçılık Bayırına taarruz ettirerek Anzak kolordusunun, 9.İngiliz Kolordusu ile işbirliğini ve Kocaçimentepe yönünde belirecek tehlikeyi önledi” yazmaktadır.   

Anafartalar Grubu Komutanı Albay Mustafa Kemal'in komutasındaki Türk kuvvetleri 9-12 Ağustos 1915'te yapılan 1.Anafartalar Muharebesi sonunda düşman kuvvetlerini yenerek Mestantepe ve Kireçtepe hattına attı. Kitabe, 1. Anafartalar Zaferi anısına dikilmiştir. Anıtın yerinin ve yönün gösteren yol levhasında Damakçılbayırı yazıtı yazılmış


38-CESARET TEPE MEHMET ÇAVUŞ ANITI


Gelibolu Arıburnu, Cesaret Tepe üzerinde; sayıca üstün Anzak kuvvetlerine karşı savunmasını gösteren ve onlara tepeyi vermeyen Mehmet Çavuş ve takımının anısına bir anıt yapılmıştır. Bu nedenle de bulundukları tepeye “Cesaret Tepe” ismi verilmiştir. Mehmet Çavuş’un yakın dövüşte süngüsü kırılmış, taş ve yumrukla karşı koyarken de şehit düşmüştür.


Mehmet Çavuş Anıtı kare bir kaide üzerine, 3.10 m. yüksekliğinde dört köşe bir sütundur. Kitabesindeki çapraz konmuş iki kılıcın üzerinde de Mehmet Çavuşun ismi yazılıdır.

Bu anıt, düşmanın hiçbir zaman ele geçiremediği ve bu nedenle “Cesaret Tepe” diye anılan tepede bulunmaktadır. Miralay Şefik Aker’in hatıralarında şöyle bir ifade geçmektedir. Yüksek Sırt’ta düşmanlarımızın Arıburnu ve Anafartalar’dan ricata mecbur olduklarını ilk ihbar eden ve biraz eratımızı şehit eden son bir lağım patlama mevkii olmasına binaen hatıra olarak iki taraf siperlerinin tam ortasında yaptırdığım ve halen ziyaretgâh olarak kullanıldığını işitmekte bulunduğum abidenin (bu abide yıkılarak yerine muntazam bir abidenin yapıldığını işittim)... Miralay Şefik Aker’in tarif ettiği yer Mehmet Çavuş Abidesinin tam olarak bulunduğu yerdir. Bu anıt, Kırşehir Çiçekdağ'lı Mehmet Çavuş (Mülazım) Canpolat için yapılmıştır.

Araştırmacı yazar Sayın Cemaleettin Yıldız şu bilgi yer almaktadır: “Mehmetçik Şehitler Abidesi yapılmadan önce aynı görevi buradaki Mehmet (çik) Abidesi görüyormuş. Büyük Anafarta Köylüleri “önceden biz orada Kuran okuyor, kazanlarla pilav pişirip şehitlerimiz için hayır yapıyorduk” diyorlar.

39- MEHMETÇİĞE SAYGI ANITI


Kabatepe tanıtım merkezine 2 km mesafede olan ve Kabatepe-Conkbayırı yolu üzerinde, Albayrak Sırtının güney ucundadır. Mayıs ayının başından itibaren bu bölgedeki savaşlar siper savaşlarına dönüşmüş, siperler arası mesafeler 7-8 metreye kadar düşmüştü. Siperlerde karşılıklı atışlar devam ediyorken iki siper arasındaki bir İngiliz subayı yardım istemektedir. Fakat hiç kimse yardım edemiyordu. Tam bu sırada Türk siperlerinden bir asker siperinden çıkarak yaralı İngiliz subayını kucaklar ve Anzak siperine bırakarak geri döner. Bu olay karşısında Anzaklar büyük şaşkınlığa uğrarlar ve kandırılmış olduklarını anlarlar. Çünkü Avustralya ve yeni Zelanda’dan getirilen bu Anzak askerlerine gemilerde hep Türklerin barbarlığı ve kesinlikle onlara esir düşmemeleri gerektiği anlatılmıştı. Bu yaralı İngiliz subay üsteğmen Casey’di.


Türk askerinin yaralı düşman askerine yaptığı yardımı simgeler. Avustralya Genel Valisi Casey’e, 1964 yılında Avustralya’ya ilk atanan büyükelçimiz Baha Vefa Karatay güven mektubunu verirken, 1915 yılında Çanakkale’de üsteğmen olarak görev yapan Casey, şahit olduğu Türk askerinin yaralı bir yüzbaşıya yaptığı yardımı ve Mehmetçiğin ne kadar çok insan sevgisiyle dolu barışsever bir ruha sahip olduğunu anlatır. Anıt üzerinde Lord Casey’in anısı yazılıdır.


Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

YALAN VE YALANIN ZARARLARI





Rabbim bizlere zararlı olan, insanlığın hayrına olmayan her şeyi yasaklamış. Gerek ferdi, gerekse toplumsal olarak güzel ve faydalı olan her şeyi emretmiş veya emretmediyse serbest bırakmıştır. Yasak ettiği bazı günahlar vardır ki; bunlar bireyseldir. Kişinin kendisine zarar verir. Bazı günahlar da vardır ki; kişinin kendisine verdiği zararın yanında topluma zarar verir. Toplumdaki sosyal yapının, güven ve huzur yapısının kimyasını bozar.

İşte bu zararlı davranışlardan biri de yalandır. Yalan söylemektir. Yalan, doğru bildiğinin aksini söylemektir. Hakkın ve haklının ortaya çıkmasını engelleyeceği için doğruyu bildiğin halde gizlemekte yalan asıl itibariyle yalandır. Dinimiz yalanı haram kılmış, büyük günahlardan saymış ve şiddetle yasaklamıştır. Yalancının öncelikle kendine saygısı yoktur. Yalan kişinin; kişilik bozukluğunu ve aşağılık duygularını ortaya koyar. Yalancı başkalarının hakkını gasp etmiş ve günahını almış olur. Yalancıdan her türlü kötülük bekleneceği için kendisine asla güvenilmez. Böyle insanlar için “onunla abdest bozmaya bile gidilmez” deriz.

Yalanı uzun süre gizlemek de mümkün olmaz. Onun için atalarımız “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” demişlerdir. Yalancı istediği kadar bir yalanını gizleyebilmek için en az 4-5 yalan söylese de; er ya da geç mutlaka yalanı ortaya çıkar. Toplum içerisindeki ilişkiler sevgi, saygı ve güvene dayanır. Doğru olmak ve doğruyu söylemek insanları kaynaştırırken, yalancılık ve yalan söylemek insanlar arasındaki sevgi, saygı ve güveni zedeler. Yalancı çobanın hikâyesini bilirsiniz. Koyunları otlatırken canı sıkılır insanlara oyun etmek için; “koyunlara kurt saldı” diye köylüyü iki kez kandırır. Üçüncü de sahici kurtlar saldırınca kimse gelmez ve sürüyü kutlar yerler.


Yalanın olduğu yerde: haklı haksız olur. Servetler kaybedilir. Aileler yıkılır. Güven ortamı kaybolunca toplumdaki manevi ve sosyal bağlar kopar. Kavgalar olur ve cinayetler işlenir.
Onun için Kuranı kerim de: “Yalan sözden çekinin”1(Hacc Suresi 22/30)  “Şüphesiz ki Allah aşırı yalancıyı doğru yola eriştirmez”2 (Mümin Suresi 40/28) “Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin”3 (Ahzâb Suresi 33/70) buyrulmaktadır


İmandan sonra en büyük erdem, doğruluktur, yalancılık ise en aşağılık huylardan biridir. Doğruluk imanın sermayesi, yalan da nifakın sermayesidir. Yalanın büyük suç olmasının sebeplerinden biri, verdiği zararın büyük olmasındandır. Müslüman, elinden ve dilinden her kesin emin olduğu kimsedir ve mü’min asla bilerek yalan konuşmaz. Peygamberimiz:
“Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?” diye üç defa sordu. Sahabe: “Evet ya Resulüllah” dediler. Bunun üzerine: “Allah'a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek” yaslandığı yerden doğrulup “İyi dinleyin! Bir de yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır”4 (Buhari, Edep, 6:Müslim, İman 143) buyurdu. Başka bir hadiste peygamberimiz (s.a.v): “Söylediklerine inanacak bir mümin kardeşine yalan söylemen, çok büyük bir hıyanettir”5 (Ebu Davut Edep 79) buyurur.

Gerçekler karşısında yalan söylemek; gündüz vakti gözleri kapatıp “Şimdi gecedir” demek gibidir. Peygamberimiz(s.a.v): “Ey insanlar! Pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevk eden şey nedir? Hâlbuki üç yer hariç yalanın her çeşidi âdemoğluna haramdır: Bu üç yere gelince: Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına yalanı, Harpte söylenecek yalan. Çünkü harp bir hileden ibarettir. İki Müslüman’ın arasında sulhu sağlamak kastıyla söylenen yalandır"6 (Tirmizi, Birr 26) “İki kişinin arasını düzelten, hayır söyleyip, hayır tebliğ eden kimse yalancı değildir.”7 (Buhari, Sulh 2; Tirmizi, Birr 26)

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey