12 Kasım 2012 Pazartesi

SÖYLEYENİN İNANMADIĞI BÜYÜK YALAN





En büyük yalan kâfirlerin ‘Allah yoktur’ demesi ve müşriklerin olsa da bizim başka ilahlarımız da var demesidir. İnanmadığını söyleyenlerin ya da ölünce her şeyin biteceğini savunanların ve hayatı istediği gibi yaşamak gerektiğini iddia edenlerin konuşmalarına şahit oldunuz mu hiç bilmiyorum. Avrupa da ve bizim ülkemizde de, büyük şehirlerde oturanlar çok sıkça duyuyor olsa gerek. Çünkü oralarda her türlü inanç sistemine inandığını söyleyenleri ya da insanlık hizmetine yararlı bir iş yapsın veya yapmasın, kendilerince değerli buldukları insanları bile putlaştıranları görmek mümkündür.

Yunan mitolojisinde Eros, Herkül (heraklius) ve benzerlerini, Hıristiyanların İsa peygamberi Mesih, Yahudilerin Üzeyir Allah’ın oğlu olarak görüp inanmaları, ölüp gitmiş insanların belki de yanlış uygulama ve sözlerini Allahın dininin üstünde tutmaları, vs gibi Allah’a şirk koşan inanç sistemlerini görmek mümkündür. Yine ateşe, aya, güneşe, şeytana, ineğe, vb ezelden ebede var olan kâinatın sahibi tarafından yoktan var edilerek yaratılmış şeyleri ilah kabul edenleri de görmek mümkündür. Hatta ağaçtan, taştan ve helvadan put yapıp, yaptığı puta tapanları ve onları Allah’a ortak koşanları görmek mümkündür.

Dünya nimetlerini Allah’ın dinine üstün tutanları da görmek mümkündür. Düşünün ki; peygamberimiz dönemini ve onların her şeylerini Mekke’de bırakarak arkalarına bile bakmadan hicret etmelerini. Allah bir demekten vazgeçmedikleri için hakir görülmüşler, dövülmüşler, birçoğu öldürülmüşler, kızgın çölde büyük taşların altına yatırılmışlar. Ama yine de müşriklerin hatırı için bile ‘Allah birdir’ demekten vazgeçmemişler. Onların putlarını kabul etmemişler. Zulümlerine dayanamaz olunca da, her şeylerini bırakarak hicret etmişler.

Bugün öyle bir şey yapmak icap etse acaba yapabilir miyiz? Her şeyimizi bırakıp dinimiz için, dinimizi yaşayabilmek için başka bir şehre, başka bir ülkeye gidebilir miyiz? Evlerimizi, mallarımızı, analarımızı, babalarımızı, inanmayan çocuklarımızı ve hatta kocalarımızı ve eşlerimizi bırakıp dinimizi yaşamamıza engel olanların zulmünden kurtulmak için başka bir yere hicret edebilir miyiz?  Ya da kalpten Allah’a inansak bile yalancıktan ‘tamam sizin ilahlarınızı kabul ediyorum. Yeter ki beni öldürmeyin. Yeter ki bizi öldürmeyin ve rahat bırakın’ mı deriz?

Ya da mallarımızı ve dünyalık kazançlarımızı kaybetmekle yüz yüze olunca imanımızı bir kenara koyuverir miyiz? Dünyaya karşılık ahireti mi satın alırız? Yoksa ahireti satıp dünyayı mı satın alırız? Diyelim ki; dinimizi yaşamamızda bir engel yok. Ama “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadisi şerifine rağmen, “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78 .Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17) hadisine rağmen bazı haksızlık ve zulümleri gördüğümüz halde ‘Nasıl olsa dinlemezler. Boş ver biz komşularımızla kötü olmayalım. Böyle gelmiş böyle gider’ mi deriz.

Günümüzde kendi özgürlüğünü yaşarken, nefsanî arzu ve heveslerini tatmin ederken; başkalarının özgürlüğünü hiçe sayan ve kul hakkından korkmadan, komşularına eziyet ve zulüm ederek ‘Ben istediğimi yaparım’ diyen insanlar mı dinini yaşamak için ölmeyi göze alacak. İçmeyenleri zehirlemek ve pis kokusuna maruz bırakmak pahasına kapalı alanda sigara içme sevdasından bile vazgeçemeyen insanlar mı ‘allah birdir’ demek yerine putların isimlerini söylememek için her şeylerini bırakarak başka bir şehre göç ederek memleket değiştirecek. Onlar mı; Allah’ın kitabını okumamaya, namaz kılmamaya, oruç tutmamaya, zekât vermemeye, kurban kesmemeye, domuz eti yemeye, içki içmeye, zina yapmaya, açılıp saçılmaya zorlandıkları için her şeylerini bırakıp başka bir yere göç ederek sahabe gibi hicret edecek?

Daha çok dünyalık mal ve daha çok servet için; tüyü bitmedik yetimlerin hakkı olan kamu malına tecavüz ederek devlet ve millet malını çalmaktan çekinmeyenler, hazine arazisine göz dikenler, tapuculara yedirip içirip istedikleri yeri istedikleri kadar tapulatanlar mı sahabe gibi dinlerini yaşayabilmek için hicret edecek? Hayvanın gübresini, evinin lağım suyu başta olmak her türlü pisliğini tertemiz döşenmiş parke yollara akıtırken, para harcanır masraf etmeyeyim diyerek önüne duvar vs yaparak yollara pislik akmaması için tedbir almaktan kaçınanlar mı dini yaşayabilmek için başka bir yere her şeyini bırakarak göç edecek?

Konuya ışık tutan Yusuf Değirmenci’nin ‘Nasıl Çıkılır’ şiirine kulak vererek devam edelim:

“Yalana, talana dizgin vurmayan
Haksızlık edene hesap sormayan
Cehaletin çemberini kırmayan
Kitlelerle düze nasıl çıkılır?

Bu millete revamıdır bahtsızlık
Vermiyor mu size hiç rahatsızlık
Kişisel çıkarlar için haksızlık
Edenlerle düze nasıl çıkılır?

Hizmet için yapılmıyorsa yarış
Nasıl sağlanacak toplumda barış
Yetkilide yoksa ileri görüş
Seçenlerle düze nasıl çıkılır?” Yusuf Değirmenci

Dönelim asıl konumuz olan yolun sonunda Allah’ı hatırlayanlar konusuna. Sözümüzün başında değinmeye çalıştığımız Allah’a ortak koşanların, o’na inanmadığını söyleyip Allah’ın olmadığı söyleyen kâfirlerin, bir de başka varlıkların ilah olduğunu iddia edenlerin katarına Firavun ve nemrut gibi kendisinin ilah olduğunu söyleyenleri de katmamız gerekmektedir.

Asıl önemlisi tüm bunları yapanların hepsi sapına kadar birer yalandır. Hem de yalanların en büyüğünü onlar söylemektedir. Niçin yalancıdır denecek olursa; Allah’ın varlığını bildikleri halde ya inanmıyorlar, ya ortak koşuyorlar, ya kendilerinin ilah olduğunu iddia ediyorlar, ya da kendi nefsanî ve şeytani isteklerini Allah’ın dininin üstünde tutuyorlar. Bunlardan her hangi birisinin, her hangi bir tehlike ve içinden çıkılması zor bir durumla karşı karşıya olduğunu aklınıza getirin. Sıkışınca hangi varlıktan ve hangi ilahtan yardım isteyeceğini düşünün. Denemesi bedava; hepsi hemen kendi dillerinde de olsa Allah’ı hatırlayacaktır. Ve ona sığınacak, ondan yardım isteyecektir.

Mesela ayağı taşa takılıp düşecek olsa, hemen bir anda isteyerek veya istemeyerek ağzından çıkacak ilk kelime ‘Allah!’olacaktır. Denizin ortasında gemi su alıp batıyor olsa Allah’a sığınıp ondan yardım isterler. Kurtulunca yine bildiklerini yapar ve bildikleri ilahlarının peşinden koşarlar.

Onun için derim ki; Allah cüz’i iradelerimizi elimize vermiş diye, o irademizi yanlış işlerde, yasak ettiği, hoş görmediği işlerde kullanmayalım. Yaptığımız her kötü işin ve özellikle başkalarının haklarına tecavüz ederek, her kul hakkı doğuran eylemin bir cezasının olacağını unutmayalım. Her güzel ve faydalı işin de bir mükâfatı olacağını bilerek; mükâfatların daha güzellerine ulaşmayı hesap ederek ve dünyayı satın alamayacağımızı bilerek; Allah’ın rızasına erişmek için yaşayalım. Her an ölebileceğimizi düşünerek ve dinimizin koyduğu kurallar çerçevesinde hakkımıza razı olarak yaşayalım. 

Biz istesek de istemesek de, rabbim bizi kendisinin razı olduğu hayatı yaşamaya çağırıyor. İnanmayanı bir an önce kendisine inanmaya ve Müslüman olup boyun eğmeye, inananları da dininin kanunlarına uygun hareket etmeye çağırıyor ve kurtuluşun bunda olduğunu da yüce kitabında haber veriyor. Ama insanların kimisi inanmak istemiyor, kimisi hakikati kabullense de başka ilah veya ilahlar arıyor. Kimisi de inandığını inandığı gibi yaşama gereği duymuyor. İnancını yaşamak için bilmesi gerekenleri öğrenme gereği duymuyor.

İster kendini yaratan hak tealayı arayıp varlığını idrak etme gereği duymasın, ister inatla inanmasın, ister inansın ama inandığını yaşamasın. Bunların hiç birisi Allah’ın olmadığı anlamına gelmez. Anlatacağım hikâyede olduğu gibi; onun yolundan gitmeyenlerin haklı olduğu anlamına gelmez.

Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal tıraşı olmak için berbere gider. Tıraş olurken değişik konular üzerinde konuşulduktan sonra, konu Allah ile ilgili konulara gelir. Tıraş olan adam berbere Allah’tan, onun dininden ve kullarını dinine çağırmasından bahseder. Berber: ''Bak kardeşim ben senin söylediğin gibi Allah’ın varlığına inanmıyorum'' der. Adam: '' Peki neden böyle diyorsun? ''

Berber söze şöyle devam ederek: ''Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terkedilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimseye acı çektirmez, birbirini üzmezdi. Kimse kimseyi dövemez, öldüremezdi'' der

Adam bir an durur ve düşünür, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermez. Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıkarken caddede yürüyüp giden uzun saçlı ve sakallı bir adam görür. Gördüğü adam bu kadar dağınık görüntü de olduğuna ve saçı da uzun olduğuna göre belli ki; tıraş olmayalı çok uzun süre geçmişti.

Adam berberin dükkânına geri döner ve: ''Biliyor musun? Bence berber diye bir şey yok'' der. Berber: ''Bu nasıl olabilir ki? Buradayım ve ben bir berberim'' deyince adam lafı yapıştırır: ''Hayır, hayır, yok, berber yok. Çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı'' der.

Berber: ''Hımm evet. Doğru söylüyorsun aslında. Berber diye bir şey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?'' deyince Adam: ''Kesinlikle doğru! Allah var ve insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. İşte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni de budur! İnsanların Allah’a gitmemesi; onun olmadığı anlamına gelmez'' der. 

Ne kadar yok denirse densin. Allah vardır. Bile bile yok desek de, ortak koşsak da, hatta kendimizin ilah olduğumuzu iddia etsek de, inanıp doğru dürüst yaşamasak da, Rabbimizin istediği gibi tam teslim olsak da allah vardır. Bizi cüz’i irademizi elimize vererek kendisine çağırmaktadır. Çok yakında külli iradesiyle bize sormadan hiç ummadığımız bir anda yanına alacak ve her kötü şeyin hesabını soracak ve cehennemini dolduracaktır. Ama her güzel şeyin ödülünü verecek ve cenneti de Müslüman ve mümin kullarına ödül olarak bir daha çıkmamak üzere verecektir.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder