Son günlerde bakıyorum sosyal paylaşım sitelerinde herkes
kendi doğrusunu tutmuş, ötekininkini kötülemek için çeşitli yollar ve olmadık
bahaneler ve aramaya koyulmuş görünüyor. Tabi bu daha çok siyaset arenasında,
güya siyaset yapmıyor ama hakikatin o olduğunu ve ülkenin satıldığını falan,
zaman zaman kırıcı olacak durumlara kadar götürüyorlar.
Tabi hemen söyleyelim biz onlara müdahil falan değiliz.
Sadece takip ediyor, okuyor ve düşüncelerinin hangi menşeden geldiğini
gözlemleye çalışıyoruz. Bizim de bu konularda en az onlar kadar fikir sahibi
olduğumuzu bildiğimiz halde; bulunduğumuz görevinde bunu gerektirmesi
dolayısıyla müdahil olmamayı akılcı buluyoruz.
Müdahil olmuyoruz ama bizimde bildiğimiz ve söylenmiş
yerinde sözleri de; fikrimizde ve zikrimizde tefekkür ediyoruz. Nedir onlar
diyecek olursak; ‘Güneş balçıkla sıvanmaz. Çamur atıp izi kalsa da, gerçek er
veya geç ortaya çıkar. Bekâra karı boşamak kolaydır. Konuşmakla peynir gemisi
yürümez, konuşmanın yanında konuştuğunu yapmak lazım. Oyunu kuralına göre
oynamak lazım. Birilerine göre başarıya giden her yol mubah olabilir ama Allah
korkusunu içinde barındıranlar için başarıya giden tek yol, hak yoldan hakkın
razı olduğu şekilde başarıya koşmak mubahtır.’
Muhalifse konuşanlar yandın. Ne yapsan yaranamazsın
zevatlara. İstersen ağzınla kuş tut. İstersen aylık 2000 tl değil de 10000 tl
maaş ver. Satına yüzde 100 fiyat ver, aldığını da yüzde 100 ucuzlat. Dert o
değil ki; senin ki benden kara demek. Öyle bir hal ki; sessiz kalıyorsun ya da
çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar. Alttan alıyorsun tepene çıkardın
diyorlar. Yaptıklarını anlatıyorsun amma da kendini övdün diyorlar.
Bağırıyorsun sakin ol diyorlar. Sakin olup aklı başında hareket ediyorsun, bu
kadar da sakin ve sessiz kalınmaz ki diyorlar. Mazlumun maruz kaldığı zumlu
dünyaya göstermek için bir şeyler yapmak, onlara insani yardım elini uzatmak
istiyorsun, ne işimiz vardı bizim orada diyorlar. Yapmıyorsun hani o mazlumlar,
garip gurabalar sizin kardeşinizdi, onlara yapılanları sadece seyrediyorsunuz
diyorlar. Dikine gidip herkese hak ettiği cevabı hak ettiği gibi vermeye
çalışıyorsun, ona yakışmadı diyorlar. Verdiğin bir kararın yanlış olduğunu fark
edip doğrusunu uygulamak istiyorsun, yalancı yine kıvırdı, onun yaşına başına yakışmadı
diyorlar.
Zaten her şey onlara mubah, diğerlerine haramdır. İşte bu
benim ülkemde yıllarca közlenmiş yaram. Bendensen ne ala, ne yapsan yerinde ve
münasip; değilsen uzaya astronot göndersen la münasip, la mütenasiptir. Peki,
ölünce ne diyecekler? Ölüm sana yakışmadı diyecekler. Aslında adam iyiydi be,
zamansız öldü diyecekler. Hayatın kuralı mı bilmem ki; dünyadayken el üstünde
tutulan çok kişiyi ölünce büyük çoğunluk unutur. Hatırlamak bile istemez.
Dünyadayken değerini bilmediklerini de ölünce yaşatmaya çalışırlar.
Bu dünya ki; hakkın yolunu isteyenlere dar
‘Bu âlemde nur ile karanlığın kavgası var;
Dövüşüyor her yerde hayal ile hakikatler,
Boğuşuyor her zaman cinayetle faziletler.’ Mehmet Emin
Yurdakul
Onun için âlim olmaya, bilgili ve kültürlü olmaya çalışmak
gerekir. Çünkü Cahil insanlar davul gibidir. Sesi çok çıkar ama içi
boştur. Tolstoy: ‘Cahille tartışırken
söyleyeceğin her söz ateşe atılmış birer odundur aslında.’diyor. Ateşe atılan
odunun ateşi daha da alevlendirdiği gibi cahil olup söylenen sözü anlamak
istemeyen kişiye verilecek cevabi söz, cahilin ateşini daha da alevlendirir.
Eğer bir yerde büyük insanların gölgeleri görmezden gelinip;
küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa orada güneş batıyor demektir. Ama
onlar bunu güneş battıktan sonra fark ederler muhtemelen. Önceden fark
edebiliyor olsalar zaten, herkesin gölgesi hak ettiği kadar olurdu. Yani
herkese hak ettiği değeri verirlerdi.
Konuşup yazmak bir ihtiyaçtır düşüncelerimizi başkalarına
aktararak, birbirimizi uyararak güzelliklere yönlendirmek için. Ancak
anlamayacaklarsa, anlamak istemiyorlarsa ve en önemlisi dinlemesini
bilmiyorlarsa susmak bir sanattır. İlla söylediklerimizi kabul ettireceğiz
diyerek kendimizi zorlayıp, bunu yaparken de sinirlenip kalp kırmaya hiç gerek
yoktur. Çünkü kalp kırmak çok kolay, ancak tamir etmek ise gerçekten çok
zordur.
Onun için akıllı hareket edip, ağzımızdan çıkacak her sözü
iki tartıp bir söylememiz gerekir. Her ne kadar kırılan kalp tamir olmasa da,
özür dilemeyi bilmemiz gerekir. ‘Akıllı insan, kendini sorgulayan ve ölüm ötesi
için çalışandır. Aciz insan ise nefsine (çirkin arzularına) uyan ve Allah’tan
olmadık şeyler umandır.’ (Tirmizi, Kıyamet, 25)
Kibir ve büyüklük edip, özür dilemekten ve gönül almaya çalışmaktan kaçınmak
ise daha büyük olumsuz sonuçlara götürebilir. Onun için güzel olanı tercih
edip, hataları tamir etmeye çalışarak, pişmanlık duyarak, güzelliklere yol
almaya çalışmak gerekir. ‘Şüphesiz ki Allah güzeldir; güzelliği sever! Kibir
ise hakkın iptali, insanların tahkiridir.’ (Tirmizi,
Birr, 61)
Ağaç hiçbir zaman çiçeğini bırakıp gitmez. Ağacı bırakıp
giden her zaman çiçektir. Bedenimizi bir ağaç olarak nitelersek; ruh onda bir
çiçektir. Çiçek onda güzel açarsa dünya kokusuyla dünyanın kokusu da
güzelleşecektir. Bedendeki çiçek olan ruh açmazsa, buruşup çürürse dünyayı
çürüksü bir koku saracaktır. İnsanlar bu bilinçle hareket ederse ve herkes
imkânlar dâhilinde birbirini uyarmaya ve ruhları çiçek açtırmaya çalışırsa,
dünya kendiliğinden güzelleşecektir.
Hani bir çocuk babasıyla oynamayı istermiş. Babası da yorgun
argın eve geldiği için çocuğunu başından savmak için bir seferinde yapboz
olarak düzenlenmiş dünya haritasını eline vererek; ‘git bu dünya haritasını
yerleştirip düzelt, sonra gel oynamaya götüreceğim’ demiş. O da gitmiş 5 dk da
haritayı yerleştirip gelmiş. Babası hayretle sormuş: ‘oğlum nasıl yaptın bu
kadar kısacık sürede’ diye. O da; ‘baba arkasında insan resmi vardı. İnsanı
düzelttim dünya kendiliğinden düzeldi’ demiş.
O halde kendimizden başlamak üzere önce insanı
düzeltmeliyiz. Haksız yere can yakmamalıyız. Kalp kırmamalıyız. Benim dediğim,
bizim dediğimiz diyerek tutturup azınlığın istediği değil. Çoğunluğun istediği
olmalı. İstişareye önem vermeli ve her kesimin fikrini almalıyız. En doğruyu
bulmaya çalışmalı, bu fikir bizimkilerden değil diyerek görmezden gelmeden,
peygamberimizin istişare kuralına uygun olarak karar vermeliyiz. Karar verince
de korkusuzca uygulamalıyız. O ki; toplumu ilgilendiren birçok konuda ve
durumda yüce Allah’a ‘nasıl yapayım’ diyerek sorup, o şekilde hareket
edebilirdi. Halkıyla, ashabıyla istişare etti ve karar verince de hiçbir şeyden
korkmadan onu uyguladı.
Unutmayın! Haksız yere yaktığınız can kadar canınız yanacak
ve başkalarını üzdüğünüz kadar sizde üzüleceksiniz. Önemli olan baktığın şeyin
ne olduğu değil. Senin nasıl gördüğündür. Çünkü hangi niyetle bakarsan öyle
görürsün…
Yüce Rabbim niyetlerimizi halis eylesin. Meseleleri at
gözlüğüyle değil, hak gözlüğüyle görmemizi bizlere nasip eylesin. Senin ki
benden kara değil; benim ki en akçası olmalıyı söyletmeyi ve yaptırtmayı
cümlemize nasip eylesin.
Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder