20 Ekim 2012 Cumartesi

ASILI UNUTMAYALIM SAKIN


Can alıcı misal ile dünyaya gelişimizi bir mağaraya girip ondaki nimetlerden faydalanıp bizim onda kalmamız için tahsis edilen ve bizim bilmemizin rabbimizin takdiri gereği mümkün olmayan bir zaman sınırı içinde asıl olanı unutmadan, korumayı başararak zamanı gelince onunla birlikte çıkmaktır bizim için dünya. Asıl olandan maksat yanımızda getirip kaybetmeden ona en güzel şekilde sahip olarak, sapa sağlam ve tertemiz olarak geri götürmemiz gerekli olanı unutmadan yanımızda tutmayı başararak dünyadan çıkarken son nefesimizde imanımızla ve onu koruyucu olan Salih amellerimizle birlikte çıkmaktır.
Asıl olanı unutmadan çıkacağımız hayatın örneğini sona saklayarak; öncelikle yaratılış fıtratı üzerinde, biraz durmak istiyorum. Her insan yaratılış itibariyle lekesiz, tertemiz, İslâm'a inanmaya en müsait bir şekil ve hüviyette yaratılmıştır. Yani her çocuk İslam inancı üzerine ve İslam ahlakıyla yaşamaya uygun bir şekilde dünyaya gelir. Lekesiz, bembeyaz, üzerine her şey yazılabilecek bir boş kâğıt veya ilk defa ses kaydedilecek bir kaset veya yeni sistem CD ve DVD, bir başka ifadeyle şekil verilmeye hazır ve müsait taze bir macun, ya da işlenmeye hazır maden gibidir.
Her insanın yaratılış itibariyle tertemiz, günahsız olarak dünyaya geldiğini ve İslam fıtratı üzerine doğduğunu peygamberimizin: “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5) hadisi şerifi bu durumu ifade ediyor. Bu hadisi şeriften anlıyoruz ki; her çocuk Müslüman olarak doğar. Bunu Kuran-ı Kerim: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: "Evet şahidiz" demişlerdi. Bu, kıyamet günü, "Bizim bundan haberimiz yoktu" dersiniz veya "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?" dersiniz diyedir.”(Araf Suresi 172-173) ayetlerinden de anlıyoruz ki; ta kıyamet günü ruhlarımız yaratıldığı gün söylemiş olduğumuz ‘evet sen bizim Rabbimizsin’ sözü İslam üzere dünyaya geldiğimizin bir kanıtıdır.
Konunun başka bir yönü ise; huy, tabiat, mizaç, seciye gibi manalara da gelen ahlak kelimesinin de insan fıtratıyla yakın ilişkisi bulunmaktadır. Kuran’ın: “O halde (Habibim) sen yüzünü bir muvahhit olarak dine yönelt. Allah’ın insanları yaratmasında esas aldığı o fıtrata uygun hareket et.” (Rum Suresi, 30/30) Yine: “Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene” kasem edilmektedir. (Şems Suresi 7-8. Ayetler) Bu ayeti kerimeler Peygamberimizin ‘her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar’ hadisi ve Galu-bela da Allah’ın Rabbimiz olduğunu söylediğimizi ifade eden ayetler ile birlikte değerlendirdiğimizde şöyle bir hakikat ortaya çıkar.
İnsanın vücut yapısı ilahi bir sanat eseri olduğu gibi; yaratılış fıtratı, ahlaki davranış yapısı da hakkın takdiri ile harikulade bir sanat eseridir. Bu fıtrat ve yaratılışın kaynağına dikkatlice bakılıp hakikat ve bu yaratılış iyi irdelenebilirse bizden istenilen ahlaki yaşantının da farkına varılabilecektir. Buna göre, sözlük anlamından hareketle, güzel ahlâk denilince insanın yaratılışında mevcut olan bu kabiliyetlerin yerli yerince kullanılması akla gelir.
İnsanın yaratılışında iman etme kabiliyeti vardır. Mutlaka bir yaratıcıya inanmanın gereğini idrak etmişlerdir. Zira insan basit bir masanın bile kendi kendine yapılıp çatılamayacağını bilecek güçtedir. Putperestler bile kendilerini birinin yarattığını bilmişler, ama onu doğru tanıyamamışlar ve tabiatlarındaki ibadet etme ihtiyaçlarını, yanlış olarak cansız cisimlerle tatmin etmeye çalışmışlardır.
Yalan söylemenin zararlarını bildikleri için asla kendilerine yalan söylenmesini hazmedememişlerdir. Aslında bu da hakiki manada iki cihan saadetini isteyen bir dinde yalanın yasak olmasının zorunluluğuna işarettir. Hiçbir insanın gıybet edilmekten hoşlanmaması, insanın yaratılışının gıybeti reddetmesi; söz konusu fıtratın gıybeti asla hoş görmemesi demektir. Yine hayvanlarda bile var olan kıskanma duygusu, insanın yaratılışında da mutlaka var olması gereken namus mefhumunun fıtrî olduğunun ve zinanın haram olması gerektiğinin bir işaretidir. Borç para alıp vermelerde; borç veren kişinin geri alırken fazladan aldığı paraya kızmamız; faizin haram olması gerektiğinin fıtrata uygun olduğunun bir işaretidir.
Domuz eti, leş ve benzeri pis şeylerin yenmesi düşünülünce bir tiksintinin oluşması onları yemenin fıtrata aykırı olduğunun işareti olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kendimize ait olan bir dünyalık mal e benzeri şeyin bizden gasp edilmesi ya da haberimiz olmadan çalınmasının bizi nasıl üzdüğünü görmemiz; hırsızlık ve gasp gibi olayların yaratılış fıtratına çok aykırı olduğu hemen anlaşılacaktır.
İşte bu ve buna benzer davranış örnekleri yaratılış fıtratına aykırıdır. Ahlâksızlıkların tümünde bu sermayenin yanlış kullanılması söz konusudur. Oysa insanın yaratılışı güzel ahlâk üzeredir. Yaratılan insanlar bu fıtratın gereği olarak ahlakını güzelleştirerek; ahlaki olgunluğa erişip, bu yolda yardımcı olmak ve yol göstermek için gönderilen peygamberlerin gösterdiği yolda yaşamaya çalışmalıdır. İlahi kitaplarda yerini almış olan ve son peygamberin de ifade ettiği: “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” Sözüne uygun olarak yaşamak gerekir.
Ancak insan çoğu zaman; batıl inançların, inançsız veya imanı zayıf çevrelerin etkisiyle, nefsin de kötülükleri hoş göstermesi ve dünyada kalıcı olduğunu zanneder gibi yaşamaya başlaması gibi sebeplerle bu İslam İnancından uzaklaşmaya başlar. Küfür ve inkâr ile kâinattaki yaratılış gösteren envai çeşit delillere gözlerini kapayıp hakikatin sesine kulaklarını tıkayıp vicdanını köreltir. “Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: Böylece kendini ebedi kurtuluş yolunun istikametinden uzaklaştırarak galu-bela’da vermiş olduğumuz sözü unutarak geçici dünya nimetlerinin peşine düşer. Günahlara dalarak kendisini iki cihanda helake sürükleyecek şeylerin peşine düşer.
Tertemiz İslam fıtratı üzerine kara lekeler sürerek, amel defterini Allah’ın hoşnut olmadığı ve hesabını veremeyeceği davranışlarla doldurarak dünyaya karşılık olarak cehennemi satın almış olur. Böylece ruhlar âlemindeki ilk yaratılış toplantısında verdiği ‘evet sen bizim rabbimizsin’ sözüyle elde ettiği İslam ve iman fıtratını dünyada kaybedip; sahip olduğu kendisini kurtuluşa götürecek olan bu değerli hazineyi koruyamadığı için geri götüremeyerek hayat sınavını kaybetmiş olur. Dünyalık hevesleri yaşayıp, dünya mallarına sahip olurken; asıl sahip olmaya devam etmesi gerekeni kaybetmiş, geri dönerken asıl elinde bulundurması gerekeni unutmuş olur.
Şimdi gelelim can alıcı hikâyemize. Bir gün bir kadın, kucağında çocuğuyla birlikte bir mağaranın önünden geçerken içeriden gelmekte olan bir ses duyar. Sesin sahibi ona: “içeri gir ve dışarıda işine yarayacak neyi istiyorsan al, ama sakın içerideki hiç bir şey sana en önemli şeyin olan bebeğini sana unutturmasın. Ayrıca: senin beklemediğin bir anda çıkman için başka bir kapı açılacak. Açılacak olan kapı bir kere açılacak ve asla bir daha senin için oraya bir kapı açılmayacak. Kapının bir daha asla açılmayacağını da dikkate alarak alabildiğin kadar, dışarıda işine yarayacak mücevherattan almalısın. Ama o mücevheratın para etmesini sağlayacak olan bebeğini asla içerde bırakma, o olmazsa aldığın değerli mücevherat özelliğini kaybedecek ve beş para etmeyecek. Bu yüzden sakın bebeğini, yani senin için en önemli olan şeyi içerde unutma. Unutursan açılan kapıdan çıkınca bir daha çıkamayacağın kızgın bir ateşe düşeceksin” diyordu.
Kadın mağaraya girer ve gerçekten büyük bir servetle karşılaşır. İçerdeki altın ve mücevherleri görünce şaşkına döner ve çocuğunu yere bırakarak hemen büyük bir hırsla toplamaya başlar. Büyük hırsla toplamaya devam ederken kapı birden açılır ve içeriden birileri tarafından ‘yeter vakit doldu’ denerek dışarıya çıkarılır ve kapı kapanır. Bu sırada çocuğunu içerde unutmuş olduğunun farkına varır, ama kapı bir daha açılmamak üzere kapanmış bulunmaktadır.
Dünya bizim için böyle bir mağaradır. Çocuğumuz yani en önemli olan ve dünyadan aldıklarımızın değerli olmasını sağlayacak olan, yaratılış fıtratımız gereği olarak dünyaya onun la birlikte doğduğumuz imanımız ve İslam’dır. Yani Müslümanlığımızdır. Her bir insana süresi belli olsa da; bizim bilmediğimiz bir zaman dilimi olan ömrümüz günümüz itibariyle ortalama 60-70 yıldır. İnsanların bu hayatında önemli olanlar sahip çıkmamız gereken manevi değerler, inançlar ve Salih amellerimizdir. Yine uzak durmamız istenen günahlar, bize ve hayatın dengesini bozucu zararlı davranışlardır.
Ancak kazanç hırsı, zenginlik, maddi şeyler bizi öylesine büyüler ki, çoğu zaman en önemli şeyleri bir köşede bırakırız. Böylece zamanımızı dünyalık ve geçici olan şeylerle tüketir ve en önemli olan şeyi Ruhun hazinesini, iman cevherini ve yanımıza aldığımız değerli şeylerin para etmesini sağlayacak olanları bir köşede unuturuz.
Asla aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki bu dünyada zaman çok çabuk geçer ve ölüm beklenmedik bir anda bizi yakalar. Ve hayatın kapısı bizim için ebediyen kapanmış olur. Son pişmanlık bir fayda etmez! Bu dünyaya gelen gider. Yürü fani dünya, sana gelende kalmış var mıdır? Senin peşine düşüp de öbür âlemi bir kenara koyanlardan hiç gülmüş var mıdır?
Necip fazıl şöyle diyor:
Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez
Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünya da
Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez
Bir temel fıkrası şöyledir:
Temel lokanta da yemek yerken bir bardak ister. Garson da masada duran bardağı göstererek; “masan da var ya!” der. Temel:  “onların tibi teluk, üstü kapalidur” diye cevap verir. O halde temel fıkrasındaki bardaklarda olduğu gibi hakka ve hakikate ters durup, dibi delik olup elimizdekini dökmeyelim ve üstü kapalı olup, bize lazım güzelliklerle ahiretimiz için lazım olan şeylerden mahrum olmayalım.
Altı kapalı üstü açık olalım ki; hep güzellikleri ve faydalı olanları içimize dolduralım. Pis olan zararlı şeyler diyebileceğimiz günahları da ayıklama gayretinde olalım. Allah yardımcımız olsun. ahirette cennet yurdu mekânımız olsun.
Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder