30 Ocak 2012 Pazartesi

NAMAZDA HUŞU VE HUDU


Kendi başımıza da çoğunlukla gelen namazdaki vesveseden ve beynimizi namaz esnasında işgal eden dünyevi düşüncelerden sıyrılamadığımız gerçeğini ifade eder olmuşuzdur. Ne kadar istesek de namazlarımızı huşu ile kılmayı beceremeyiz.

Oysa namazlarımız biz müminlerin miracıdır. Peygamberimiz miraç gecesi yüce Allah ile bizzat görüşmüştür. Müminlerin miracının ise namaz olduğunu beyan ederek; ‘Namaz müminin miracıdır’ buyurmuşlardır.

İmam Rabbani hazretleri buyuruyor ki; ‘ Namaz, İslam’ın beş şartından ikincisidir. Bütün ibadetleri kendisinde toplamıştır. İslam’ın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı yalnız başına Müslümanlık demek olmuştur. İnsanı Allah-ü tealanın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin efendisi sevgili peygamberimiz miraç gecesinde cennetteki rüyet şerefi dünyaya indikten sonra dünyanın haline uygun olarak sadece namazda müyesser olmuştur’. Bunun için de namazın müminlerin miracı olduğunu ifade etmiştir.

Namaza duran kişi namaza başlama tekbiriyle birlikte sadece Allah-ü tealanın büyüklüğünü ve yüceliğini düşünerek, huşu ve hudu (kalpte devamlı olan Allah korkusu) içindeki bir halde olması gerekir. Öyle ki bu hal ile kılınan namaz, dünyalık olan her şeyden sıyrılıp bizi kendinden geçme haline eriştirmelidir.

Hz Ali (r.a)'nin savaşta vücuduna saplanan okun namaz kılarken çıkarılması olayı meşhurdur. Nitekim bir keresinde baldırına bir ok saplanmıştı. Çıkarmak için uğraşılmış ve verdiği acıdan dolayı çıkarılamamıştı. Oku çıkarma girişimi Hz Ali’nin vücuduna çok acı veriyordu. Hz. Ali’nin namaza durmasına ve okun bu namaz esnasında çıkarılmasına karar verildi. Nafile Namaz kılmaya başlayan Hz. Ali secdeye kapanınca, oku kuvvetle çektiler ve çıkardılar. Namazı bitirince etrafına bakınarak "oku çıkardınız mı?" diye soran Hz. Ali'ye oradakiler çoktan çıkardık dediler.

Hz. Ali (r.a)’nin namaz vakti gelince, vücudu titremeye başlar ve yüzü sararırdı. Sebebini soranlara şöyle derdi: "Yerle göğün kaldıramadığı, dağların taşımaktan aciz kaldığı bir emaneti eda etme zamanı gelmiştir. Onu kusursuz olarak yapabilecek miyim, yapamayacak mıyım bilemiyorum" demiştir.

Misver b. Mahreme diyor ki: ‘Ömer bin Hattab hançerlendikten sonra yanına geldim. Ve oradakilere: "Durumu nasıl?" dedim."Gördüğün gibi." diye cevap verdiler. Namazı hatırlatarak onu uyandırın namazdan daha önemli dahi olsa, başka bir şeyi hatırlatarak onu uyandıramazsınız dedim. "Ey müminlerin emiri! Namaz vakti geldi."dediler."Haa! Peki, hemen kalkayım."dedi. İslam'da namazı terk edenin durumunu düşündü. Yarasından kan aka aka namazını kıldı’. (Teberani, Hayatü's sahabe)

Namaz öyle bir ibadettir ki; peygamberin ifadesinde yerini bulan, namaz kılan müminlerin yüce Allah-ü Teâlâ ile miraç etmesi anlamına gelen bir ibadettir. Peygamberimizin, kulun yaratanına en yakın olduğu görüşme anı olarak ifade ettiği andır. Bakın burada bedensel olarak kılınan namazın içinde bir başka namaz daha olduğuna işaret vardır. Bedensel namazın amacı; namaz kılan kişinin, namazın içinde bir başka namazın daha olduğunu idrak etmesi içindir. Yani kıldığımız namazı yüce Allah ile görüşüyormuş gibi huşu içinde kılmanın yanında, o namaz ki bizleri Allahın razı olacağı her türlü güzel işe yöneltmeli, razı olmayacağı kötü ve zararlı olan her şeyden de bizi uzaklaştırmalıdır.

Maun Suresinde; ‘1.Dini yalanlayanı gördün mü? 2.İşte O'dur yetimi şiddetle iten, 3.Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen, 4.Vay o namaz kılanların haline, 5.Ki onlar, kıldıkları namazdan gafildirler. 6.Ki onlar, gösteriş yaparlar, 7.Ve zekâtı da men ederler.’ buyrulmaktadır.

Biz müminleri kötülüklerden uzaklaştırmayan, iyi ve güzel olan şeylere sevk ettirmeden kılınan namazlar için ‘Vay o namaz kılanların haline. Ki onlar, namazlarından gafildirler’ diye buyurmuştur. Böylece namazın ne manaya geldiğini ve nasıl bir ahlaki özelliğe sevk etmesi gerektiğini idrak edemeyen biz müminler için, namazın nasıl bir ruh haliyle ve nasıl bir ameli düşünce ile kılınması gerektiğini hatırlatmıştır.

‘Andolsun ki; insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız’. (Kaf Suresi16) diye buyuran yüce rabbimize, müminin miracı olan namaz ile daha da yaklaşacağı mutlaktır. İşte bu yüzden olsa gerek, kulun kalbini en çok burada kurcalıyor olması bundan dolayı olsa gerektir.

Çünkü namazını huşu ile kılamayan ve namazında ihlâs ve ihsanı yakalayamayan müminlerin tuzağına daha kolay düşeceğini bilmektedir. Bu yüzden namazda kullara vesvese vermektedir. Bu yüzden şeytanın tek hedefi kalptir. Tek emeli; kalbi bozmak, onu işe yaramaz hale getirmektir. Yani namazdaki vesvese şeytanın işidir. Şeytandan kaynaklanan bir musibettir.

Şeytanın hedef tahtası olan kalp ile ilgili birkaç ayet zikredecek olursak: "Bilin ki, Allah kişinin kalbine ondan daha yakındır."(Enfal Sûresi 24) "Kim Allah'a iman ederse, Allah onun kalbine hidayet verir." (Teğâbün Sûresi 11) "Kalbler ancak Allah'ın zikriyle huzura kavuşur." (Ra'd Sûresi, 28) "İmanlarına iman katmak için mü'minlerin kalblerine sükûnet ve emniyet veren Odur." (Fetih Sûresi 4) "Allah size imanı sevdirdi, onu kalblerinize benimsetti." (Hucurât Sûresi 7) "Mü'minler o kimselerdir ki, Allah'ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer." (Enfal Sûresi 2)
Yüzlerce ayetten sadece mealini verdiğimiz bu birkaç ayetti kerimeden, kalbin şu özelliklerini öğreniyoruz: 1. Allah kalbe yakındır. 2. Allah kalbe hidayet verir. 3. Kalp Allah'ın zikriyle huzura kavuşur. 4. Allah kalbe sükûnet ve emniyet verir. 5. Allah imanı kalplere benimsetir.
Bu ir kaç ayetten de anlaşılacağı üzere, kalp imanın merkezidir. Hidayetin, sükûnun, huzurun bütün duygularımızın merkezidir. Şeytan kuldaki bütün iyilik ve güzellikleri yok etmek, müminleri yaratanından uzaklaştırmak için her düzenbazlıkları, hile ve oyunları yapar.
Şeytanın bu hile ve oyunlarına yakalanmaktan kalbimizi temiz ve uzak tutmak öncelikli meselemiz olmalıdır. Yoksa kalp bir kere bozuldu mu, bütün beden ve duygular bozulur.

Bir hadisinde peygamberimiz; "Dikkat ediniz! Bedende bir et parçası vardır; o düzeldiğinde bütün beden düzelir, o bozulduğunda da bütün beden bozulur" buyurmaktadır.

Kalbin Allah’a yaklaşmasını engellemek ve tuzağına düşürmek için yaptığı LEMME hadis âlimleri tarafından ‘şeytanın inmesi, yakınlığı, dokunması ve vesvesesi’ olarak açıklanırken, meleğin güzel işler için yaptığı LEMME ise ‘ilham’ olarak izah edilmiştir.

Bu sebeple lemme; şeytan ve meleğin kalpteki merkez üssü, karargâh kurduğu yer ve irtibata geçtiği haberleşme santralidir. Şeytan kalbe sürekli vesvese okları atarak insanı şüpheye, küfre, isyana, kötüye, zararlı olana ve dolayısıyla hep günaha teşvik eder. Hele bir de yer etmeye başlarsa hakkı ve hakikati reddetmeye kadar götürür. Melek ise ilham vererek, hayra, güzel olan, sevap olan işlere, hakka ve hakikate çağırır.

Bahsetmeye çalıştığımız namazdaki vesvese de şeytanın kalbe yaptığı lemmesidir. İnsanın Allah’a en yakın olduğu yerde, yani namazda insana musallat olmaktadır. Onu kendimizden uzak utmak için, namazlarımızı ihlâsla, ihsanla ve huşu içinde kılmalıyız. Bunu da öncelikle Allah’ın huzuruna durduğumuz bilinciyle namaz kılmakla, miraçtaymış gibi, yani onu görüyormuş gibi namaz kılmakla başarabiliriz.

İnsanlar valinin, kaymakamın, sıradan bir müdürün karşısına çıkacak olduğunda günler öncesinden hazırlanmaya başlarken, çıkacağı makamdaki kişinin hoşlanmayacağı işleri kulağına gider diye korkup kendine çeki düzen veririz. Ancak günde beş defa namaz için huzuruna durduğumuz halde; bizlerin yaptığı, yapacağı ve yapmayı kalbinden geçirdiği her şeyi bildiğini kabul ettiğimiz yüce yaratanın yasak ettiği amellerden uzak durup, kendimizi onun huzuruna çıkmaya hazırlamamız gerekmez mi? Evet gerekir.

Namazdan sonra günaha yönelmek isteyen kul, şimdi Allah’ın huzurundan ayrıldım. Biraz sonra sonraki namaz için yine onun karşısına duracağım diye düşünüp, günaha girmekten kaçınmakla başarabiliriz. Onun için diyoruz ki; namaz bizi kötülüklerden uzaklaştırmalıdır. Bu bilince ve maharete ulaşamadan kıldığımız namazlar için yüce Rabbim ‘vay o namaz kılanların haline’ diyor.
Yüce peygamberimizin ‘namazda kim dünyalık bir şey düşünmeden, ihsan ve ihlâsla namazını kılarsa ona hırkamı vereceğim’ demişti. Dünyadayken cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Hz Ali (r.a.) ben kılarım demişti. Ancak namazında ‘acaba eski olanı mı verecek, yeni olanı mı verecek’ diye düşündüğünü hatırlayacak olursak; bunu başardığımda sorunu çözmüş, namazı gerektiği kılmayı başarmış ve miracımızı layıkıyla gerçekleştirmiş oluruz.

Yüce Rabbim namazlarında istenen ihsan ve ihlâsla namaz kılabilen kullarından olmayı bizlere nasip etsin. Rabbim şahsımıza(ruhumuza ve bedenimize), ailemize, topluma ve çevremize zarar veren kötülüklerden ve zararlı şeylerden uzaklaşmamızı sağlayan namazı kılmayı nasip etsin. Amin!

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder