11 Ocak 2012 Çarşamba

BÖYLE GELEN BÖYLE GİTMESİN


Kötü bir eylemin / fiilin yapıldığı, yapılmaya devam edildiği durumlarda, ya da yapılmasının devam edilmesi yanlısı kimselerin dillerinden hep duymuşuzdur. Burası falanca köy kardeşim dinlemezler. Burası falanca yer kardeşim, bu insanların hakkından gelinmez. Bunlar / burası çok kötü bir yer dinlemezler.

Bu söyleyen kişilere şöyle bir bakıyorum çoğu zaman. Ya kendisi de o kötülüğü en iyi yapanlardan birisi olduğu için, yapılan /yaptığı işin kötü olduğu dile gelmesin ve yapılmaya devam etsin istiyor. Ya da hakikaten söz söylemenin kar etmeyeceğini ve o insanların sözden meramdan anlamayacaklarını düşündüğü için böyle konuşuyor. Bu ikincisini düşündüğü için söyleyenlerin azınlıkta olduğunu da hemen belirteyim.

Ya arkadaş sen neden bahsediyorsun diyecekler tabiatıyla olabilir. Toplum içinde dini, ahlaki ve edebi kurallara uyma konusundaki vurdumduymazlık ve neme lazım deme hastalığımızdan bahsetmeye çalışıyorum. Dinin ve devletin insanların tolum halinde yaşarken birbirlerine zarar vermeden, hakkaniyet ölçülerinde yaşanması için koyduğu kanun ve kuralları nasıl hiçe saymaya çalıştığımızdan ve böylece diğer insanların haklarını çiğnediğimizden bahsetmeye çalışıyorum.

Trafik kanunları; hız sınırı koymuş, alkollü araç kullanma yasağı koymuş, hatalı solama yasağı koymuş, tonaj yasağı koymuş, emniyet kemeri, ehliyet şartı, vs. hele o gece yolculuğunda uzun farı söndürmeyip karşıdan gelen araç şöfürünün gözüne tutanlara söyleyecek söz bulamıyorum zaten. Boş ver bir şey olmaz deyip kurallara uymuyoruz. Sonra yapmış olduğumuz kural hatasının yol açtığı açı durumlarla karşı karşıya kalıp, telafisi mümkün olmayan sonuçlar çıkıyor ortaya. Mal kayıplarıyla, yaralanmalar ve ölümler oluyor. Bizim yüzümüzden trafikte hiç hatası olmayan insanlar bu şekilde zarar görüyor.

İyiyi kötüden ayırt edebilsin diye yüce rabbim akıl nimetini vermiş biz insanoğluna. Dinin kuralarını koyarken, insanlığın iyiliğine olacak her şeyi emretme ve kötülüğüne olan her şeyi de yasaklayıp men etme noktasında belirleyip peygamberleri aracılığıyla bildirmiş. Bireysel olarak herkes kendini bu kurallara göre uyarlasın. En güzel din olarak belirledi dine uygun olarak yaşayarak toplumun ve dünyanın huzuru ve güvenliği sağlansın istemiştir.

Peki, biz ne yapıyoruz? Yaptığımız ve yapacağımız eylemlerin iyiliğinden ve kötülüğünden çok, insanların zararına mı, faydasına mı? olduğunu düşünmüyoruz. Dini kurallara uygun mu, değil mi? Düşünmüyoruz. Ahlaki mi? Edebi mi? Diye düşünmüyoruz. Aslında yaptığımızın yanlış olduğunu biliyoruz. Nefsi emmaremize yenik düşerek, kötü fiilimizin devamını istediğimiz için, böyle gelmiş böyle gider biz onu değiştiremeyiz. Burası falan köy, burası falan yer, bu güne kadar hep böyleydi, bundan sonra da değişmez fikri ileri sürülür. Bu fikir ‘bırak insanların aklına iyiliği getirme, kötü olduğunu söyleyip insanları ikna edeceksin biz kötülüğü yapanlar olarak azınlıkta kalacağız, yaptığımız işin kötülüğü meydana çıkacak ve rahatça yapamaz hale geleceğiz’ şeklinde bunu anlamak iyiliği ve güzelliği, dine ve ahlaki kurallara uygunluğu isteyenler için zor olmasa gerektir.

Yalan söylemek, hırsızlık yapmak, küfür etmek, dedi kodu ve gıybet etmek, iftira atmak, sebep ne olursa olsun insanları ve hayvanları dövmek, içki içmek, kumar oynamak, karaborsa uygulamak, yenmesi ve içilmesi haram olan gıdaları satmak, toplumu rahatsız edici şekilde kokularla (sarımsak, soğan, hayvan pisliği, vs.) topluma çıkıp rahatsız etmek, gibi örnekler çoğaltılabilir. Bunların her birinde kul hakkı vardır. Dini, ahlaki ve edebi kurallara uygun değildir. Sigara içip dumanı ve kokusuyla diğer insanları rahatsız etmekte aynı bunlar gibidir.

İçki içmek ve domuz eti gibi haram olan fiilleri işleyerek kendi nefsimize kötülük etmiş oluruz ve Allahın yasaklarına uymamış, namaz ve oruç gibi emirleri eda etmeyerek de yine Rabbimize karşı kulluk görevimizi yerine getirmediğimiz için, ona karşı sorumlu oluruz. Ceza olarak cehenneme de girsek, tövbe ederek rabbimizin affına da mazhar olsak bu biz kulların kendi başına yaratanla hesabıdır.

Ancak direk kul hakkına giren ve içki içip onun verdiği sarhoşluktan dolayı başkalarına sözlü veya eylemli saldırma sonucu da kul hakkı doğar. Özellikle toplumun ortak kullanım alanı olan kapalı alanda (kahve, köy odası, bakkal/market, hayır veya düğün daveti ve toplantı salonu/odası veya evi, düğün salonu gibi kapalı yerlerde sigara içildiğinde dumanı başta olmak üzere kokusuyla, sarımsak vs insanlara rahatsızlık veren şeyleri yiyip gelerek kokusuyla insanları rahatsız etmekten de kul hakkı doğar. Biz bunu kabul etsek de doğar, etmesek de doğar.

Bunların dile gelip bilinip anlaşılıp dine ve ahlaka uygun yaşantıya çağıran ‘iyiliği emir ve kötülükten nehiy’ görevi yapmaya çalışan insanları ‘sen karışma, boş ver böyle gelmiş böyle gider.’ Ya da şimdiye kadar hep yapıyorduk’ gibi argümanlar bizi kıyamet günü, huzuru ilahide kul hakkından kurtarmayacaktır.

Kuran-ı kerimde; kul hakkıyla gelmeyin. Diğer günahlarınızı tövbe edip duanız karşılığında affedebilirim. Ancak kul hakkını kendisi helal edip bağışlamadıkça ben rabbiniz olarak bir şey yapamam mahiyetindeki ayeti kerimeyi de hatırlayalım. Ayeti hemen hatırlayamadığım için bununla yetiniyorum. Aslında bu hak ve adalet duygusunun dindeki özünü yansıtır. Şüphesiz rabbimiz adildir. Her hakkı hak sahibine er veya geç, hem dünyada hem de ahirette adilce verir. Adaleti adilce dağıtır.

Tıpkı Hızır aleyhisselam ile bir insanın arasında vuku bulan şu hadise de olduğu gibi. Kısaca olay şöyle; bir adam rabbim adaletin bu mu? Bu nasıl adalet, herkesin yaptığı yanına kalıyor. Diye söylenirken, Hızır yanına gelir ve ‘ne söylenip duruyorsun. Allahın adaletinden şüphen mi var?’ Dedikten sonra ‘bak sana rabbimin adaletini göstereyim’ der. Şimdi şu çeşmenin yanındaki ağaca çık ve olanları gözle, hiçbir şeye karışma, ben geleceğim’ der gider.

Bir atlı gelir çeşmeye atını sularken bir kese para ve altını çeşmenin üzerinde unutur gider. Az sonra bir çocuk çeşmede suyunu içer keseyi alır gider. Ardından bir topal gelip su içerken, atlı keseyi aramaya gelir ve ‘sen mi aldın benim keseyi’ deyip topalı öldürür ve gider.

Hızır geri döndüğünde ‘gördün mü Allahın adaletini’ diye sorduğunda, ‘nasıl adalet, topal suçsuz yere öldü, keseyi çocuk aldı gitti’ diye bitirir sözünü ki.

Hızır anlatır işin özünü: ‘Olanlarda adaletsizlik yok. Atlı çocuğun babasına ait olan ve babası öldüğünde kendisine kalacak olan ve hakkı olan mirası aldı. Çünkü o atlı onun babasına zor kullanarak imza attırıp elinde ne var ne yoksa alarak satıp başka bir yere göç ediyordu. Kesenin içindekiler çocuğun babasının malıydı.’ Dedi.

Adam söze girdi. ‘Topal niye öldü. Onun ölmesindeki adalet nerde. Adam suçsuz yere öldü’ diye.

Hızır yine ‘suçsuz yere ölmedi. O topal da vakti zamanında o atlının babasını öldürmüştü’ diyerek, Allahın adaletini göstermiş oldu. Yaptığımız kötülüklerin ve küçük büyük haksızlıklarımızın hem dünya da hem öbür âlem de mutlaka bir karşılığı olacaktır. Mutlaka cezası olacaktır.

Bu hakikati vurgulamak için dilimizde deyim haline gelmiş sözler çoktur. Bunlardan bazıları; “Harama uçkur çözme”, “Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yeme”, “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste”, “Kula bela gelmez Hak yazmadıkça; Hak bela yazmaz kul azmadıkça” gibi sözlerdir.

Yüce rabbim ‘Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.’ (Bakara 42) ‘İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.’ (Şuara 183)

Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyururlar: "Bir kimse kardeşinin haysiyetine yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden (kıyamet) önce helâlleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir." (Buhari mezalim 10)

Bu hakikatleri bilerek hep iyiliği ve güzelliği arayalım. Kötülükleri düzeltelim. Değiştirelim. Buna da önce kendimizden başlayalım. Herkes kendini ve kendisine ait olanı düzeltirse dünya düzelir zaten.

Ama biz insanoğluna düzelmeye, dini ve ahlaki davranışları benimsemeye kendimizden başlamayıp diğer insanları da buna teşvik etmek bir yana dursun. Bunu yapmadığımız gibi ‘herkes böyle yapıyor. Bir tek ben miyim? Ooo! Bu devirde nerde bulacaksın onu yapacak insanı’ gibi sözler ileri sürerek, kötü olsa da bildiğimizi yapmaya devam edeceğimizi adeta haykırırız.

Biz Allah’ı severiz bildiğimizi ve dediğimizi yaparız diyerek Allah’ı severiz diye kendimizi kandırma noktasından, biz Allah’ı severiz onun dediğini ve istediğini yaparız noktasına gelmek gerekir. Yüce Rabbim cümlemize bu hakikati görüp, bu istikamette yaşamak nasip eylesin.

Kötüyü değil, akıllı insanlar iyiyi ve güzeli, yararsız ve zararlı şeyleri değil, faydalı ve yararlı şeyleri ayırt edecek kabiliyette yaratılmıştır. Hesabı sonra sorulmak üzere iradesi eline verilmiştir.

Hesap gününde zorda kalmamak için bu günden tezi yok. Böyle gelen böyle gitmesin. Yaşadığımız yer neresi olursa olsun, bunun için herkesin yapabileceği bir şeyler olmalı. Buna da öncelikle herkes kendinden başlamalı.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder