14 Şubat 2016 Pazar

OYUN İÇİNDE OYUNLAR VAR




Asırlardır emperyalist ülkelerin düşmanlarını içerden vurmayı en başarılı yöntem olarak görmeleri ve bu yönde çalışmalar yapmaları görmezden gelinemeyecek gerçek bir durumdur. Özellikle yüce yaratanın dinini hayatlarımızda hâkim kılmak isteyen biz Müslümanları alt etmek için ne kadar askeri ve mali yöntemlere başvursalar da her zaman yüce Allah’ın da yardımıyla bunu başaramamışlardı. Bundan sonra da başaramayacaklar.

Bundan sonra da islamı yeryüzünden silmek isteyenlere karşı Allah’ın dinini hâkim kılmak isteyen Müslümanların birlik beraberlik içinde mücadele ettiği sürece bunu asla başaramayacaklarını biliyorlar. Çünkü bunu Kuran-ı Kerim hemen aklımıza geliveren birkaç ayetinde ‘"Şüphesiz zikri (Kur'an'ı) biz indirdik ve onun koruyucuları da elbette biziz." (Hicr 9) "Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O'na asla ağır gelmez." (Bakara 255) "...Siz; bir ateş uçurumunun tam kenarında iken, sizi oradan doğru yola eresiniz diye kurtardı." (Ali İmran 103) "Sizin O'ndan başka taptıklarınız, ne size yardıma güç getirebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler." (Araf 197) buyrulduğunu görüyoruz.


Peygamberimiz amcasının oğlu Abdullah b. Abbas’a yaptığı nasihatinde şöyle buyurmuştur: “Sen, Allah’ın dinini koru ki, Allah da seni korusun. Allah’ın dinini koru, O’nu yanında bulursun. Bir şey istediğinde Allah’tan iste. Bir yardım dilediğinde Allah’tan dile. İyi bil ki, bütün insanlar sana bir fayda temin etmek için bir araya gelseler, Allah’ın sana yazdığından başka hiçbir menfaat sağlayamayacaklardır. Yine bütün insanlar sana bir zarar vermek için birleşse, Allah’ın takdir ettiğinden başka hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Kalemler kurudu. Sayfalar dürüldü.” 8Tirmizi, Kıyâme 59)
Tarihte Allah rızası için Allah’ın dinini hâkim ve üstün kılmak için yapılan mücadelelerde her daim Müslümanlara yardım etmiştir. Birkaç örnek verecek olursak;

-Yusuf peygamberin kuyudan kurtulup dinin düşmanı firavunun sarayında büyümesi ve hazinenin başına geçmesi.

-İbrahim peygamberin nemrutun ateşinde yanmayıp o büyük ateşin göle dönüşmesi.

-Ebrehe’nin fillerinin Kâbe’ye yürümemesi, ebabil kuşlarının Ebrehe’nin askerini ağızlarında taşıdıkları mercimek büyüklüğündeki ateş parçası taşlarla bozguna uğratması.

-Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın sayıca kat kat üstün olan müşriklere karşı muzaffer kılınıp İslam devletinin temellerini atması durdurulamamıştı.

-Ertuğrul Gazi’nin ve devamında oğlu Osman Gazinin liderliğinde süren mücadelenin sonucunda onca ihanete ve içten yıkma girişimine karşı Osmanlı İmparatorluğunun temellerini atması durdurulamamıştı.

-Çanakkale savaşında ordu ve yönetim içindeki mandacıların, devşirme komutanların hain emelleri olsa da yoklular içindeki Salih kulların Allah’ın dinini koruma ve hâkim kılma mücadelesi yazılan bir destanla nihayete ermişti.

Daha bunun gibi onlarca, belki yüzlerce örnek aktarılabilir. İşte bu örneklerde görüldüğü üzere Allah’ın dinini ve o dinin koruma altına aldığı insanlığın haksız yere; can, din, mal, dil ve namus güvenliğini sağlamanın garantisi olan Müslümanları yenmenin onları birbirleriyle savaştırarak olabileceğini anladılar.

Bu sebeple Müslümanları birlik halinde hareket edemeyen, dinlerini doğru dürüst öğrenemeyen, içi boşaltılmış hurafelerle doldurma yoluna gitmişlerdir. Sevgi, barış, kardeşlik, birlik ve beraberlik gibi dini duyguları manipüle edip; kurana bağlı dini yaşantıyı yozlaştırmak istemişlerdir.

Müslüman’ı Müslüman ile durdurmaya, birbirlerine kırdırmaya niyet etmişlerdi. İran ile ırak’ı sekiz sene savaştırdılar. Biz henüz bilmesek de; İran zaten onlarındı. Sonra ırak’a1991 de ve 2002 de iki kez saldırıp işgal edebilmişlerdi. Afganistan’ı El kaide ve Taliban adındaki iki oluşumla diz çöktürüp 11 Eylül saldırısını bahane ederek işgal etmişlerdi. Şimdi İşid ile Suriye’ye diz çöktürmek isterlerken, Esed’in yanlış tutumu sonucu kendi halkına acımasızca saldırılarıyla yerlerde süründürüyorlar.


İnternette fenomen olmuş bir köşe yazarı var. Bi-Simit mahlasıyla yazılar yazıyor. Çok sık yazmıyor. Ayda bir, iki üç ayda bir uzunca yazılar yazıyor. O yazdığı yazılardan biri olan ‘Pensilvanya’nın Hikâyesi’ adlı 15 Agustos 2014 tarihli yazısının son bölümünde Quakerism diye olgudan bahsediyor.

Özet olarak şunları söylüyor:  "Quakerism’in temelinde bütün dindarları veya toplumları kapsayıcılık vardır. Quakeristlerin ismi pek duyulmasa da Amerika tarihinde çok büyük rolleri vardır.
İkiyüzlü Hipokratların sevgi, barış, kardeşlik gibi duyguları manipüle etmede üzerlerine yoktur. İngiliz krallığının Amerika’da ortaya çıkacak düşünce ve din yapısını nihilist bir algıya oturtmak için; yeni bir toplumsal anlayış içerisinde dinler arası diyalog gibi süslü kelimeler eşliğinde kardeşlik, sevgi, barış sunmak diye ortaya çıksa da asıl amacın Hristiyanlığı nihilist bir din haline getirmekti.

Bu amacı gerçekleştirme de Pensilvanya’nın kurucularından William Penn başı çekmektedir. Philadelphia eyaletinin de kurucularından olan William Penn “Dinler Arası Diyalog” çalışmalarını yapmak için kendisine bir üst seçmiş ve bu akımın merkezi olan bu yere de kendi ismini olan Pennsilvanya ismini vermişti.

İkiyüzlü Hipokratlar diye bahsettiği ve İngilizlerin başı çektiği Avrupalılar Amerika’ya göç ettiklerinde Kızılderilileri planlı bir şekilde katletmişler, ancak Kızılderililere karşı zayiatlar vermişlerdi. İşte bu noktada William Penn insanların kardeşliğini bahane ederek Kızılderililerle iyi ilişkiler kurmuş, kendince barışçıl bir figür olarak görünerek arka planda Kızılderililerin katliamı için muhbirlik yaparak zayiatların önüne geçmiştir.
Sonrasında Hristiyanlık dinini nihilist bir din haline getiren, İsa’nın, onların deyimiyle Tanrının, Hz Meryem’in kutsiyetinin içini boşaltan William Penn mutlak bir başarı yakalamıştır. Ancak William Penn’den çok sonra hiç planda olmayan şeyler olacaktır. Asıl önemli olan kısımlar bunlar. Lütfen dikkatli okuyun.

19 ve 20. yüzyıldan sonra İslamiyet Avrupa’da ve Amerika’da ses getirmeye başlamış, Hristiyanlığın nihilizminin kalpte oluşturduğu boşlukları doldurmaya çalışan Avrupa ve Amerikalılar İslam’a yönelmeye başladılar. Bu hesapta olmayan bir hareket oldu. İnsanların İslam’a akın etmesi engellenemezdi. O zaman akın edecekleri din üzerine operasyon yapmak daha mantıklı olacaktı.

Peki hangi ülkeden, kimi seçmeliydi bu operasyon için. İslam dünyasına bu güne dek Türkiye’den başka ağabeylik eden hiç bir ülke olmamıştı. Bunun bilincinde olan İngiltere Krallığı Türkiye’nin en etkin vaizlerinden birinin kendi ülkesinde köşeye sıkışmasını sağlayıp operasyon merkezleri olan Pensilvanya’ya taşınma ve faaliyetlerine oradan devam ettiği müddetçe kendisine ve cemiyetine sahip çıkma sözü vermişti.

İslam’ın gelecekte mutlak olmanın dışında tek din olarak ayakta kalacağını da biliyorlardı. İngiltere Krallığı önderliğinde Türkiye’nin dinini deforme ettiğinde hiç bir sorun olmayacağına kanaat getirmişti. Bu yüzden Türkiye’de en etkin insanlardan birini seçip bu ülkenin, bu milletin dinini boşaltıp William Penn’in başlattığı hareketi sürdürme kararı almışlardı. Pensilvanya’da William Penn’in Hristiyanlığı tahrif etme amaçlı kurduğu Dinler Arası Diyalog toplumunun başına artık Müslüman bir Türk geçmişti. Hristiyanlığın içi boşalmıştı. Sıra akın akın İslam’a koşanların umudunu burada da kırıp toplumu tamamen Allahsız bırakmak, hizmet ettikleri Şeytanın hala direnen kibrini okşamaktı. "
İşte dostlar öyle söylendiği gibi Pensilvanya peygamberin Medine’ye hicret ettiği gibi hicret edilen bir yer değildir. Kaderin üstünde bir kader olduğu gibi şeytani planların içinde de şeytani planların var olduğunu unutmamalıyız. Bu ülkeyi ellerimizden, bu dini kalbimizden sökemeyeceklerini anlamaları gerek.

Bilinçli olmamız gerek. Kuranı peygamberimizin hadisleri ışığında bize tebliğ edilen islam’ı iyi öğrenmemiz gerek. Birilerinin piyonu olan biri çıkar ben hocayım "kuranda başörtüsü yok; başörtüsü furuattır " der. Diğeri "namaz yoktur" der. Diğeri "tavuktan kurban olur" der. Diğeri "ne diye hacca gidip, Araplara para yediriyorsunuz" der. Diğeri "Hz Adem’in de babası var" der.
Pensilvanya da Hristiyanlıktan sonra İslam’a nihilist yaklaşım getirerek içini boşaltma çalışmalarıyla kalsa yine iyi. El kaide gibi, Hizbullah gibi, boko haram gibi, en nihayetinde İşid veya daiş gibi örgütlerle İslam’ı terörize ederek dünya halklarını İslam’dan soğutmak da var.

Bu örgütlerin hiç biri İngiltere ve diğer İslam düşmanı emperyal devletlerin emellerine aykırı eylem ve saldırı yapamaz. Onlar izin vermezse karıncayı bile öldüremezler.
Bi-Simit bir başka yazısı olan ‘James Foley katliamı ve İngiltere’nin Obama’yı Tehdidi’ adlı yazısında özet olarak İŞİD hakkında şunları söylüyor;

"Bir taşla bir kaç kuş vurmak deyimi bizim Osmanlı’dan çalındı ama 100 yıllık uykuda bunu pratiğe dökenler İngilizler oldu. İngiltere yine bir taşla bir kaç kuş vurmayı planladı. Hem İslam’a sıcak bakmaya çalışan Obama tehdit edilecekti. Hem Ortadoğu’da yaptığı röportajlarla İslam’a sıcak bakılmasına sebep olacak mesajlar gönderen Rachel Corrie’yi buldozerle ezerek ortadan kaldıracaklardı. Hem İşid’in acımasızlığını İslam ile bağdaşlaştıracaklardı.
Hem sözde İşid terör örgütünün dilinden düşürmediği Halifelik kelimesinden bütün dünya soğuyacaktı. Hem Türkiye’nin kirlenmiş bir hilafet kelimesi ile tekrar ayağa kalkmasını engelleyeceklerdi. Hem Ortadoğu’ya demokrasi götürmek için daha yapacak çok işimiz var denilecekti.
Ha bir de James Foley diye bir ABD vatandaşı güya Müslüman olmadığı için kameraların gözü önünde başı kesilmişti.
Savaş muhabiri James Foley’de insan olmayı tercih etmişti.  İsrail’i eleştiriyordu. ABD’yi eleştiriyordu. İngiltere’yi eleştiriyordu. Bu yüzden James Foley yaşamamalıydı. Ama dünyaya ‘İslam karşıtı bu teröristi, İşid İslam devleti adına öldürüyoruz’ demişlerdi.

Mesaj yerini buldu. Obama, Türkiye, Rusya, Erdoğan, İslam, Hilafet, Terörizm anahtar kelimeleri silsilesi bütün beyinleri meşgul ederken Filistin unutulacak, Suriye unutulacak, Irak unutulacak, Somali, Myanmar, Doğu Türkistan unutulacak. Akıllarda sadece terör ve İslam ile çevrelenmiş bir İşid kalacaktı. Yerseniz! Yediniz mi? Saymadım bir taşla kaç kuş vurmak istediklerini ve kaçını vurabildiklerini. Siz saydınız mı? "


Bi-Simit’in yazısında eksik bıraktığı kuşlardan birini de biz ilave edelim; bana göre en önemlisi de Türkiye ve tabiî ki her türlü oyun, operasyon ve darbe girişimine rağmen iktidardan indiremedikleri hükümet İslam diyorlar deyip İşid’e sahip çıkacaktı. Hatta bunun için ‘Türkiye İşid’e destek veriyor’ diye dillendirip önünü bile aralamışlardı. Adamlar ölümle tehdit dahil, maddi ve manevi her yolu kullanıyorlar emellerine ulaşmak için. Her lağım çukuruna giriyorlar. Her şekile ve kılığa giriyorlar.

Bura da yine TRT 1 de Cuma günleri yayınlanan Filinta Mustafa dizisinde yüce meclis denen oluşumun Osmanlı padişahını darbeyle indirmesi, hain paşanın gözünü kırpmadan istihbaratın başı Mustafa’yı vurdurması geldi aklıma. Padişah’ın kendi onayı ile getirdiği ordu komutanı paşaların hepsi hain nasıl olur?
Sonra da başından beri anlattığımız pensilvanya kurgusu marifetiyle günümüzde Mit müsteşarı Hakan Fidan’a ve İslam Ülkeleri istihbarat örgütlerinin başına getirilen Emre Taner’e kurulan kumpas ve derdest etme girişimleri geldi aklıma.

Tarihte hep olduğu gibi Müslümanlar Allah’ın dinini hâkim kılmak için mücadele ettiği sürece; Allah da Müslümanlardan yardımını esirgemeyecektir. Onları bazen yenilgiyle sınasa da sonunda muzaffer kılacaktır. Bu yazımızı da Sezai Karakoç’un dizeleriyle bitirelim:

"Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır... "


Feyzullah Kırca

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder