12 Haziran 2015 Cuma

UHUT’TAN300 MÜNAFIK KAÇTI




Tıpkı bugün şahsi çıkarları için ülkemizin düşmanlarıyla iş tutan, kirli emellerini gerçekleştirmek için her türlü oyunu ve düzeni kendilerine mubah gören paralel çetenin seçim sonuçlarına; İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet edasıyla sevindiklerini görmekteyiz. 

Ama unuttukları bir şey var. Uhut savaşı sırasında münafıkların lideri Abdullah bin Übey, “Ey ahali, biz ne diye kendimizi öldürteceğiz, bir türlü anlamadık!” diyerek 300 münafığı yanına çekerek Medine’ye geri dönmüştü. Peygamberimizin sonuç ne olursa olsun ben izin verene kadar sakın bu tepeyi terk etmeyin diye yerleştirdiği 50 okçu düşmanın kaçtığını görüp savaşı kazandık diye terk etmesi sonucu Uhut Savaşının kaybedilmesine, hz Hamza ile birlikte 70 Müslüman’ın şehit edilmesine müşriklerle birlikte savaş meydanını terk eden o 300 münafık da sevinmişlerdi. Münafıklarına ve Müslümanları arkadan vurmak istemelerine rağmen sonunda peygamberimizin öncülüğünde onların Mekke’yi fethetmesine asla engel olamamışlardı. 

Onların ağa babaları her türlü saldırı, ihanetlere rağmen, Selehaddin-i Eyyübi’nin ordusunun Kudüs’ü fethetmesine engel olamamışlardı.

1071 de Malazgirt’te beyaz elbisesini ak kefen olarak giyen Alparslan ve ordusunun Anadolu’ya girişine engel olamamışlardı.

Süleyman Şah Halep yakınlarında ölse de oğlu Ertuğrul’un soyunun Osmanlı’yı kurmasını ve İstanbul’u fethetmesini engelleyememişlerdi. 

Çanakkale de alamadıklarını bugünkü paralel çete zihniyetli (kandırılmış alt tabakayı kast etmiyorum) insanların Siyonist ve sömürgeci ağalarına yaranmak isteyen diğer din düşmanlarıyla birlikte ülkesine tuzaklar kuranlar gibi mandacı zihniyetin eliyle komutam ve yönetici diye devşirdiklerinin marifetiyle masada vermişiz. Bugün de yapılmak istenen budur. 

Orta doğu da ve dünyanın dört bir yanında kim kimi vuruyor belli değil. Öldüren de, Ölen de Allahüekber diye bağırıyor. Silah satıp parasını kazanıyorlar. Birlik olup asıl düşmanlarımız olan, o sömürgeci ve İslam düşmanı haçlı zihniyetlerine karşı her alanda mücadele etmek varken; biz Müslümanları birbirimize öldürtüp, halklarımız can derdindeyken yer altı ve yerüstü varlılarımızı soyuyorlar. Göz göre göre çalıyorlar. Halklarımızı birbirleriyle savaştırıp yok ederken, keyifle kahkahalarını atıyorlar. 

İnsanımız kime inanacağını şaşırmış bir durumda. Kimi mehdilik ilan ediyor, okullar açıyor. Peşinden İslam’a gelin diye dünya insanlarını mehdilik iddiasıyla peşinden çağırırken; Allahın örtünme emrini görmezden gelip o dinin aslı değil, furuatından diyebiliyor. Dünyanın dört bir yanı zulüm altında inlerken, Londra, Washington, Tel Aviv, Vatikan, Paris, Berlin, Rusya, Tahran, merkezli terör örgütleri dinin adını kullanarak güya İslam devleti kurmak için katliamlar yapıyorlar.

Güya bunların düşmanı Tahran, siz ne yapıyorsunuz dediği yok. Danışıklı düşman İsrail, onun hamileri ABD ve Vatikan merkezli Avrupa ülkeleriyle al gülüm ver gülümler de. Bir taş atımı mesabesinde dediği Kudüs zalimi İsrail’e elinde her türlü imkân olmasına rağmen taş bile attığı yok. Ama İslam’ın lider ülkesi olduğunu savunuyor yıllardır. Diğer bir İslam merkezi Suudi Arabistan krala rağmen halkının sesi çıkamayacak bir ülke ve bir diğer liderlik yapabilecek İslam ülkesi olarak görebileceğimiz Mısır’ın durumu zaten içler acısı.  

Abdülhamit Han gibi vatan perver bir lideri içimizdeki ihanet çevrelerinin desteğiyle alaşağı etmiş olan sömürü devletlerinin rahatı epeydir gayet iyiydi. Daha sonrasında Çanakkale de hezimet yaşasalar bile bir şekilde ülkemizin ve İslam inancımızın düşmandan çok daha fazla düşmanı olan ihanet şebekelerinin masa başında verdiği topraklarda Merhum Kemal Atatürk bir şeyler yapıp işgalden kurtarsa da sömürge olmaktan kurtaramamıştı. Çünkü Menderes ve Özal hariç kendisinden sonra gelen hemen bütün liderler yine ülkemiz üzerindeki hesaplarına uygun olarak yönetmeye devam etmişlerdi. Belki biri de 3 beş ay hükümet olup gitmişti.

Yıllar sonra yıllardan bir yıl, günlerden bir gün dirayetli bir lider çıktı. Yanına aldığı mahir bir ekip ile ülkemizi ayağa kaldırmaya ve zalimlerin hakkını savunmaya, mazlumun yaptığının zulüm olduğunu söylemeye ve Müslüman halkların umudu olmaya başlamıştı.

Yıllardır Müslüman çocukları okullarımızda ve dershanelerimizde yetiştiriyoruz diye Müslüman halkımızın zekâtlarını, sadakalarını, kurban derilerini, hatta kafalarını toplayıp umutlarımızı taze tutsunlar diye yardım ettiğimiz cemaat lideri ve yakın çevresinin ülkesine ihanet eden bir sahte mehdi olduğunu öğreniverdik. 

Yüz yıllardır orta doğudan kirli ellerini çekmeyen İngiltere merkezli Siyonistlerin yönettiği ABD nin aşanı olup, yetiştirdiği elemanları kullanarak onların adına dinleme yapmak, şantaj montaj hazırladıkları kasetlerle kirli emellerine sahip çıkmayan veya göz yummayan liderleri devirmekmiş amacı. Kendisine halis niyetlerle inanmış, kandırılmış tabanı bir kenara koyarak söylüyorum ki; Münafıklık böyle bir şey olsa gerek. Sağ gösterip sol vurmak ya da inanmış görünüp kâfirlere hizmet etmekmiş amacı. 

Yollar dikenli olsa da, Allahın yardımıyla Allahın yolundan ayrılmayan kulları sayesinde er veya geç onun vaat ettiği günler gelecektir. Sefer (çaba) inanmış kulların olsa da, zafer mutlaka Allahın olacaktır. İhanet edenler ihanetlerinin bedelini dünyada da, ahrette de ödeyecektir.  

Er veya geç İslam’ın zaferine inana biz Müslümanlar kitap, sünnet, icma ve kıyas’a ilaveten aklımızı da kullanarak oyunların ve tuzakların farkına varmalıyız. Kimin yaptığı neye ve kime hizmet ediyor diye düşünerek hareket etmeliyiz. Kim inancına ve ülkesine hizmet ediyor. Kim şahsi, ırki, maddi çıkarları için veya cemaat çıkarları için ülkesine nasıl ihanet ediyor. Kim ülkesinin yanında dünya mazlumlarını dış servislerin oyunlarından koruyarak birlik beraberlik içinde, servisler ne diyor değil, halkımın ekseriyeti ne diyor diyerek istikbale taşımaya çalışması ilgilendiriyor. Ben sadece bununla ilgileniyorum.

Her insanın ve oluşumun mutlaka hatası ve eksikleri vardır. Yanlışları vardı elbet, herkesi aynı anda memnun etmek çok zordur. Ama bu yanlışlar arasında Siyonist Yahudi uşakları adına ülkemize hiza vermek ve Siyonistlere rağmen yaptığı tüm atılımları durmaya çalışanların hesabının sorulması yoktu. Ülkesinin gizli kalması gereken konuşmalarını izinsiz dinleyip uşaklığını ettiklerine servis edenlere bunun hesabı sorulması yanlış değildi. Bu asla sekteye uğramadan devam etmesi lazım, zaten devam edecektir. 

Güya ülkesine iyilik olsun diye gizlice dinleyip ispiyonlayan sözüm ona mehdi efendinin üst kademe yapılanması; PKK’nın yapıp ettiklerinden, silahların gölgesinde HDP’nin meclise girmesinden hiç rahatsız değiller. Onların mutlaka meclise girmeleri lazım diye her türlü yayını ve her türlü oyunu oynamaktan geri durmadılar. 

Ama Türkiye’yi ayağa kaldıracak bütün atılım hamlelerinden rahatsızlar. Ele geçirdikleri yargı elemanları vasıtasıyla Avrupalı dostlarının iyiliği için engellemeye yönelik her şeyi yapıyorlar. Oldubittiye getirip bunları durdurmak, tek amaçları ülkemizin ayağına nasıl kurşun sıkarız da sahiplerine yaranırız bunun derdindeler. 

Ey saf halkım benim ‘başörtüsü Allah’ın emridir; ister takarsınız, ister takmazsınız. Ama takmayan günaha girer’ bile diyemeyen cemaat liderinin arkasından koşarak mı İslam’ı kurtaracaksınız. Mazluma zulüm eden zalimlere ‘zalim’ diyemeyen mehdiler ile mi kurtaracaksınız İslam’ı. İslam adına kâfirlere değil de, hep Müslümanlara kurşun sıkan terör örgütlerine göz yumarak mı kurtaracaksınız İslam’ı. 

Gelelim; ülkemizdeki tüm terör örgütlerini ve partilerini yanınıza alıp, bilumum medya organlarınız ile desteklediğiniz halde, şantaj-montaj kasetlerle, akla hayale gelmeyecek iftira ve yalanlarınızla halkın gözünden düşürmeye çalışmanıza rağmen  % 41 alan bir partinin karşısında zafer kazandık diye şenlik yapmanıza. 

Yazımızın başında ifade ettiğimiz ve Uhut Savaş meydanında Müslümanları bırakıp giden, sonra da yenilmelerine sevinen 300 münafık aklınızdan hiç çıkmasın. Onlarda sizin gibi sevinmişlerdi. Ama ne onlar, ne de galip gelmesini istedikleri müşrikler ve kâfirler Allah dinini hâkim kılmak isteyen Müslümanların Mekke’nin fethetmesine engel olamamışlardı.

Allah büyüktür. Zifiri karanlıkların ardından mutlaka yine bir ümit ışığı ve aydınlık çıkacaktır. Koalisyon ihtimalini bir daha hiç bir zaman gündeme getirmeyecek bir sistemi kurmamız gerekiyor. Sanırım o da bana göre ya dar bölge sistemli ikinci turda oyların % 51 ini alan partinin güvenoyuna gerek duymaksızın hükümeti kurduğu iki turlu seçim, ya da başkanlıktır. İki turlu seçimde vekillerin yarısı birinci turda seçime giren partilere, diğer yarısının ikinci turda seçime giren iki partiye aldıkları oy oranında dağıtılan bir sistemde geliştirilebilir.

Rabbim bütün kâfirler topluluğunun ve münafıklık alameti göstererek onların destekçisi olan ihanet şebekelerinin tuzaklarına rağmen kendisine giden yolumuzu açık etsin. Rabbim kendisinin razı olduğu tek din olan, dünyevi çıkarlar için ayetlerinin ve hadislerinin görmezden gelinemeyeceği İslam dinini yüceltmek isteyenlerin yar ve yardımcısı olsun. Âmin!

Feyzullah Kırca 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder