12 Şubat 2012 Pazar

PERVANENİN AŞKI


Her şey döner. Canlı cansız her varlık, yeryüzünde bir şekilde döner. Toprak toprağa döner. Yaprak yaprağa döner. Yeşeren ağaç yeşilden kurur yine pervane misali yeşile döner. Başak tohuma tohum katıp, yine tohuma döner. Tohumdan yeşerir, tohuma dönüş evresinden sonra yine tohumdan başağa döner. Kelebek evresini tamamlayıp, yeniden kelebeğe döner. Dünya üzerindeki her şey kendi etrafında döner, aşk ile aşkına döner.

Kendisinde tüm bu pervane olup sevdasına dönen, kendisini ısıtacak olan gündüzlerde güneşine, gecelerde ay ve yıldızlara, karanlık gecelerde muma ve mum ışığına dönen varlıkları üzerinde taşıyan dünya ve bütün bir kâinat kendisi de pervane olup döner. Hakka döner, hakikate döner.

Aşk varlığından haberdar oluş ve varlığının bir farkına varıştır. Gecenin karanlığında pervane kelebeğinin ateşin farkına varıp, onun etrafında döndükleri gibi yaratıcı, yol gösterici ve koruyucuya dönüştür.

Fuzuli’nin meşhur mısralarında:
“Aşk odu evvel düşer ma’şuka, ândan âşıka,
Şem’i gör kim, yanmadan yandırmadı pervâneyi”

Yani “Aşk ateşi önce sevilene düşer, ondan da âşıka sıçrar. Muma bak da gör. Önce kendisi yandı, sonra pervaneyi yaktı” diyor.

Aşk ateşin önce sevilene, sonrada sevene düşer. Sevilende bir ateş yanmalı ki; pervane o ateşi görüp, ona dönsün. Ateşin farkına varsın. Aşkının farkına varsın. Yaratılan cümle zerraatın yaratan güçten Kudret ve Tekvin ‘OL’ ilhamını aldıktan sonra var olduğunu kavrayıp, özüne döner. Şükür ve hamt etme gereği idrak ederek, yaratanına döner. Onun sevgisine ve kulluğuna layık olduğunu göstermeye çalışır. Yandıkça daha çok yanmak ister. Döndükçe daha çok dönmek ister.
Yunus Emre’nin:
“Severim ben seni candan içeri
Yolum vardır bu erkândan içeri.
Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri” dizelerinde ve

Hallacı Mansur’un:
“Hac halk içindir, benim haccım sevgiliyedir Hakk’adır ”
“Onlar koyun kurban ederler, ben ise kendi öz kanımı... ” ,

Sözlerinde de belirttikleri gibi; tek hakikat haktır. Her şey onun içindir. Tek muhtaç olunan odur ve her şey ona döner gerçeğini kabul edip, onunla hem hal olma isteğini ortaya koymak içindir. İlimle, irfanla, arınmış, temiz bir kalp ile öze inmek, hakikate varmak, vahdet sırrına ermek; Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü Hakk’ta görmek ve Hak ile Hak olmaktır.

Bu düşünce ve isteğini ifade eden Hallacı Mansur: ‘Ben hakkım’ anlamına gelen Arapça ‘Ene’l hak’ dediği için darağacında başını vermişti. Hal bu ki; sözüm ve özüm haktır. Ben yaratanı kendimden daha fazla seviyorum. Hak, hakikat ve doğru söz bendedir. Yani Hz Ali’nin deyişiyle: “koskoca bir evreni özünde taşıyan, büyük ve kutsal olan âlemin kendisi (Âlemi Kübra), kâinatın aslı ve cümle yaradılışın aynası olan insandadır; her-şey insanın özündedir, gönlündedir, hiç bir şey ondan ayrı değildir”

Hallacı Mansur ‘Ene’l hak’ dediği için asılırken ya da asıldıktan sonra ruhu göğe yükselirken şeytanla karşılaştığı ve aralarında şu konuşmanın geçtiği ve birbirlerine:

İblis: “Bir kez sen ‘Ene’ dedin, bir kez de ben ‘Ene’ dedim; sen: ‘Ene’l-Hak’ dedin, ben: ‘Ene Hayrun’ dedim. Bana lanet etti, sana rahmet etti; hikmeti nedir? ”

Hallacı Mansur(Hüseyin): “Sen ‘Ene’ derken kendini üstün gördün (benlik davası güttün). Bense ‘Ene’ derken, beni benlikten çıkarıp, benden uzak ettim. ‘Ben Hakk’ınım. Ben onun için varım. Ona layık dost olmak, onunla hem hal olmak içinim. Hal ve söylediğin bu iki durumun hakikati böyledir” dediği rivayet olunur.

Mevlana ve müritlerinin Mevlevi’ce sema dönüşü bu coşku içindir. Bu hazzı ve şevki duyup pervane kelebeğinin; aşkına dönüşünü temsilen, ulu dosta yakınlık hissetmek içindir. Bir el yere bakar ‘topraktan geldik ve toprağa dönülecektir’ der onu ifade eder. Diğer el göğe bakar, dosta el açar ve dostluk dilenir.

Suyun ortasına damlayan damla ile damlanın düştüğü yerden dışa doğru dairesel dalgalar olarak tüm suyu kapsayarak yayılır. Tıpkı ilahi kudretin kâinattaki yaratılmışı kuşattığı gibi tüm suyu kuşatır. Yani su; hareket veren asıl damlaya döner. İlk var olan, hep var olacak yaratıcıya döner. Onu tespih ve zikir eder.

Yani her varlığın bir dönüşü, dönüş şekli vardır. Bir zikri ve zikir şekli vardır. Her varlık kendince kâinatın varlığını tespih ve zikir eder. Ancak bunu her dili bilen, gizli-açık her dili duyan, açıktan söylenmiş ve söylenecek her sözü duyan biri vardır. Hamt etmek ona mahsustur. Dostluğunu umarak dönmek hep ona layık ve sırf ona mahsustur.

Pervane kelebeği; aşkını ispat edebilmek için ışığı gördüğü anda, onun etrafında dönmeye başlar. Bu dönmenin döndükçe daralan bir çemberi vardır. Ateşi aşkın cazibesinde, yandıkça daha çok yanmak istenir. Döndükçe daha yakından dönmek istenir.

Başta insan olmak üzere canlı cansız her varlık tıpkı pervane gibi, hakka dönüyor. Allah’ın varlığını idrak ettiği anda ilmen öğrenen insan da, yakin bilmek, onu kendine yakın bilmek için mum ateşinin etrafında dönen pervane böcekleri gibi Mevla’ya döner. Yaratana döner. Tek yaratıcı ulu Allah’a döner. Ona yakınlaştıkça, daha da yakınlaşmak ister. Yakınlaştıkça mumun etrafındaki dönüş çemberi daralır. Çember daralıp muma yani sevilene yaklaştıkça, pervanenin aşkı artıyor. Dönüş şevki ve coşkusu artıyor. Şevki ve coşkusu artıkça daha da yaklaşır.

Mumun ateşiyle teması sağlar pervane kelebeği sonunda. Kanadı yanar ilk önce. Derken yakar kavurur ve kavrulmuş bir başak tanesi gibi yere düşürür. Artık pervane yakından biliyordur muma kavuşmayı. Ama bu canını verdiği nokta ve andır. Gerçekte mumun bundan haberi yoktur. Olmasına da gerek yoktur. Çünkü bu aşkı ve sevdiğine kavuşmak uğruna can veren pervanenin aşkıdır.

Ama mumda yanar. Kendisini seven, uğruna can verircesine, ölüme giden pervane kelebeğinin aşkına ve acısına cevap verircesine yanar. Mumun aşkı da, acısı da kendincedir. Kendine has yanmaktadır. Mumla sarılmış can ipliğine bir ateş düşer mum yanmaya başlar. Yangını söndürmek için yandıkça gözyaşı döker. Gözyaşı döktükçe ateşine daha bir güç verir. Gözyaşı döktükçe maddi yokluğa ve maddi tükenişe yaklaşır. Ama bu arada ışık olup yol gösterir yolunu kaybedenlere. Karanlıktan kurtarır karanlıkta kalanları. Ve erir sevgili yolunda can özü tamamen ortaya dökülüp, sevgiliyle ruhlar âlemimde vuslat edip, hem hal olana kadar.

Hakkı zikir için aşkına dönen pervaneden, hakka vuslat için gözyaşı döken mumdan ibret almak gerekir. Pervane böceğinin muma olan aşkı gibi insan kâinatın efendisini sevmek gerekir. Onun peşinden koşmalı, ışığına koşmalı, onun aydınlattığı yolda koşmak gerekir.

Asıl yanıp tükenmenin, efendisine ve onun gösterdiği dosta yürüyerek asıl sevgiliye ulaşır. Aksi takdirde güneşten habersiz, gece karanlığında yaşayan yarasalar gibi karanlıkta kalınır. Bu da yetmezmiş gibi ışıkla, hakla, hakikatle mücadele etmek ise demir pençeli kocaman devle savaşmak gibidir. Şeytanın karanlık ve aldatıcı batağına battıkça batmaktır. Cehalettir. Kendini bilmezlik, özünü bilmezlik, kurtuluşa çağıran ve yol gösteren rahmet peygamberini bilmezliktir. Geldiği ve istese de istemese de döneceği ebedi âlemi, yokken onu bir damla sudan var eden, ilahi gücü bilmezliktir.

Yanmaktan korkup mumdan ve sımsıcak ısıtacak olan dost ateşinden uzaklaşmak, şeytanın karanlık ve tuzaklı yollarına düşmektir. Düşman olduğunu bildiğin birisini, bilebile dost edinmek akıllıca bir hareket olmayacaktır.

Onun için rabbim bize hidayet versin. Karanlığını ve yok oluşun peşine değil, dost ışına dönerek, onun yolunda, onun dost ateşiyle yanıp kavrulmak nasip eylesin. Ölümün bir yok oluş değil, yeniden ebediyete uyanış olduğu hakikatini özümüzde hissetmemizi nasip eylesin. Gönlümüzde onun aşkını hep var eylesin. Bizlerin tek ve ebedi dostumuz olan kendisinin sevgisine mazhar eylesin. Âmin!

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder